Kültür; üzerinde en çok düşünülen ve konuşulan, içi, kişilerin idrâk ölçülerine göre doldurulan/doldurulmaya çalışılan bir kelimeden ziyâde bir ‘mefhûm’ hâlini almıştır.
İstişâre ise; “Fikir sorma, bir husus hakkında başkalarının görüşünü alma, danışma” (Bknz. Misâlli Büyük Türkçe Sözlük, İlhan Ayverdi, Kubbealtı Lugatı, İstanbul 2011, Sf. 581) mânasındadır. Yâni, müşâvere’dir. Meşveret’tir. Bir mevzû hakkında fikir alış-verişi’dir.
Müşâvere; “Aklı, fikri kuvvetli, ileriyi gören kimseler ile bir konu üzerinde konuşma, görüşme, danışma, meşveret etme, görüşüne baş vurma” (Bknz. Dînî Terimler Sözlüğü, Cild:2, Türkiye Gazetesi Yayını, Târihsiz, İstanbul, Sf. 79)’dır.
Âileden başlayarak, Devlet idâresine kadar tatbik edilmesi gereken bu husus, maalesef, kademe kademe törpülenerek, an’anemizden uzaklaşır olmuştur.
“İş konusunda onlarla (ashâbın ile) müşâvere (istişâre) et” (Âl-i İmrân sûresi, 159) ve “Onların işleri de, kendi aralarında bir istişâreyle (meşveretle)dir” (Şûrâ sûresi, 38) âyetleri, bunun önemini beyân etmekte olup; Peygamber Efendimiz de, ”Biliniz ki, Allah ve Resûlü, müşâvereden müstagnidir. Fakat, Allah, bunu, benim ümmetime rahmet kıldı” ve “İstişâre eden pişmân olmaz.” buyurmaktadır.
O hâlde, müşâvere’den/istişâre’den/meşveret’ten niçin kaçılır, niçin uzak durulur, anlamak mümkün değildir.
Bundan kaçmak, öyle görünüyor ki, âdeta, p(i)sikolojik bir hastalık olmaktadır. Zîra; insanların birbirleriyle fikir alış-verişinde bulunmasından, fikir alış-verişi yapmasından daha tabiî bir şey olabilir mi?
Benbilirimci, benyaparımcı, benden başkası bilmezci zihniyet ve telâkkiler, “istişâre kültürü”den mahrûm oluşlarından dolayı, aynı zamanda, “uzlaşma kültürü”nden de mahrûm, dar görüşlü, kaprisli, egoist yapılı, hâris kimselerin yürüdükleri istikametlerdir.
Bunlar; çoğu zaman, müsamahasız, merhametsiz, nefret hisli ve menfaatperesttirler. Affetme hisleri körelmiş; yalanı, doğru diye söylemede mâhirdirler.
Bediî endîşeleri kifayetsiz olduğu gibi, beceriksizdirler ve böyle olunca da, kabalaşmakta ve hırçınlaşmaktadırlar.
“İstişâre kültürü” ve “uzlaşma kültürü”nü bir ilke olarak benimsememek, ancak, zavallılık tezâhürüdür. Çünkü, bu tür zavallılar, ayrıca, aşağılık hissine sâhip kimselerdir. P(i)sikolojik yapılarını çözebilmek zordur. Bu bakımdan, cemiyetlerin en tehlikelileri de bunlardır.
Kendilerini saklarlar. Neden mi? Tamamen ‘kompleksli/karmaşalı/anlaşılması zor” bir ruh hâlinde bulundukları için, görünmezleri, görünürlerinden daha fazla olur da, ondan.
Bu kişiler; ister bir ticârî müessesenin, ister bir askerî teşkilâtın, ister bir hukukî makamın veya ister bir devlet idâresinin başında bulunduklarında, kendilerinde vehmettikleri güçle, başkalarını tahakküm altında almaktan asla imtinâ etmezler.
İşte, tehlikenin en büyüğü bu noktada başlar. Bu tehlike, ferdî ise, ve belli bir mıntıkada cereyân ediyorsa, çok da önemli görülmeyebilir; ancak, geniş çaplı olarak, cemiyetin daha doğrusu milletin ve devletin menfaatlerini ilgilendiriyorsa, iş, uçuruma varmak gibi bir hâl alırr.
“İstişâre ve uzlaşma kültürü”nden mahrûmluk, o cemiyeti otoriterliğin de ötesine taşıyabilir. Zîra; otoriterlik, bir nev’i disiplin kabûl edilebilir; ancak, bu, totaliterliğe varınca, zulümle başa çıkmak kolay olamaz!..
Yûsuf Has Hâcib (1017?-1077?), Kutadgu Bilig (1069-1070)’de, devlet idâresi bahsinde şöyle diyor:
“Bilgili ve zeki insan ne der, dinle; bilgili ve zeki insanın bilgisi memleket için bir zînettir.
Bey bilgili, akıllı ve âdil olmalı; şöhretinin yayılması için de cesûr ve tedbirli davranmalıdır.
Bey, memleketini iyice koruyabilmesi için, bir de asîl, hayâ sâhibi, yumuşak huylu ve merhametli olmalıdır.
Gözü tok, sabırlı, alçak gönüllü, şefkatlı ve sâkin tabiatlı olmalıdır.
Bütün fazîletlerde her kesten üstün olmalı; halka karşı adâletle muâmele etmelidir.
(Bknz. Kutadgu Bilgi, Yûsuf Has Hâcib, Çeviren: Reşid Rahmeti Arat, Türk Tarih Kurumu Basımevi, Ankara 1974, Sf,162-163)
Görüldüğü gibi, bundan bin sene önce, şanlı ecdâdımız, ferdî ve cemiyet hayatımızda, “istişâre ve uzlaşma kültürü”ne zemin teşkil edecek “bilgili, akıllı, âdil, cesûr, asîl ve hayâ sâhibi, yumuşak huylu ve merhametli, gözü tok, sabırlı, alçak gönüllü, şefkatlı ve sâkin tabiatlı” olma vasıflarını sıralayarak, millet ve devlet hayatının hangi insânî unsurlarla idame etmesi gerektiğine dâir nasihatleri tek tek saymıştır.
Yapılması gereken ise, bu nasihat ve tavsiyelere uymaktır!..
TOŞAYAD KÜMBET DERGİSİ, SAYI: 56, Temmuz-Aralık 2021, Sf. 26-27