Bayram günleri; sevgi, saygı, hoşgörü, çocukları, ihtiyarları, öksüzleri, yetimleri ve fakîrleri sevindirme günleridir. Aslında, her gün böyle olmalıdır da, bayramların mânevî havası, onu, diğerlerinden farklı yapmaktadır.
Peygamber Efendimiz (s.a. v.), Ramazan ve Kurban Bayramları için şöyle buyurmaktadır:
"Kurban gününü bayram olarak kutlamakla emrolundum. Onu, bu ümmet için Allah bayram kılmıştır."
"Şu beş gecede yapılan duâ geri çevrilmez: Regaib gecesi, Berat gecesi, Cuma gecesi, Ramazan (fıtr) ve Kurban bayramının birinci geceleri"
Yine, Peygamber Efendimiz (s.a.v), Medineliler'in câhiliye döneminden kalma bayramlarını kutlamaları üzerine, onlara şu nasihatte / îkazda bulunmuşlardır:
" Allahü teâlâ size onlardan daha hayırlı iki bayram (Fıtr / Ramazan ve Kurban Bayramı) ihsân etti."
Bayramlar; merhamet ve nezâketin zirveleştiği, gönüllerin sevinç ve huzurla dolduğu / doldurulduğu zamanlardır. Acıların ve neş'elerin paylaşıldığı zamanlardır. Bu sebepledir ki, bunu bir fırsat bilerek, fert ve toplum olarak iyi değerlendirmeliyiz.
Ne yazık ki, son senelerde, ağız tadıyla, hakîkî mânâsıyla bayram yaşayamıyoruz. Bir tarafta asayişsizliğin netîcesi olan kan ve gözyaşı, bir tarafta iktisâdî zaafın sebebiyet verdiği zor şartlar altında karınlarını doyurmağa çalışan milyonlar, öte yanda alabildiğine ve olabildiğince israf ve şatafat içersinde ziyâfet sofralarında keyif çatanların bulunduğu mekânlar!..
Diyeceksiniz ki, bu, sâdece bu güne mi mahsustur, elbette değil!..
Bizim gibi, târihî zenginliği bulunan milletlerin sevinç ve coşkunlukla huzurlu bir şekilde birlik içersinde bayramlarını kutlamaları gerekmez mi?
Neyimiz noksandır?
Bu gün; güzel sözlerin ve güzel tavırların kendini gösterdiği günler olmalıdır. Ucûbe sözlerin arkasından gelen fecî hâllerle cemiyet âhengini bozmaya, silip süpürmeye kimsenin hakkı yoktur.
Bilinmelidir ki, Türk milleti, böyle bir hâle de asla müstahak değildir.
Şanlı ecdâdımız, bize, dînî ve millî bayramlarımızın yanında, şehirlerimizin kurtuluş günlerini de apayrı bir güzellik olarak miras bırakarak âdetâ ikrâm etmişlerdir.
Ne kadar şükretsek azdır ki, Allahü teâlâ, bizi, Müslüman bir diyârda, Müslüman bir ana ve babadan dünyâya getirdi. Buna nasıl sırt çevirir ve nankörlük ederiz?
Geçirdiğim senelere bakıyorum. Bu Kurban Bayramı îtibâriyle, yetmiş üçüncü bayramımı geçirmiş olacağım. Yetmiş üç de Ramazan bayramını ilâve edersek, ömründe, bunca bayram yaşamak kaç kişiye nasib olmuştur, diye de düşünüyor, şükrediyorum.
Bütün bu bayramları, yokluk zamanlarında bile, büyük coşkularla yaşadık. Sâdece çocukluğumda ve gençliğimde değil, yakın zamana kadar vatanın bir ucundan diğer ucuna kadar bu müthiş heyecan dalga dalga yayılır, hattâ bütün Türk dünyâsında yankı bulurdu.
Şimdi, ne yazık ki, Türk Dünyâsı irtibatsız; İslâm Dünyâsı darmadağındır!
Çocukluk ve gençlik dönemlerimin büyük zorluklarına, imkânsızlıklarına ve zarûretlerine rağmen, bu günlerden duyduğum bahtiyarlık sebebiyle, o günlerin bayramlarına hasret duyuyor ve onları arıyorum.
Bu heyecan, bugün, sanki "dondurucuya" kondu. Bir tatsızlık, bir burukluk var içimde, niçin bilemiyorum!..
O güzelim Ramazan ve Kurban bayramlarının âile ziyâretlerindeki heyecan, büyüklere koşuşlar, küçükleri kucaklayışlar...Birbirine bakınca ışıldayan - parıldayan gözler nerede? Hürmetle el öpmeler, dedelerle torunların kucaklaşmaları, ninelerin duâları, samimî muhabbetler hani?..
Şunun şurasında kaç dînî ve millî bayramımız var!..Niçin, onları güzellikler içersinde, muhabbetle, samimiyetle, aşk ve şevk ile karşılamayalım, kutlamayalım!..
Herbirindeki uhrevî havayı fertten âileye, âileden millete gönül hoşluğuyla doyasıya yaşamayalım!...
Bunlar, kuru kuru mesajlarla, buruk imâlı / kinâyeli sözlerle geçmemeli / geçiştirilmemelidir. Canlı, diri, mânevî hayatımızı günlük hayatımızın rehberi hâline getirici bir yaşayışla ortaya koymalı, göstermeliyiz.
Millî bayramlarımız ise, târih sırasıyla:
19 Mayıs 1919: Gençlik Ve S(ı)por Bayramı; 23 Nisan 1920: Millî Hâkimiyet ve Çocuk Bayramı; 30 Ağustos 1922: Zafer Bayramı ve 29 Ekim 1923: Cumhuriyet Bayramı'dır.
Eskiden, hem Dînî ve hem de millî bayram günleri kadar, bu günlere hazırlık heyecanı da insanımızı sarar sarmalardı.
Dînî bayramlar öncesi, hânelerde bir koşuşturma başlar, bir gayret ve heves herkesi âdetâ sarardı. Her yaştaki insan, kendi yaşına göre sevinçli bir tavır alırdı. Uzaktan - yakından yollar gözlenirdi.
Millî bayramlardan birkaç gün önce de, okul önleri cıvıl cıvıl kaynardı. Öğretmenler, öğrenciler, veliler millî şuûrla donanmış bir vaziyette galeyana gelirdi. Borazanlar öttürülür, t(ı)rampetler çalar...her yanda marşlar yankılanırdı.
Caddelere taklar kurulurdu. Bunun için, biz öğrencilerden defne dalları, çiçekler istenir, bu taklar ay-yıldızlı Türk Bayraklarıyla ihtişamlı bir edâya büründürülürdü. Hattâ, sınıflarımız da, bir gelin gibi süslenirdi. Kimin sınıfı daha güzel olacak diye yarış yapılırdı.
Her dükkân sâhibi, her bayram öncesi, şanlı Bayrağımızı bir gün öncesinden gurur ve iftiharla asardı. O, dalgalandıkça göğüsler kabarır, kabarır, kabarırdı.
Ben, liseyi, askerî lisede okudum. Askerî Lise ve Harp Okulu'ndaki dînî ve millî bayramların keyfi, huzuru ve gururu çok başkadır. Gurbette, sıla hasretini arkadaşlarınızla giderirsiniz!..Yâni; oralarda, ana, baba, kardeş, komşu , eş- dost hasretini 'arkadaşlarımızda' telâfi ederdik.
Hocalarımız ve komutanlarımız, âile şefkatinin gereği ne ise, onu yaparlardı.
Üniversite talebeliğimdeki bayramlarda ekseriyâ âilemin yanında bulunurdum. Onlar, sıradan bayram günlerimdi.
Millî bayramlarda, bando eşliğinde, geçit resmi / geçit töreni'ndeki (resm-i geçit yanlıştır) mükemmel düzen, vatandaşların da alkışlarıyla çeşnilenirdi.
Bucaklarda, bucak veya nahiye müdürü, ilçelerde kaymakamlar ve illerde de valiler, belediye başkanlarıyla berâber vatandaşları selâmlardı.
Acaba, bu şuûr, bugün, bu güzellikte yaşanıyor mu, bilemem!..
Ya, mahallî kurtuluş günleri!..Her şehrin havasına göre, yine birkaç gün önceden hazırlıklara başlanılır, meydanlar gümbür gümbür inlerdi. Yediden yetmişe, herkesi millî ruh, millî bir heyecan şahlandırır, aynı gayede birleştirirdi.
Kasabaların veya şehirlerin değişik meydanlarında kılıç kalkan, bar oynanır, kimilerinde halay çekilir, kimilerinde horan tepilir, kimilerinde de çaydaçıra zarâfeti yaşanırdı.
Ellerinde ay-yıldızlı bayraklarla sokakları dolduran çocuklar ve gençler, büyüklerinin merhametli bakışları arasında kalabalıkların arasına karışırlardı.
Diyeceğim o ki; hiç değilse, "bayramdan bayrama", bir bayram yaşanırdı!..
Şüphesiz ki, ben de bu yaşayanlardan biriydim ve bugün, o günlere hasret duyuyor ve o günlerin havasını bugünki çocuklarımızın ve gençlerimizin - tam olarak- yaşayamadıklarını gördükçe de, doğrusu hayıflanmıyor değilim!. .
Millet olarak huzura ve güzelliklere hem çok lâyıkız ve hem de muhtacız.
Duâm odur ki; Rabb'im, hepimize, 'uyanıklık , çalışma idrâki ve irâdesi" versin!..
Cümlemizi, kötülerin şerrinden korusun!..
Hep birlikte, gönül hoşluğu ile, nice bayramlara ulaşmamıza yardımcı olsun!..