Cemiyet içinde; ister âilede olsun, ister câmide, mektepte, kışlada, bayramlarda, düğünlerde, cenâzelerde, hasta-kabir ziyâretlerinde...insanların birbirlerine karşı davranışlarında esas olan "vazgeçilmezler" vardır. Elbette ki, başta, 'adâlet ve nezâket' gelir.
Nezâketin bulunmadığı mekânlarda, samimiyetin, şefkatin, merhametin bulunması mümkün olur mu? Birbirlerine hor bakanlar, dostluktan söz edebilir mi?
Şüphesiz ki, güzel söz, her iyiliğin, muhabbetin ve sevginin anahtarıdır. Hem doğru sözlü ve hem de kibar olabilmek, güvenirliliğin ve itimatın da teminatı olur.
Bugün bakıyoruz: Kıpkırmızı olmuş çehreler, faltaşı gibi açılmış yerinden fırlamaya ramak gözler, geriye doğru kaykılmış kaşlar, kırış kırış olmuş alınlar, diklenmeye yüz tutmuş saçlar, savrulan kollar, açılıp kapanan ve bin türlü mel'aneti dâvet eden el-parmak hareketleri; ağızlardan avaz avaz dökülen, duvarlardan duvarlara yankılanan fikir mahrûmu acâib sesler...ne yazık ki, bizim insanımızdan geliyor ve bizim cemiyetimizde mekân buluyor.
Türk ve dünya şiirinin söz ustası Yûnus Emre, bu hususta, güzel numûnelerinden biri olarak çok güzel bir numûne sunuyor:
"Kişi bile söz demini dimeye sözün kemini
Bu cihan cehennemini sekiz uçmağ ide bir söz"
Peki öyleyse; bu gerilmeler, bu taşmalar, bu taşkınlıklar, bu tafralar, bu köpürmeler, bu çığırtkanlıklar, bu tarafgîrlikler...nedendir?
Yüce Rabb'imiz, Kur'ân-ı Kerîm'inde: " Ey îmân edenler! Allahü teâlâdan korkun! Ve, sözün doğrusunu söyleyin" (Ahzâb, 70) buyuruyorsa, aksi davranışlarda bulunmanın, onu sürükleyeceği izbe mekânlardan sakınmak gerekmez mi?
Sâdece "doğru" söylemek mi? Hayır. Yüce Allah buyuruyor ki: " İnsanlara güzellikle söz söyleyiniz."( Bakara, 83) Yâni söz, hem "doğru" ve hem de "güzel" söylenecektir.
Peygamber Efendimiz bir hadîs-i şerîflerinde şöyle buyururlar: " Aman aman! Fâhiş, açık ve çirkin sözlerden kaçının. Zîrâ Allahü teâlâ çirkin sözleri ve fâhiş konuşmaları sevmez."
Bin beş yüz senedir kâinata ve en az bin seneden beri de Türk milleti olarak bizzat bizim kulaklarımıza telkin edilen bu nasihatlerin, mensubu olduğumuz cemiyetin geldiği hâli gördükçe - maalesef- ürperdiğim zamanlar oluyor.
Gayet tabiîdir ki, "doğru"luğun zedelendiği, bocala(tıl)dığı, sarsı(tı)ldığı yerde, doğacak boşluğu, doğruluğun zıddı olan "yalan" dolduracaktır / doldurmaktatır.
İfade etmeliyim ki, bilhassa, maarif sistemizdeki keşmekeş, mes'elelere sathî bakış ve göstermelik tavırlar, cemiyetimizi bu duruma getirmiştir.
"Sözün demi"ndeki ibre, "doğru"luktan çıkıp yönünü "yalan"a çevirince, adâlet de, samimiyet de, nezâket de, muhabbet de ortalıktan silinip gitmektedir.
"Dem", ayârdır; "dem", âhenktir; "dem", muvazenedir; "dem", usûldür "dem", âdâbdır; "dem", nezâkettir...
"Dimeye sözün kemini"; bir 'tavrı' ifade eder.
Bizim meşhûr bir atasözümüz vardır: "Kem söz, kalp akçe söz sahibinindir."
"Kem söz", kötü, âdî, fena, değersiz sözdür yâni "kalp akçe"dir. Bize; "söz"ün "demi" lâzım, "kemi" değil!
İdrâk edilmelidir ki; "demi" olan sözün, görkemi de olur, erdemi de!
'Yalan';" kem söz"ler zümresinin padişahıdır. "Yalan ile îmân bir arada bulunmaz", Şanlı Peygamberimiz'in mübârek tavsiyelerinden sâdece biridir.
Yapılamayacak şeyleri 'vaat / vaid / va'd / vâd' da böyledir. Çünkü; 'vaat', bir 'taahhüd"dür, söz verme'dir, üzerine alma'dır. Yapılmayınca, 'yalan'dır veya "sözün kemi" hükmündedir.
Öyleyse; öfkeden kıpkırmızı olmuş çehreler, faltaşı gibi açılmış yerinden fırlamaya ramak gözler, geriye doğru kaykılmış kaşlar, kırış kırış olmuş alınlar,diklenmeye yüz tutmuş saçlar, savrulan kollar, açılıp kapanan ve bin türlü mel'aneti dâvet eden el-parmak hareketleri, ağızlardan avaz avaz dökülen ve duvarlardan duvarlara yankılanan fikir mahrûmu acâib sesler...neyin nesidir?
Hazret-i Mevlâna buyuruyor ki: "Sözü, sırlar köşkünün kapısının sesi bil; kapının açılış sesi mi, kapanış sesi mi? Buna dikkat et! Kapının sesi duyulur da kapı, duygudan dışarıdadır; bu sesi görürsünüz de kapıyı göremezsiniz. Hikmet çengi, bir güzel ses çıkardı mı, dikkat et bakalım. Cennet bahçesinin hangi kapısı açıldı? Kötü söz sesi geldi mi de, dikkat et, Cehennemin hangi kapısı açıldı?"(Bknz: Mesnevî Ve Şerhi, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, Şerh Eden: Abdülbâki Gölpınarlı, c. 6, sy. 512, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara 2000)