Târihin, acı gelse de, yaşanmış korkunç gerçeklerini muhatap almak zorundayız. Devamlı olarak söylediğim, iç muhasebeyi / millî nefs muhasebesini yapamadığımız sürece, hiçbir yere varamayız, hiçbir müsbet adımı atamayız.
Peygamber Efendimiz (s. a. v.)' in buyurdukları gibi: " Küçük cihâddan, cihâd-ı ekbere (büyük cihâda) döneceğiz" mübârek sözlerini, bizzatihî uygulayacağız ki, "En Güzel Örnek"in izinde mesâfe alalım.
Yâni; önce, fert olarak, kendi nefsimizle mücâdelemiz ne ise, millet olarak da, varlığımızı tehdit altına alacak her türlü menfî hâllere "fırsat vermeme" adına, bu hesaplaşmayı yapacağız ve tedbirlerini alacağız.
Muhakkak ki, Orhun Âbideleri / Gök - Türk Kitâbeleri, bu mevzûda, milletimize ışık tutacak ilk "millî ibret beyannâmesi"dir. Bu "ibret" ; hem" îkâz " ve hem de "nasihat" tir.
Bumin Kağan'la başlayıp, ardından bir sürü sıkıntılara sebep olan hâlleri, dehşetli bir ibret olarak, yine Nihad Sâmi Banarlı hocanın çarpıcı tahliliyle naklediyorum:
"İşte Orhun Âbideleri, Gök-Türk Devleti'nin Bumin Kağan tarafından kuruluşundan 78 yıl sonra, Türk beylerinin ana yurddan uzaklaşarak kendilerini Çin'in yumuşak ipeklerine, hiyleli siyâsetine kaptırıp bozulduğunu anlatır; eskisi gibi iyi ve bilgili olmadıkları için, birbirlerine girerek idâre kudretlerini kaybeden hükümdar âilelerinin elinde, Türk bütünlüğünün sönmeğe yüz tuttuğunu belirtir. Parçalanan Türklüğün Çin boyunduruğuna girdiğini, Türk beylerinin Çince isimler alıp millî benliklerinden uzaklaştıklarını; güçlü Türk oğullarının Çinlilere kul, temiz Türk kızlarının câriye olduklarını haykırır.
Esîr edilerek Çin'e götürülen Türk halkının üstelik Çin fütûhâtı için, Çin ordusu gibi savaşa sürülüp öldüklerini söyler. Esîrliğe katlanamayan halkın " Ben ülkesi olan bir milletim. Şimdi yurdum nerede? Kimin için toprak kazanıyorum ? Ben hâkanı olan bir milletim. Şimdi hâkanım nerede? Kimlere hizmet ediyorum?" diye sızlandığını anlatır. Kitâbelere göre 50 yıl süren esirlik devresinde Türkler, defâlarca Çin'e isyan etmişler, fakat aralarında sağlam bağ kuramadıklarından kurtuluş tahakkuk etmemiştir. Nihâyet, " yukarıdaki Türk Tanrısı, Türk'ün mukaddes yer ve su melekleri, Türk milletinin adı, sanı yok olmasın diye" İlteriş Kutluk Han'la karısı İl Bilge Hâtun'u Çin'den kurtarmış, bu gayretli hükümdar da, milletine yurd ve istiklâl kazandırmıştır. Fakat Kapagan'nın ölümüyle de yatışmayan isyan yüzünden, yurdda yeniden dağılma tehlikesi görülünce İlteriş Kutluk Han'ın artık büyüyen çocukları, devleti kurtarma gereği duymuşlar, bunlardan Mergen adlı, büyük evlât, kardeşi Kül Tigin'in yardımıyla ve Bilge Kağan adıyla Türk tahtına oturmuştur.
Gök-Türk Kitâbeleri'nde işte bu Bilge Kağan'la kardeşi Kül Tigin'in Türk milletine ve Türk beylerine verdikleri uzun mesaj yazılıdır. Yer yer, realist bir târih dili, yer yer îman lisânı, millî ve içtimâî tenkid ve güven cümleleri; yer yer de kudretli bir hitâbet dili ile yazılan kitâbelerde işte şunlar söylenmektedir:" (Bknz: Nihad Sami Banarlı, Resimli Türk Edebiyatı Tarihi, sy. 60-61)
Mes'eleye bir daha göz atalım istiyorum. Yukarıdaki tahlil cümlelerini, lütfen günümüze taşıyarak tekrar tekrar okuyalım.
"78 yıl sonra" ifadesine bir daha bakalım. Bir insan hayatı için çok uzun olan bu süre; tecrübesiz ve beceriksiz ellerde, bir devlet hayatı için ne kadar kısaymış değil mi?
Başkalarının "yumuşak ipeklerine, hiyleli " cafcaflı-yalan sözlerine kanmak, ne kadar büyük gafletmiş değil mi?
Bilgisiz olmak, birbirine girerek bütün maddî ve mânevî serveti, güzellikleri ve îtibârı kaybetmek ne kadar sefilâne bir hâlmiş değil mi?
Başkalarının isimleri almak, Türk adlarından uzaklaşmak, millî şuûr ve benliği sıfıra indirmek ne hâinâne bir çöküşmüş değil mi?
Delikanlılarının, bir başka milletin ordusunda nefer ; kızlarının câriye olması ne dehşetli bir aşağılık hissi imiş değil mi?
Değil mi? Değil mi? Değil mi?
Daha ne olsun değil mi?