Kültür; içinde, bir milletin her türlü maddî ve mânevî değerlerini barındırmayı ifâde eden bir kelimedir.
Dilimize F(ı)ransızca’dan geçen bu kelimeye, Gökalp “hars” demiş; uydurukçacılar, onu, “ekin” olarak sâdece maddî mâna ifade eden bir karşılıkla değerlendirmiş fakat bu kelime, Türkçe’mizin estetiğiyle bütünleşmeyi başararak kabul görmüştür.
Bizim; kişi olarak, geçmişimizi tanımak, içinde yaşadığımız hâli değerlendirmek ve geleceğimize dâir bir istikamet çizebilmemiz için, mutlak surette “kitap”la irtibatlı olmamız gerekir.
Bu yazımda ele alacağım eser, Şâir-Yazar-Gazeteci Ali Kayıkçı tarafında iki ayrı kitap hâlinde yayınlanan “Samsun’da Kültür-Sanat-1 ve Samsun’da Kültür-Sanat-2” adlı kitapları olacaktır.
Şüphesiz ki, buna bağlı olarak da, Samsun şehrine umûmî olarak bir göz atmış olacağım.
Kültür târîfleri çoktur. En kucaklayıcı bulduğum bir târîfle başlamak istiyorum. Prof. Dr. Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri adlı eserinde şöyle der:
“Kültür, bir cemiyetin sahip olduğu maddî ve mânevî kıymetlerinden teşekkül eden öyle bir bütündür ki, cemiyet içinde mevcut her nevi bilgiyi, alâkaları, itiyatları, kıymet ölçülerini, umumî atitüt, görüş ve zihniyet ile her nevi davranış şekillerini içine alır. Bütün bunlar birlikte, o cemiyet mensuplarının ekserisinde müşterek olan ve onu diğer cemiyetlerden ayırt eden hususî bir hayat tarzı temin eder.” (Bknz. Prof. Dr. Mümtaz Turhan, Kültür Değişmeleri, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayınları, İstanbul 1972, Sf. 56)
Târifin son cümlesine dikkat etmek gerekir: “Bütün bunlar birlikte, o cemiyet mensuplarının ekserisinde müşterek olan ve onu diğer cemiyetlerden ayırt eden hususî bir hayat tarzı” ifadesi bize gösteriyor ki, kültür, her milletin kendi öz malıdır/malı olmalıdır.
O hâlde; her kültür ve medeniyetin bir cemiyetleşme/milletleşme tarzı vardır. Bundan hareketle, her milletin, kendi kültür ve medeniyet dâiresi içersinde, bir de ‘şehirleşme’ hedefi vardır/olmalıdır.
Türk milleti, târihin değişik safhalarında çok değişik coğrafyalarda –dağlık, ovalık, sulak, kurak…ne derseniz deyiniz- yaşamış bir millettir ve hâlen de bu yaygın coğrafyalarda hayat sürmektedir.
Anadolu Türklüğü olarak, yaşadığı bu coğrafyada, değişik târihlerde değişik kavimler de yerleşmiş, 1071 yılı îtibâriyle, bu mekân Türklerin ebedî yurdu olmuştur.
“Samsun’da Kültür Sanat” adlı iki ciltlik eser, Ali Kayıkçı tarafından 1998 yılında yayınlanmış ve âdeta, Samsun şehrinin ‘resmini çekmiş’tir.
Eserin birinci cildine yazdığım Takdim’de şunları söylemişim: “Kabul edilen en eski ismi (Amisos) olan Samsun’un; bu isimle alâkalı olduğunu gösteren hiçbir ciddî etimolojik ispat mevcut değildir. Aksine; asırlardır küçük bir köy (veya kasaba) hüviyetinde olan (Amisos)’a; (Samsun) adını Selçuklu Türkleri vermiştir.
Milâddan önce VIII. Asır ile Milâddan sonra XII. Asır arasında, pek çok kavmin gelip geçtiği, yerleştiği ve terkettiği bir diyâr olan (SAMSUN); asırlardan beri Müslüman Türk mührüyle damgalanmış, şanlı ve güzîde bir şehrimizdir. Burada, artık, ne “Gâvur veya Kara Samsun” vardır; ne Amisos, ne de Kimmerler, Frigyalılar, Persler, Pontuslar ve Bizanslılar. İsmiyle ve cismiyle Samsun, bizim öz diyârımız, vatanımızdır.”
Yâni, Samsun, en az bin senedir Müslüman-Türk kimliğiyle yaşamaktadır.
Dolayısiyle, Samsun, bir Selçuklu, bir Osmanlı ve bir Türkiye Cumhuriyeti şehridir. Ancak…
Ancak, geçen zaman içersinde değişen ve üzerinde ciddî olarak düşünmemiz gereken hususlar vardır/yaşanmıştır.
Bir şehrin edâsı, havası, tabiî güzelliği ve mîmârî hususiyetleri, caddeleri, sokakları, bahçeleri/parkları… acaba, ona, bu sözünü ettiğimiz câzibeyi sağlayabiliyor/kazandırabiliyor mu?
Selçuklu’dan ve Osmanlı’dan intikal eden eserler, Cumhuriyet döneminde gerektiği gibi muhafaza altına alınabilmiş mi, yoksa alındı görünenler dâhil ‘bozularak takdim’ mi edilmiş?
Ali Kayıkçı; iki ciltlik “Samsun’da Kültür ve Sanat” adlı eserinde, Samsun’un târih içersinde geçirdiği safhalardan; câmilerinden, çeşmelerinden, hanlarından, kalelerinden, kiliselerinden, bedestenlerinden, okullarından, gazetelerinden, mezarlıklarından, mânilerinden, atasözlerinden, siyâsî yapısından ve umûmî olarak kültür dokusundan/mûsıkî-tiyatro ve sâir folklorik faaliyetlerinden söz ederek, oldukça geniş bir çerçeve çizmiştir.
Karadeniz Bölgesi’nin veya Türkiye’nin dîğer şehirlerinde olduğu gibi, başlangıçta, saf varlığını koruyan fakat bakımsız kültür hazînelerinin, zaman içersinde, tâmirat adı altında büyük tahribata sebep olduğunu da belirtmemiz gerekir.
Konumuz Samsun olduğuna göre, bundan en az elli sene evvelini bildiğim şehrin safiyet ve mâsûmiyeti, devâsâ binalarla ve estetikten mahrûm caddeleri bölen köprülerle şaşkına çevrilmiştir.
Bir hakkı teslim etmemiz gerekir ki, bir sâhil şehri olarak, denizi görmeyen şehir; biraz olsun denizle muhatap olma imkânına kavuşmuş gibi görünmektedir. Denizle elele’lik olmasa bile, yüzyüze’lik mevcuttur.
T(ı)rabzon-Ordu cihetinden şehre girişteki, ölü balinayı andıran estetik mahrûmu köprü, şehri denizden kopardığı gibi, denizin de, şehir manzarasının da letafetini silip süpürmüştür.
Peşinen söyleyeyim ki, şehirde, park kültürü, maalesef yoktur. Cumhuriyet Meydanı’ndaki Atatürk Parkı ne yazık ki, anladığımız mânada bir ihtiyacı karşılamaktan uzaktır.
1963 yılında, zamanın valisi Hamdi Ömeroğlu tarafından açılan ve bilâhare, Bakanlar Kurulu Kararı’yla da, İzmir Fuarı’ndan sonra Türkiye’nin Milletlerarası ikinci Millî Fuarı olan Samsun Fuarı, her yıl 1-31 Temmuz târihleri arasında geniş bir faaliyet sahası buluyor ve sâdece Karadeniz Bölgesi için değil, Türkiye için de önemli bir mevki teşkil ediyordu. Ne var ki, bu fuar, kıyısında bulunduğu denizin temiz olmaması sebebiyle çok da tenkide mârûz kalıyordu.
Fuar niçin kaldırılmıştır, meçhûlümüzdür!..
Yâni; bu fuar, bugün mevcut değildir. Park hâline çevrilmiştir. Fakat, mekânda yer alan düğün salonlarının hâricinde çok da işlek olduğu söylenemez.
O zamanın Samsun’unda, -Mert Irmağı ile Gümrük/Liman arasında sıkışmış eski Samsun’da- “56’lar ve 66’lar” diye anılan semtler vardı ki, bunlar, en fazla iki katlı bahçeli evlerin bulunduğu imrenilecek mahallelerdi.
Bugün, upuzun caddeleri geçseniz ve sokakları dolaşsanız, bir tane çeşmeyle karşılaşamazsınız. Tabiî ki, Samsun, bilhassa son zamanlarda, cadde ve devâsâ binalar bakımından –tabiî ki, buna, şehircilik bakımından gelişme derseniz-çok gelişmiştir.
Kanaatime göre; T(ı)rabzon, Giresun, Rize, Ordu gibi Karadeniz şehirlerinde –hattâ ilçelerinde- olduğu gibi, Türkiye’nin başta İstanbul, Ankara , İzmir, Adana, Antalya, Bursa…şehirlerindeki çarpık, estetiksiz gökdelenler, bu şehirlerdeki bütün târihî câzibeyi silip süpürmüştür.
Kaldı ki; Samsun Batı Park’ta elli bin dönümlük arazi üzerindeki, başlıbaşına Türk kültürünün/tabiî ki Samsun’un hiçbir safhasında yer almayan bir faaliyet sürdürülmüş; önce, 12.5 metre yüksekliğinde, 4 metre genişliğinde ve 6 ton ağırlığında bir Amazon heykeli dikilmiş, ardından, sanki Anadolu’da “aslan” yaşamış gibi, 24 metre uzunluğunda, 11 metre yüksekliğinde, 8’er metre genişliğinde iki “Aslan Heykeli” yapılarak, güyâ, Amazon heykeliyle bütünlük sağlanmıştır.
Şüphesiz ki, bu kadar da değil, aynı sahada, yine binlerce lira harcanarak, 2.5 dönümlük bir arazi üzerinde bir “Amazon Köyü” inşâ edilmiştir.
Böylece; Samsun şehri, Selçuklu-Osmanlı-Türkiye Cumhuriyeti hüviyetinden uzaklaşmış, otuzu aşan “Amazon” ve yine otuzu aşan “Amisos” isimli resmî ve hususî müesseseleriyle asırlardır süregelen Müslüman-Türk kültür ve medeniyet hamlesi zedelenmiştir.
Vâlide Câmisi dile anılan Samsun Büyük Câmi’nin, tamiratına rağmen, iç ve dış cephelerindeki târihî değerinden uzaklaşma bir diğer kültürel bozulmadır.
Hakkında, ilki, Ankara’da yayınlanan Gündüz Gazetesi’nin 19-20 Haziran 1997 tarihli nüshasının 2. sayfasında “Vakıflarımız Sâhipsiz” başlığıyla neşredilen yazımda “Mahmut bin Ali Paşa Vakfı’na ait Taşhan’ın perişan hâlini dile getirmiş ve bu hususta da defalarca îkazda bulunmuştum.
Taşhan, birkaç sene evvel başlayan tâmirat ile, yeni bir hüviyete kavuşmuş görünmektedir. Fakat “Hangi hüviyet ?”diye sormamız lâzımdır. Çünkü; doğu cephesindeki /denize bakan kapı açık olmasına rağmen, batı cephesindeki kemerli kapı niçin kapatılmıştır ve niçin, şehirle irtibatı kesilmiştir, îzahı gerekir.
Kapatılan kapının yerine yapılan “asansör”, tek katlı târihî binada hangi ihtiyaç için asıl dokuyu bozmanın gerekçesi olmuştur, bilinmesi gerekir.
O eski Taşhan’ın hiçbir mânevî havasını bulamadığım bu binada, beşyüz yıl evvelinden oraya sinmiş bulunan Müslüman-Türk kimliğinden hiçbir eser mevcut değildir. Bunca masrafa rağmen, çevresiyle de bize mahsusluk taşımayan, şahsen, çok soğuk bir yapıyla karşılaştım. Kapısında, ne olduğuna dâir bir “kimlik levhası” bile yok!..
Ali Kayıkçı’nın “Samsun’da Kültür Sanat” adlı eser(ler)indeki tespitleriyle, bugünkü modernize edilmişler arasında uçurum denilecek derecede fark vardır. Kaldı ki, hâlâ, Samsunlular’ın yüzde doksandokuzunun haberdâr olmadığını düşündüğüm, Millî Mücâdele’nin ilk faaliyetlerinin yürütüldüğü “Şeyh Sadi Tekkesi” de hemen hemen, bu şuûrdan, aynı derecede uzak görünümdedir.
1869 yangınında yanan ve yerine, 1871 yılında yenisi yapılan Hançerli Câmisi’nin Millî Mücâdele yıllarında Hasan Umur Hoca tarafından vaazlar da verilen bir mânevî mekân olmasına –ve tabiî ki, birkaç defa îkazımıza-rağmen, girişindeki levhada “1943” yazılmaktadır. Bu umursamazlığı anlamak mümkün değildir!..
Geçen zaman içinde; Selçuklu, Osmanlı mirası eserlerin korunması yönünde gerekli tedbirlerin alınamaması ve alınmaya çalışılanların ise, aslından uzaklaştırılması bir yana; ismine bir türlü akıl erdiremediğim “Site Câmisi”nden başka, bu şehre değer kazandıran hiçbir esere de şâhit olmadım.
Ne yazık ki; İlkadım, Canik veya Atakum ilçelerinin tepelerinden Samsun’u temâşa ettiğiniz zaman, önünüzde, sâhile kadar inen ve arasında, sâdece ufak-tefek birkaç noktacık hâlinde yeşilliğin bulunduğu taş yığınlarını görürsünüz.
Şâyet; denize inen birkaç cadde veya sokak olmasa, şehrin nefes alabileceği hiçbir havalandırma vasıtası ve kuşlarının tüneyebileceği yeterli sayıda ağacı da yoktur.
Sokakların yıkım-yapımlarıyla dönen çark ise, şehre, köşe başlarındaki çöp kutularıyla tam bir temizlik çıkmazı da yaşatmaktadır.
Şunu açıklıkla söyleyebilirim ki, modernizasyon adına, Türkiye’nin bütün şehirlerinde yaşanan ‘şehirleşmeme gayreti’, Samsun’da da bütün hızıyla devam etmektedir.
Ne kadar yüksek bina, o kadar şehir!..
Ne kadar ağaçsız cadde, o kadar şehir!..Vaziyet bu!..
Kısacası; tam bir kültürel alabora yaşıyoruz!..