Biri çıkıp da, bana, şu “duygu”nun yâni “his”in ne olduğunu dört başı mâmûr bir şekilde anlatsa da, ben de onun, şiirdeki, ‘akılsız’ varlığını idrâk edebilsem!..
Duygu, fikir midir yoksa ilhâm mıdır ki, her şey olsun, her şeyin yerine geçsin, her şeyin yerini tutsun?
Peki, onsuz olur mu, elbette ki, olmaz!..Konuşanlar, ne yazık ki, hep ona takılıyorlar...Duygu geldi, his gitti!..Muhakkaktır ki, o da şartlardan biridir. Olmazsa olmazlardan biridir, yalnız, ‘yegâne değil’dir. Ancak, o da, başka bir şeysiz olamaz: Akılsız!..
Akılsız ne olabilir ki?!
Muhakemeyi, içe nüfûzu, eleyip eklemeyi neyle yapacaksınız? Şiir, bir kelimeler hattâ heceler hesabı değil midir? Akılsız hesap yapılabilir mi?
İlhâm; sözlük mânasıyla, “içe doğma”dır. Duygu, ilhâm mıdır yoksa onun bir parçası mıdır? Yoksa, ilhâm mı duygu’nun bir zerresidir, bilemem!..Şu var ki, çok düşündüm, işin içinden çıkabildiğimi/çıkabileceğimi de söyleyemem!..
Biraz daha genişletelim: İlhâm-ı ilâhî veya ilhâm-ı rabbânî, “Allah tarafından gönle verilen duygu”dur. Burada, akan sular durulur!.. Demek ki, ilhâm, bir duygu’dur. “Gönle verilen duygu”...
Gönül, bizim lisânımızda yâni Türkçe’de böyle bir gönül’dür. Başka lisânda bulunmaz!..
Esâsında, “yüksek gönül ve yüksek gönüllü ile, büyük gönüllü”, mânalarının aksine, ‘kibirli gönül-lü’dür. ‘Yüce gönül-lü’ ise, ‘asîl, âdil, aşk dolu, seven-merhametli bir gönül’dür. ‘Alçak gönül-lü’, “tevâzû sâhibi, kibar, nâzik’tir ve ‘yüce gönül-lü’yle yakınlığı vardır.
Bunları, başkalarına anlatmak çok zordur.
Sözünü ettiğimiz “duygu”nun, şâirlerde biraz daha fazla olduğu ve az veya çok her insanda bulunduğu âşikârdır. Ancak..
Bu duygunun/ilhâmın, bâzı nâdir kişiler müstesnâ, ‘akıl’ olmadan, bir “terkip/kompozisyon” meydana getirerek bir san’at eseri vücûde getirmesi kaabil midir?
Meselâ; demez miyiz ki, “Benim/bizim gibi 50 şâir olmasından, Yûnus gibi bir şâir olsun evlâ”dır.
Mes’elemiz budur!..
Şiirde -veya her san’atta- bu mertebe yakalanmadıkça mükemmele yaklaşılabilir-ulaşılabilir mi, ‘eser vücûde gelebilir/getirilebilir mi?‘
Mükemmele giden yol üzerinde bulunmak şart’tır...
Alelacele, çalakalem...Asla!..
O zaman, kır, o kalemi, eline bir başka kalem al!..
Düşündüklerimi yazsaydım ve yazdıklarımı da yayınlasaydım, belki de ortalıkta gezemezdim...Kimsenin bir şey diyeceğinden değil, kendimi sîgaya çektiğim zaman, kendimle mücâdelemden!..
Ne akla gelen her şey yazılabilir, ne de her yazılan san’at değeri taşır!..
İşte, alelacele ve çalakalem deyişim bunun içindir!..Hem zamana ve hem de kaleme yazıktır!..
Şiir; en az iki kelimedeki ‘hecelerin uyumu’dur. Uyum!..
Durup düşünmemiz lâzımdır ki, nedir, bu?
Tekrar edelim: Uyum!..
Hayâtın, fikrin, kâinatın âhengi: Uyum!..
Sistem, nizam, tertip, hendese, muhakeme, mukayese, münzevîlik, taşkınlık, mûnislik, sevinç, sükûnet, hüzün ve korku...ve daha neler neler!..Fakat…
Her şeyde, uyum, her şeyden önce uyum!..Zıtlara varıncaya kadar uyum...Zıtlardan kaçışlarda da uyum!...Öyle bir hâl ki, kendinden geçirici, kendine getirici tezatını aynı anda yaşatan vaziyet!..Ölü taklidi değil, yaşarken ölüvermek!..Capcanlı bir hâl!..
Avrupalı zihniyet, birçok şeyde değil, çok şeyde bizi anladı, aklı kullandı, muhakeme etti ve geçti. Hem de çok!..
Anlamadıkları, kendi ziyanları!..
Şâyet, bu zihniyet, şiir bahsinde, en azından Yûnus Emre’yi anlamış olsaydı, daha doğrusu kibrini yenip ‘kabûllenebilseydi’, bir sürü “ekol” derdine düşmez ve vakit harcamazdı. Bâzıları, bunu, aklı kullanmaya yoracaklardır. Yorsunlar. O başka bir mes’ele, benim dediğim başka!..
Avrupa’nın bizi geçemediği ve geçemeyeceği –belki de- yegâne san’at dalı şiir’dir.
Biz, Şeyh Galib’in Hazret-i Mevlâna’yı; Necip Fâzıl’ın da Yûnus Emre’yi anlamış olduğu kadar kendi şiirimizi anlamış olsaydık, kimimiz Avrupalı’nın, kimimiz Mayakovski’nin peşine takılıp gitmezdi.
Avrupalı şâirler; Yusuf Has Hâcib gibi, Yûnus Emre gibi, Mevlâna gibi, Âşık Paşa gibi, Fuzulî gibi, Bâkî gibi, Nedim gibi, başlıbaşına birer ‘mektep’ teşkil eden şâirlerimizden, ancak birkaç asır sonra ortaya çıkabilmişlerdir.
Bizde; şayet peşten gelenler, bu büyük ve muhteşem an’aneyi yıkmak veya taklit etmekten ziyâde, anlamak ve yeni terkiplere girmeyi düşünselerdi, şu andaki şiirimize de kimsenin ulaşabilmesi mümkün olamazdı. Yine de, her şeye rağmen, güçlü bir şiirimiz olduğunu söyleyebilirim!..
Şiir; millî kültürün şâhikası, anadil’in zaferidir.
Bu vâdide, Avrupalı veya başkaları, bizim ‘gönül dünyâmızı’ kavrayamadıkça, bizi yakalamaları ve aşmaları da zordur.
Bu sahada da, tıpkı diğerlerinde olduğu gibi, bizim düşmanımız, evet düşmanımız, maalesef, biziz/ kendimiziz!..
Çünkü, tembellikten ve usangaçlıktan bir hâller oluyoruz. Sonra da, birileri, bize, bu iş olmadı deyince, hırsımızdan yerimizde tepinip duruyoruz.
AYDIN EFESİ DERGİSİ, SAYI: 66, OCAK-ŞUBAT-2022, SF.9-10