Daha önceki yazılarımdan birinde de ifade ettiğim gibi, “Türk sun’i destan şâirlerinin, gerek destan üslûbu, gerekse muhtevâ zenginliği bakımından en önde gelen ismi, hiç şüphesiz ki, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’dur.” (Bknz. M.Halistin Kukul, Yeni Türk Şiirinin Manzûm Destan Şâirleri, Erciyes Dergisi, Sayı: 351, Mart 2007, Sf. 27)
Türk tabiî destanları, ister efsânevî olsunlar, ister bir hakikati ifade etsinler, dünya milletleri arasında seçkin ve üstün bir mevkiye sâhiptirler. Alp-Er Tunga ve Manas Destanları, Hun Kağanı Mete Han/Oğuz Han için yazılan Oğuz Kağan Destanı, Bozkurt/Ergenekon Destanı, Battal Gaazi Destanı, Türeyiş ve Göç Destanı, Köroğlu ve Genç Osman Destanları bu tarz destanlardır.
Son dönem Türk sun’i destancılığında ise, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun yeri farklıdır. Farklılık sâdece konularındaki isâbette değil; Türkçe’yi mükemmel kullanmasında ve destan tarzına mahsus âhengi coşkulu bir üslûba taşımasındadır.
Bunun, en güzel numûnesini, “Bozkurtların Destanı” adlı muhteşem eserine yazdığı “Başlarken” şiirinde bulmamız mümkündür. Diyebilirim ki, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun destanlarının anafikrini/özünü de bu mısralar teşkil eder:
“Geçmişi öğrenelim, gezip anayurtları;
Görelim, hangi tasa öldürmüş Bozkurtları!
Çevirelim gözleri ondört asır önceye;
Sonra bugüne dönüp dalalım düşünceye…
Seni özünden vuran düşmanın kimmiş dünkü?
Göreceksin ki, yine aynı düşman bugünkü!”
Naklettiğim bu altı mısrada bile, mes’elemizi, bir bütün olarak ifade etmekte, gelecek nesillerin uyanık olmasına dikkat çekerek ibret alınmasını işâret etmektedir.
Bu mısralarda, târihin/geçmişin öğrenilmesi; gaflet veya hiyânetlerle Bozkurtlar’ın/Türk milletinin nasıl yok edilmeye çalışıldığı/öldürüldüğü; gözlerimizi ondört asır önceye çevirip, iyi bir sosyolojik tahlil yapmamızın yâni düşünmemizin lüzumu ve dün’ü, bugün’e bağlayarak, “düşman”ın o günden bugüne değişmediği bâriz bir şekilde ortaya konmaktadır.
Demek ki, Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, bir şâir olarak, ‘târih sosyolojisi’ bakımından da, çok ciddî bir çalışmaya ihtiyaç olduğu uyarısını yapıyor.
Her şeyden önce; bugünün -Türkiyesi ve Türk Dünyası- yâni topyekûn “Anayurtları”ndaki, bu hüviyete mensup her kişi, bu müşterek ülküler etrafında toplaşarak istişâre yapmalı, çalışmalıdır.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, destanlarında, millî ve mânevî değerlerimizin tâvizsiz savunmacısıdır. Bu hususta, çok samimî, çok ciddî ve ısrarlıdır. Çünkü; O, haklı bir dâvânın müdafiî olduğunu çok iyi bilmektedir.
Vefâtının otuzuncu yılında, O’nun eserlerini tanımalı/tanıtmalı, gençlerimize okutmalı ve onları, millî şuûrun temellendirdiği ülkülerle beslemeliyiz.
Türk şiirine kazandırdığı destan tarzındaki bu eserleri birer gurur âbidesidir:
“Bozkurtların Rûhu (1952),Gençosman Destanı (1959), Kür Şâd İhtilâli Destanı (1970), Malazgirt Destanı (1971), Bozkurtların Destanı (1972), Boğaç Han Destanı (1972), Salur Kazan Destanı (1974), Destanlarda Uyanmak (1983), Destanlar Burcu (1988), Alp-Erenler Destanı (1990).
Bu vesileyle; O’nu, vefâtının 30. yılında rahmetle anıyorum. Rûhu şâd, mekânı cennet olsun!..