1916 yılında, Üçüncü Ordumuzun dağılması ve mukavemetsiz kalan silâhlı gücümüzün yeterli olmaması üzerine ,Rus ordusunun T(ı)rabzon'u işgali ve oradaki yerli Rum ve Ermenilerin, Rus birliklerini alkışlarla karşılamalarının ardından yaşanan vahşet, Müslüman -Türk insanını, kendini daha emin hissedeceği batı istikametine doğru hicrete sevketmiştir.
Bunlardan biri olan ve bilâhâre Samsun Belediye Başkanlığı da yapan Hasan Umur, Samsun'a hicretinden sonraki bâzı hâdiseleri şöyle anlatır:
" Birinci Umumî Harpten mağlup çıktık. Galip olan İtilâf devletlerile bir mütareke imza edildi. Fakat bu mütarekenin hükümleri hilâfına olarak memleketimizin birçok yerleri bu devletlerin askerleri tarafından işgal edildi. Halkına zulum ve hakaret yapılmağa başlandı. Bu meyanda Samsun'a da İtilâf devletlerinin asker ve zabitleri çıkmıştı. Bir yandan da Rum Metropoliti Yermanos tarafından idâre edilen Pontoscu Rum eşkiyasının Türk köylerini basıp yakmaları, kadın ve çocuk, ihtiyar genç Türk köylülerini feci şekillerde öldürdükleri görülüyordu. İçin için kan ağlayan bütün Türkler gibi Samsun halkı da fevkalâde bir yes, nevmîdî ( ümitsiz) ve heyecan içinde bulunuyordu." (Bknz: Hasan Umur-Âdil Pasin, Samsun'da Müdafaa-yı Hukuk, Tan Matbaası, İstanbul 1944, sy.6 )
Türk vatanı, sâdece dışardan gelenlerle mücâdele etmiyor, koynuna alıp dost diye bakıp-beslediği kişilerce de ihânete uğruyor, satılıyor, kahpece vuruluyordu. Koskoca ihtişâmlı Osmanlı-Türk Cihân Devleti 'nin hüküm sürdüğü dönemlerde bağrına bastığı zevatın, Müslüman Türk'ü nasıl arkadan hançerlediğinin ispatı olan bu satırların çok iyi anlaşılmasının ötesinde, çok tâze vak'alar olarak tahlil edilmesi de gerekir. Bu Türk, kime ne kötülük yapmıştı ki, bu muameleye müstahak görülüyordu, iyi bilinmelidir!
Hasan Umur; bir başka eseri olan " Samsun'da On Beş Sene" adlı kitabında da şu ibrete şâyân bilgileri verir:
" Samsun'nun Gümrük caddesinde kiraladığım dükkânda ticaret işlerine başladığım zaman, 1334 (1918) yılının sonlarıydı. Millî Mücâdele henüz başlamamıştı. İngiliz askerleri Samsun caddelerinde neşeli neşeli dolaşmakta, halk ise, endişe ve üzüntü içersinde idi.
Asırlardanberi mukadderatlarını bizimle birleştirdiklerini sandığımız müslüman olmayan unsurlar sevinç içinde, bu hâllerini açıkça hissettirmekten de çekinmiyorlardı.
İstikbal karanlık bir meçhuliyetle örtülü ve her geçen gün endişemizi biraz daha artırmaktaydı. Arasıra teselli verecek bir haber geliyorsa da, onun da serap olduğu anlaşılınca yeis bulutları bir derece daha kararıyordu.
Durum bu merkezde iken ahvalin hakikî ruhuna vâkıf olan vatandaşlar endişeli olmakla beraber, damarlarında dolaşan şehametli Türk kanı kaynıyor, kalplerinde cesâret, gözlerinde ümit parıltılarile yurdu korumak ve kurtarmak çarelerini aramaktan geri kalmıyorlardı.
(...) 1335 senesi ramazan ayının altıncı günü, Hançerli camiinde ikindi namazını kılacağımız zaman dostum ve hemşehrim Abdülkerim oğlu Halil Efendi, namazdan sonra camide vâz etmekliğim ricasında bulundu. Her ne kadar gönül bu sevdâdan uzaklaşmış, ticaret sahasına atılmış idiyse de, dostumun ricasını reddedemedim. Bu camide, sözlerimin dinleyenler üzerinde iyi tesir bıraktığını anladım. Ertesi gün, cemaatin çoğalması beni teşvik etti. Vâza devam ettim. Üç dört gün sonra ( cemmi gafir) büyük bir cemaatin etrafımı sardığını gördüm ve anladım ki benim gibi âcizin, şu nazik zamanda yapabileceği vatanî hizmet ancak bu yolda olabiliyor." ( Bknz: Hasan Umur, Samsun'da On Beş Sene, Güven Matbaası, İstanbul 1947, sy.5-6 )
Mes'ul ve salâhiyetlileri yazılı ve sözlü olarak defalarca uyarmamızı rağmen, Hançerli Câmiinin kapısında, hâlâ niçin " 1943 " yazıldığını takdirlerinize bırakarak; içimizdeki hâin ve gafillerin, yaşadığımız târihî hâdiselerden ibret almalarını temin için çok daha gayret sarfetmemiz gerektiğini de ifade etmek istiyorum. İhânetlerini ve gafletlerini , onların kafalarına iyice nakşetmemiz lâzımdır!
Yerli işbirlikçilerin, saldırganlardan daha tehlikeli olduğu da asla unutulmamalıdır! Bu, şu demektir ki; " Asırlardanberi mukadderatlarını bizimle birleştirdiklerini sandığımız müslüman olmayan unsurlar..." ile, sâdece " sanmak" fiili muhtevâsında temasta bulunulmalıdır.
Ve bilelim ki; bizim, Abdülkerim oğlu Halil Efendiler'e ve Hasan Umur Hocalar'a çok, hem de çok ihtiyacımız vardır!