“Eylül 12’den Vurdu” ve “Eynesi Ana” romanlarının yazarı Emine Özgenç, bir hârika eserle daha romancılığını gösterdi.
Eserin ismi, zâten anafikrini veriyor. Ancak, yaşanan hâdiseler ve hâdiselerin takdîmi, elbette ki, sanıldığından daha çetin ve çok mahâret isteyen bir azmi gerektiriyor.
Bölücü bir terör örgütünün (burada ‘teşkilât’ kelimesi uygun olmuyor) eline düşmüş bir “ülkücü genç” varsa, ve bu genç, üstelik de, bir kardeşini de bu uğurda şehit vermiş biri ise, ve bu genç, “Kürt” olduğu için, ayrıca “ihânet” ile suçlanıyorsa, bu romanın, birçok noktada, hususiyeti, önemi ve cezbediciliği vardır demektir.
Hele de, bir romancı olarak, hâdiselerin cereyân tarzı kadar, coğrafî, kavmî, dînî ve mahallî kültür özelliklerinin temeline inilerek, hassasiyetle ve titizlikle tasvirler ve îzahlar yapılıyorsa, o da ayrı bir dikkat çekici ve takdire değer husustur.
Bu roman, sâdece; 1978-1979’ların Türkiyesi’nde, Apoculara, Marksit Leninistlere, Maoculara kol kanat gerildiği zamanlarda, Eğitim Enstitüsü’nü yeni bitirerek öğretmen olan Hüseyin’in bir Kurban Bayramı namazını müteakip, camiden çıkışında silâhlı kalabalık tarafından taranarak şehit edilmesinden sonra, âilesine yapılan iftiralar yüzünden memleket bu memleket deyip kendi vatanından uzak diyarlara giden ve hâin PKKlıların eline esir düşen öğretmen Halil’in romanı değil; 12 Eylül’ün öncesindeki ve sonrasındaki, adâletsizliklerin, sosyal mutabakatsızlıkların, hükûmetlerin, ellerindeki iktidar gücünü sapık emellilere teslimiyetin de bir ifşâsıdır.
Türk milletinin kurduğu bir devletin mensubu olarak, insanların, hangi ‘kavmî’ mensubiyeti benimserlerse benimsesinler, kendilerini ifade edememeleri ve Devlet’in Anayasası’na göre, “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür”(Madde: 66) hükmüne tâbi tutulmamaları, temelde, dış emperyalist güçlerin güdümüne giren bölücü/ayrılıkçı fikirlerin peşinden gidenlerin himâye edilmesi, işi çığırdan çıkartan, kaymayı meydana getirmiştir. Yâni, Türkiye coğrafyasında, kimsenin kimseden bir üstünlüğü-noksanlığı yoktur, anlayışı, idâre edenler tarafından gözardı edilmiştir.
Yazar; romanın baş kahramanı Halil’in, ‘ülkücülüğe meyledişini, gönül akıtışını şu cümlelerle anlatıyor: “Konuşmacı, Türk milletinden, bu milletin güzel bir geleceğe sahip olması için gerekenlerden söz etmiş; vatanı sevmenin de bir çeşit ibâdet olduğunu ve en iyi vatanseverin en çok çalışan kişi olduğunu vurgulamıştı.
Galiba en çok da konuşmacının, hangi kökten hangi inançtan gelirse gelsin, nerede ve nasıl doğmuş olursa olsun kendini bu milletin mensubu hissedenin ve bu mensubiyetten onur duyanınTürk olduğunu, Atatürk’ün o veciz sözünün asıl manasının da buna işaret ettiğini söylemesi hoşuna gitmişti. “(Sf.18)
“Ankara’da okuduğu süre boyunca mütemadiyen okuyup, araştırıp tartışan Halil, hem Türk milliyetçiliği fikir sistemi hem de komünizm hakkında çok şey biliyordu. “Karşı koyduğum fikri iyi bilmeliyim.” Düşüncesiyle bütün sol yayınları okumuştu. Kendi ülküsüyle mukayesesini yapmış gittiği yoldan inandığı fikirden şüphesi olmayan bir Türk milliyetçisi olmuştu. Kürt bir ailenin çocuğu olarak Ülkücü olması, tartıştığı solcuların işlediği ana temaydı. Zaman zaman kendi halkına hainlikle suçlandığı olmuştu. Onun verdiği cevaplar Ziya Gökalp ve Atatürk’ün tarif etiği millet kavramıyla nihayetleniyor, asıl hainliğin, can verilerek vatan yapılmış bu topraklarda yabancı ideolojilere pirim vermek olduğunu haykırmasıyla noktalanıyordu. “ (Sf. 20)
İşte, bütün mes’ele de burada düğümlenmektedir. Niçin mi?
Çok yakın bir zamanda, ABD’ye mensup, biri başkan olmak üzere üç selâhiyetli kişinin art arda verdiği beyanatlar buna işâret ve şâhitlik etmektedir. İşte bu hezeyanlar:
*“ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo: “ABD, Türkler’in, Suriye’de Kürtleri kıyıma uğratmamasını güvence altına almaya çalışıyor.” (Basın: 04.01.2019)
*ABD Başkanı Donald Trump’ın Millî Güvenlik Danışmanı John Bolton: “ABD askerleri, Suriye’nin kuzeyindeki Kürtleri korumaya yönelik bir anlaşma olmadan çekilmeyecek.” (Basın: 06. 01.2019)
*ABD Başkanı Trump: ”Kürtlere saldırırsa, Türkiye’yi ekonomik olarak mahvederiz.” (Basın: 14 Ocak 2019)
Türk milleti, bir bütün olarak, bu âciz yaratıkların maddeye saplanmış zihinlerindeki fesat mikroplarını çökertecek ve imhâ edecek şuûrda ve idrâktedir. Bu sahte ve yalancı müttefikler, inşallah, yanıldıklarını anlayacaklar, pişmanlığın ötesinde, gün gelecek perîşân olacaklardır.
Şunu da hatırlamakta fayda vardır ki, Mehmet Âkif’in de, S. Ahmet Arvasî’nin de, Necip Fâzıl’ın da, Nihal Atsız’ın da, bu konudaki görüşleri aynıdır. Meselâ, bu hususta, S. Ahmet Arvasî şöyle der:
“Ben, İslâm iman ve ahlâkına göre yaşamayı en büyük saadet bilen, Türk milletini iki cihanda aziz ve mesut görmek isteyen ve böylece İslâm’ı gaye edinen Türk milliyetçiliği şuuruna sahibim. Benim milliyetçilik anlayışımda asla ırkçılığa, bölgeciliğe ve dar kavmiyet şuuruna yer yoktur.”(Size sesleniyorum-1, Model Yayınları, Şubat 1989, Önsöz Yerine, XI)
Emine Özgenç’in yazdığı bu kitap, elbette ki, edebiyat sahasında ve roman türünde bir san’at eseridir. Belli bir siyasî görüşün romanı olarak kabûl edilebilir. Bizim aradığımız ise, bir san’at eseri olarak, onda, fikrî inşâdaki beceridir.
Bu roman, sâdece, bir kardeşini şehit veren, çileli annesinden, babası Mehmut Emmi’den, eşi Zeliha’dan, kızı Selcen’den, oğlu Alper’den ve dostundan, arkadaşından, komşusundan, vatan, bayrak, din, insanlık diyerek tam oniki yıl ayrı kalmanın mücâdelesi değil; verdiği mücâdelede çektiği sıkıntıların, mağduriyetlerin, gördüğü zulümlerin ve işkencelerin...zihinlerde tasavvur ettirdiği mânâların da çok üzerinde eziyetlere mârûz bırakılan Halil’in nezdinde, mensubiyet duyduğu fikrin romanıdır.
Müşahedemiz odur ki, romancımız Emine Özgenç; bugüne kadar kazandığı tecrübelerine, bir yenisini daha ekleyerek yoluna aynı başarıyla devam etmektedir.
Meslekten gelen Türkçeciliğinin yanında, güzel Türkçe’siyle, ‘kendine mahsus bir roman üslûbu geliştirerek’ , onu, mükemmel kullanmasıyla, ismini, yeni romanlarla, çok daha işiteceğimizi düşünüyorum.
Romancının vazîfesi; hâdiseleri mevcut yaşanmışlıklarıyla tespit ve tasvir edip, birbiriyle irtibatılarını kavi tutarak hikâye etmektir. Romancılık buysa, iş, tamamdır demektir!..
Bize ise, takdir ve tebrik etmekle, devamını dilemek düşer!..