Dokuz yaşında iken, 1949 yılında, babası Kaynaş Bey ( 1918-1972) ve annesi Külaş Hanım ( 1917-1999) ile kızıl Çin zulmünden kaçarak, binbir eziyet, çile ve sıkıntı içinde Türkiye'ye gelen ve burada yerleşen kıymetli fikir adamı Hızırbek Gayretullah'ın " Altay Kartalı Osman Batur" adlı kitabı, tam bir ibret vesîkasıdır.
Bu kitabı okuyunca, ister istemez, aklıma Kürşad da geldi.
Osman Batur ile Kürşad arasında on üç asırlık bir zaman olmasına rağmen, hâdiselerin geçtiği mekân ve cereyânındaki benzerlikler zihnimi kurcaladı.
Önce; öncekiyle yâni Kürşad'la başlayalım: Kürşad (ölümü: 635), Göktürk Hakanı Çuluk Kağan'ın küçük oğludur. Çuluk Kağan; her ne sebeple ise, câzibesine kapılarak evlendiği ikinci eşi Çinli İçing Katun/Hatun tarafından zehirlenerek öldürülür( 621).
Bu hâdise üzerine, Çinliler, epeyce mesâfe alırlar ve kanadı kırık Göktürkler üzerindeki emellerini gerçekleştirmeye başlarlar.
Çuluk Kağan'dan sonra yerine,Kara Kağan diye anılan kardeşi Bağatur Han geçer. İçing, bu zatı da avucunun içine alır ve Kara Kağan, ağabeyinin eski eşiyle evlenir. Bu durum, Ötüken'deki Türkler arasında büyük huzursuzluk ve infiâl meydana getirir.
Aslında, Kara Kağan beceriksiz biridir ve İçing, şuûrlu bir Çin milliyetçisi olup, ipler tamamen elindedir. Her türlü hîleyi ve kurnazlığı yapacak bir mizaca sahiptir. Her şeye hâkim olduktan sonra, Çinli idârecilerle irtibat sağlar.
Zaman, kıvamını bulur ve Çinliler, Göktürkler üzerine yürürler . Çok sayıda Türk'ü öldürüp, bir çoğunu da esir alarak Çin'e götürürler.
Tabiî ki, Kürşad da esirler arasındadır (630) .
Kara Kağan ise, çok geçmeden (634) Çin'de ölür. Elbette ki, durum, bu kadarla kalmaz.
Çinliler, kendilerine yandaş edindikleri Sirba'yı, Türk hakanı yaparak düşündüklerinden daha fazlasını elde etmeye başlarlar. Artık, Türk birliği zedelenmiş, bozulmuştur. Sirba; tam bir mankurttur ve bu hâliyle, Çin'e bağlanmayı kabul ederek hükmünü sürdürmeye devam eder.
Bilinmelidir ki; düşmanların, gaafillerin, yalakaların, hâinlerin ve riyâkârların sözlerine kananların sonu hüsran olur. Bu cihetten, târihimiz hazîn ibretlerle doludur...Maalesef!
Tabiî ki, bunda, Türk milletinin, temel yapı olarak, hiçbir zaman art niyetli olmayışının, saf ve temiz kalbli oluşunun ve bu sebeple de kandırılmaya ve iknâya müsâit karakterinin önemi vardır.
Vaziyet vahîmdir . Bu ciddî durum karşısında, Türkler, gizlice " kırk kişi "den meydana gelen bir Türk birliği kurarlar ve başına da " Kürşad"ı getirirler.
Kürşad, kabına sığmayan gözüpek bir delikandır ve tıpkı,takriben iki asır önce, Attilâ'nın " Roma'nın kalbini delmeye" çalıştığı gibi, Pekin'in kalbini delmeye çalışmayı düşünür.
Nereden nereye değil mi? Biri ,dünyanın bir ucunda; diğeri, diğer ucunda! Biri, Roma sarayında; öteki, Çin sarayında!..
On senelik esâret, tarife sığmaz çilelerle dolu olarak geçer.
Nihâyet, kırkı da birbirinden yaman bu gözüpek yiğitler, bir gece, Çin imparatorluk sarayını basarlar; yüzlerce Çinli muhafızı öldürürler. Fakat, imparator Li şi-min'i ele geçiremezler. Çünkü; muhafızlar oldukça kalabalıktır! Çâresiz; imparatorun ahırından aldıkları atlarla kaçmayı başarırlar.
Ammâ...Çin askerleri, onları, tâkip eder ve Vey Irmağı kenarında, onları durdururlar.
Bir tarafta/önlerinde Vey ırmağı; öbür tarafta/arkalarında sürü hâlinde asker kaynamaktadır.
Ölesiye bir mücâdele başlar ve güneş ne çâre ki, bu yiğitlerin ölüsünün üzerine doğar.
Hepsi birden ecel şerbetini içerler...
Her işte bir hayır vardır. Bu kırk kahraman, ecel şerbetini içerler ammâ, ardındakiler, titreyip kendine gelmenin şuûrunu da yakalarlar :
" Kırk kişi bu kadar büyük iş yapar ve vatan için ölümü göze alırsa, biz niye yapmayalım/almayalım?" derler.
Böylece; istiklâl ve hürriyet ateşi yeniden kıvılcımlanarak Göktürk Devleti yeniden kurulur.