Türk fikir ve siyâset dünyâsının iki güzîde ve müstesnâ şahsiyeti, sâdece Türk dünyâsını ve İslâm âlemini değil, bütün insanlığı hakîkî feyz menbaına çağıran teklif ve telkinleriyle târihe kayıt düşmüşler, gelecek nesillere önü pırıl pırıl ışıklı bir yol göstermişler/açmışlardır.
Sevdâlandıkları ve uğruna mücâdele verdikleri dâvâ, ilhâmını, kâinatı nûrlandıran mukaddes kitâbımız Kurân-ı Kerîm'inde, Allahü teâlânın ifade buyurdukları ilâhî beyanlar ile, O'nun "Habibim!" diyerek " Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik "(Bknz: Enbiyâ, 107) dediği Kâinatın Efendisi'nin hadîs-i şerîflerinden almaktadırlar.
Zîrâ; Yüce Rabb'imiz, Ahzâb sûresinin yirmi birinci âyetinde de: " Resûlüllah'da, sizin için pek güzel bir örnek vardır" buyurmaktadır.
İşte; onların dâvâsı, bu yol üzerinde inşâ edilmiş ve geliştirilmiştir!..
Necip Fâzıl Kısakürek ile Alparslan Türkeş'i birbirlerine bağlayan ilk hareket, Alparslan Türkeş'in , 3 Mayıs 1977 târihinde, bir parti görüşü olarak ileri sürmesine rağmen, bir ilim ve tefekkür adamı ciddîyetiyle ortaya attığı düşüncelerini ihtivâ eden "Türk Milletine Beyânnâme" başlığı ile kaleme aldığı , bütün gazetelerde yayınlanan bildiri vesîle olmuş ve bunun neşrinden birkaç gün sonra, 7 Mayıs 1977'de, bu sözlere, Necip Fâzıl tarafından cevap vermesiyle başlamıştır.
Mâlûmdur ki, Necip Fâzıl, bilhassa, başta İsmet İnönü olmak üzere, birçok kişiyle 'çatışmalı' olmuştur. Onlar hakkında, zaman zaman çok sert hiciv şiirleri yazmıştır.( Geniş bilgi için bakınız: M. Hâlistin Kukul, Çilenin Sultanı, İlkadım Belediyesi Yayını, Samsun 2013) Bu çatışma(lar), O'nu, daha sonra gelen siyâsîler hakkında arayışa sevketmiştir. Dolayısıyla, bu cihetten , ilk arayışı Adnan Menderes'le başlamıştır.
Zaman zaman, Adnan Menderes'in umûmî durumundan ümitsizliğe düşmesine rağmen, yapabileceği başka bir şey de yoktur. Ancak; O'nun idâm edilmesine asla rızâ göstermemiş ve bundan duyduğu ızdırab üzerine de, "O Zeybek" veya " Zeybeğin Ölümü" başlıklı meşhûr ağıtını /mersiyesini yazmıştır .
Necip Fâzıl, gönlüne göre aradığı birini bulamamıştır. Bu sıkıntılı günlerde, Süleyman Demirel'de çâre arar. Ancak; O'na da bir türlü ısınamaz, O'nunla yıldızları barışmaz ve O'nun hakkında da hicivler yazar.
O yıllarda, Necmettin Erbakan tarafından, Demirel'e muhalif, İslâm'ı esas alan yeni bir siyâsî parti kurulunca, Necip Fâzıl rotayı o tarafa çevirir ve aradığını bulduğunu düşünür. Mevzûmuza geçebilmek için, Necip Fâzıl- Necmettin Erbakan irtibatını hulâsa etmek zarûretimiz vardır. Bu hususu, Necip Fâzıl'ın kaleminden birkaç kısa başlık nakledelim:
"Bu partinin (Millî Selâmet) ilk defa "Millî Nizam" adiyle kuruluşunda, bir Ramazan gecesi, Ankara'da, tenkid ve tashihime konulan Ana Nizamnâmesi örgütleştirilirken, 15-20 kişilik beyzî bir masa etrafında halkalanmış aydın bir topluluk huzurunda Necmeddin Erbakan şu sözü söylemişti:
"-Nizamname yerine dilekçemize " İdeolocya Örgüsü"nü ekleyip göndersek de olur."
( Bknz: Necip Fâzıl, Rapor-3, b.d. yayını, İstanbul Mayıs 1977, sy. 66)
(...) Fakat ümid ve hayal bu ya; "Millî Nizam" ve peşinden "Millî Selâmet" hamlesinde, ana görüş ve ilham kaynağının "Büyük Doğu - İdeolocya Örgüsü" olduğunu söyleyen zatı ve partisini dikkatle takip ve ilk teşebbüslerinde takviye etmek borcuna da sırt çeviremezdim.
1973 seçimlerine kadar ilk müşahedelerim inkisar verici oldu. Erbakan, ilk defa bağımsız mebus çıktığı Konya'daki bir açık hava toplantısında kendisine uzanan ellerin köprüsünden geçip, gayet rahat ve pişkin, başların üstüne oturunca irkildim ve bu hareketi Ankara'da, partisinin kuruluş toplantısında da tekrar ettiğine şahit oldum. Erbakan o günden beri gözüme, dışından mütevazı ve mütebessim, müthiş bir kibir ve taazzum heykeli gibi göründü; ve bu görüşüm her vesileyle kuvvetlendi." ( a.,g.,e., sy. 67)
Necip Fâzıl'ın " her vesileyle " dediği hususlar, şüphesiz ki, şu ân için, mevzûmuzun dışındadır. Fakat, konumuza giriş yapmak ve ulaşmak için, bu bilgiye de ihtiyaç bulunmaktadır.
O hâlde, esâsa gelip başa dönelim ; Necip Fâzıl - Türkeş irtibatının veya yakınlaşmasının bir "beyannâme" ile başladığını söylemiştim.
Bu irtibat veya yakınlaşmayı, Necip Fâzıl'ın kaleminde kısaltarak, nakledelim:
" Alparslan Türkeş, 3 Mayıs günü "Türk Milletine Beyânnâme" başlığı altında kaleme alıp bütün ajanslara ve gazetelere gönderdiği ve milyonlarca nüsha bastırıp her tarafa yağdırdığı târihî bildiri ile, takip ettiğim stratejiyi taclandırmış ve kendisini hilkatindeki altun mâdenin 24 âyarlık keyfiyeti içinde göstermiş oldu.
Aynı beyânnâmeyi " Rapor 3"den de okuyalım:
"(...) Alparslan Türkeş, yatalak bir idareye karşı, fikirsiz bir hareket saydığı 1960 İhtilâline, başta, sırf bir fikir yönü vermek ve Cumhuriyet Halk Partisi'nin ihtilâli sömürmesine mâni olmak için katılmış fakat bu gidiş önlenemeyince ondan uzak kalmış, Türk Milleti ve tarihinin ihtilâl kadrosuna biçtiği suçluluk dairesinin dışında kalmayı ve ibrasına nail olmayı şart bilmiştir.
Alparslan Türkeş ve Partisi'nin dünya görüşü, ruhî muhtevaya bağlı milliyetçilik olarak metbûluğu (bağlı olunan) ruha ve tabiîliği milliyete veren bir anlayış içinde tek kelimeyle İslâm îmânıdır.
Alparslan Türkeş ve partisi, milliyetçiliği, içi kevserle dolu bir kâse şeklinde görür, ana kıymeti kâsede değil, kevserde bulur ve o kevserin nûrunu ışıldattığı nispette kâseye değer verir.
Alparslan Türkeş ve partisi, bugün en keskin bunalımını yaşayan insanlığa yol gösterici istikamet oklarını, Kâinatın Efendisi'nce getirilmiş ruh ve ahlâk ölçüleri olarak ilân eder ve tasarılarını, hasretlerini, her şeyini bu inanç mihrakında toplar.
Dostluk ve düşmanlık kutuplarımızı tayinde kıstaslarımız şudur ki: Fert, zümre, sınıf ve makam olarak her kim ve her ne olursa olsun, Hakkın düşmanları düşmanımız, Hakkın dostları dostumuzdur.
(...) Türk'ün ruh köküne inmeyen ve bağlanmayan her tedbirin temelsiz kalacağı inancındayız." ( Bknz: a.,g.,e., ,sy. 86)
Necip Fâzıl; Alparslan Türkeş'in bu "beyânnâmesi"ne, mukabil bir "beyânnâme" ile cevap verir. Bu "beyânnâme"nin de, bâzı ana başlıklarını, yine Necip Fâzıl'ın cümleleriyle takdîm edelim.
Diyor ki: " Onu da benim beyânnâmem takip etti:
M. H. P. Genel Başkanı Alparslan Türkeş'in " Türk Milletine Beyannâmasi"ni okudum.
Pılı-pırtı odalarının raflarında dizili, kapağı arkasına devrik ve içi boş, hattâ süprüntü dolu teneke konserve kutuları hâlindeki partiler arasında, bugünden itibaren MHP, nazarımda bambaşka bir mânâ ve hüviyet sahibidir. Onu, Müslümanlık ve Türklüğün gerçek hakkını vermeye namzet bir topluluk olarak anıyor ve canımın içinden selâmlıyorum.
Bu beyânnâme, tâ Cava'daki mü'minle Amerika'daki zenci Müslümana kadar bütün İslâm âlemini ihtizâza getirecek ve oluş dâvâsını temellendirecek kıymette târihî bir hâdisedir. İdeal yumağımızın her lifini içinde saklayan bir tohum...İslâm âleminin Türkiye'den beklediği zuhur ve tecellinin tohumu...
(...) Ne mebus, ne Senatör, ne Bakan, ne şu, ne bu!..Allah'ın, bana biçtiği mânevî makam ve memuriyeti bunlardan hiçbiri tercüme edemez. Bu makamdan en canhıraş ihlâs ve hasbîlik kürsüsünden haykırıyorum: 40 yıllık mücâdele ve yepyeni bir gençlik inşâsı, hayatımda, bugün, bu beyânnâmeden, bu beyânnâmenin sahibine ve partisine taktığı şeref ve mesuliyet bâzubendinden sonra, artık, emin olmaya yakın bir ümid nefesi alabilirim." (Bknz: a.,g.,e., sy. 87)
Necip Fâzıl; emellerinin gerçekleşmesi yolunda büyük bir heyecan duymaktadır. Fakat, her şeye rağmen, yine de temkinli konuşmaktadır. Zîrâ; "bu beyânnâmenin sahibine ve partisine taktığı şeref ve mesuliyet bâzubendi"ne rağmen " artık, emin olmaya yakın bir ümid nefesi alabilirim" demektedir. Yine de, her şeye rağmen, bu "ümid nefesi", O'na yetecektir.
Fakat; bu cümlelerinin ardından kesin konuşuyor; bu durumu şu ifadelerle sunuyor:
" 150 yıldır, her gün biraz daha artıcı bir hasretle kurtarıcısını bekleyen Türk Milleti'ne "beklediğim geliyor" müjdesini vermenin ilk ümit günü bu tarihî andır.
"Emin olmaya yakın ümit" ışığının çaktığını gördüğüme ve bu ışığı nice defa hayâl edip de karanlıklara düştüğüme göre, bundan böyleyeni inkisarlara tahammülü kalmayan yanık yüreğimi, dâva yolunda en küçük istikamet hatasına râzı olmaz bir hassasiyetle bu beyânnâmenin halkaladığı sıcak avuçlara bırakıyor ve 40 yıllık emeğimin semeresini bu çevrenin aksiyoncu ruhundan bekliyor ve istiyorum.
İçi alev alev Müslüman, dışı pırıl pırıl Türk ve içi dışına hâkim, dışı içine köle, yeni Türk neslinin maya çanağı olmak ehliyeti hangi topluluktaysa ben oradayım.
Allah'ın inâyeti ve Resûlünün ruhaniyeti bu yoldakilerin üzerinde olsun. Necip Fâzıl Kısakürek"
(Bknz: a.,g., e., sy. 88)
Bu "beyânnâme"lerin yazıldığı yıl, 1977'dir ve Necip Fâzıl 73, yaşındadır. Bu sebeple; O'nun , " bundan böyle yeni inkisarlara tahammülü kalmayan yanık yüreği "nin geçirdiği çileli bekleyişleri de iyi tahlil etmek mecbûriyetimiz vardır. Yeni mâceralar aramaya girişecek ne zamanı ne de takâti vardır. Birinci "inkisar"ın sarsıntısını atlatamadan, ikincisi, bu yaşta kendisine oldukça ağır gelebilir.
"Bu beyânnâme, tâ Cava'daki mü'minle Amerika'daki zenci Müslümana kadar bütün İslâm âlemini ihtizâza getirecek ve oluş dâvasını temellendirecek kıymette tarihî bir hâdise" ise veya öyle telâkki ediliyorsa; Doğu Türkistan'dan Balkanlar'a kadar, Kırım'a Kerkük'e kadar, bütün mağdur, mahrûm, mâsûm ve esîr Türk illeri de "ihtizâza" dâvet ediliyorlar demektir.
Biri: Şâir, edip, mütefekkir; diğeri: Asker, siyâsetçi ve fikir adamı olan iki muhterem zat, milletin huzurunda ve şâhitliğinde, şanlı târihimize bir kayıt daha düşerek, geleceğe doğru büyük bir hamlenin temelini atmışlardır.
O; 1964'te yazdığı "Aman" başlıklı şiirini: "Genç adam, at yorganı! / Sana haram, uyuman!" diye bitirirken, tamamen bu 'istikbâl dâvası'nın ıztırabını yaşıyordu.
Her ikisinin de; bu din, bu millet, bu vatan, bu bayrak ve insanlık âlemi için yaptıkları hizmetlerin âhiret sermayesi olacağı inancımla, mekânlarının Cennet olmasını, Rabb'imden, onlardan rahmetini esirgememesini diliyorum.
M. HÂLİSTİN KUKUL*
* OMÜ Em. Öğretim Görevlisi, Şâir ve Yazar