Adı, büyük Türk Devletleri'nin / İmparatorlukları'nın arasında geçiyordu. 1526 yılında, Muhammed Bâbür Şah tarafından kurulmuştu ve ona, Gürgâniye Devleti de deniliyordu.
2013 yılı îtibâriyle, bugünkü Hindistan, Pakistan, Bangladeş ve Afganistan coğrafyasını içine alıyordu.
Kuruluşundan kısa bir zaman sonra, ihtişâmlı büyük Türk-Hint İmparatorluğu olarak ismini dünyâya duyurdu.
Zamanının büyük dîn âlimlerinden olan, "Mektûbât" adlı eserin müellifi İmâm-ı Rabbânî Ahmed Fârûkî Serhendî hazretleri ( 1563-1624) de, Hindistan'ın Serhend şehrinde hayat sürüyordu.
Bâbur / Gürgâniye Devleti ; 1658'den îtibâren Evrengzîb Âlemgîr Şah zamanında en haşmetli ve parlak dönemini yaşadı. Evrengzîb Şah; İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu Muhammed Ma'sûm Fârûkî ve onun oğlu Muhammed Seyfüddîn hazretlerinden feyz aldığı gibi, Şeyh Nizâm Muinüddîn-i Nakşibendî başkanlığındaki bir heyete de, Hanefi mezhebi üzerine Fetâvâ-i Hindiyye adındaki çok kıymetli fetvâ kitabı da hazırlatarak, ilme verdiği ehemmiyeti gösterdi.
Ve buna rağmen, bu muhteşem Devlet, 332 yıl, dünyâ sahnesinde kalarak, ona 1858'de,"vedâ" etmek zorunda kaldı / bırakıldı.
Hiçbir kimse gibi, hiçbir devlet de, elindeki imkânları terkedip, sürdüğü hükümranlığa,kendi isteği ve rızâsıyla "vedâ" etmez ve bu hakkı aslâ ve aslâ başkalarına devretmez.
Elbette ki, işin içine başkaları girdi. İçte, nifak başladı. Başta İngilizler olmak üzere, bütün Avrupalılar bu yıkımda seferber oldular. Demek ki, 'içine', başkalarını sokma gafletini göstermeyeceksin! Yanlış mı?
Zamanın, "gaflet"e, "Dur!" deme salâhiyeti ve imkânı olabilir mi? Zaman, zâten durmaktadır ve onun içinden geçen bizleriz: Gaafiller, mâsûmlar, sürüngenler, hâinler, kahramanlar, âcizler, zenginler, sefiller, vurdumduymazlar, ârifler, âlimler...Kim geçmedi ki, zaman çemberinden!..
Kurnazlar, hin düşünceliler, fitneciler, kindârlar, sahtekârlar...kademe kademe , sinsi sinsi ilerlediler. Duracakları ve vuracakları zamanı ve yeri iyice ayârladılar. Gün gelip çattı ki, artık iş işten geçmişti!...
Koskocaman Bâbür /Gürgâniye İmparatorluğu, son demine gelmişti. Müslüman-Türk, yine oyuna gelmiş, iyi niyetinin kurbanı olmuş ve İngiliz hîlesi emeline ulaşmıştı.
Şimdi, birkaç soru sormam gerekiyor: Bu devletten yâni Bâbür İmparatorluğu'ndan kaç Türk'ün haberi vardır? Bâbür İmparatorluğu'nun- bırakınız nasıl kurulup, yıkıldığını- bir Türk devleti olduğu, maârifimizdeki kitaplarda ne derecede ifade buluyor??
"Dost-dostluk" kelimelerini, tek taraflı kullanmak mümkün müdür? Hayır! Çünkü; kelimenin yapısı, en az "iki uçlu" olmayı gerektirir. O hâlde; "Türk" üzerinde oynanan oyunlardan haberdâr edilmekten gelecek nesillerimiz niçin mahrûm bırakılmaktadırlar? Bizim "dost"luğumuzun diğer ucunda hangi "dost" bulunmaktadır ki, ona güveniyoruz?
Hulâsa; İngilizler, Hindistan'ı , biz Türkler'den, hîle yoluyla aldılar! Anladınız mı?..
Ve; yıl 1837'dir. Son Bâbür hükümdarı olan İkinci Bahâdır Şah, artık, sâdece kâğıt üzerinde "hükümdâr"dır. İngilizler, bir ordu ile Delhi'yi kuşatır ve orayı Bâbürler'den alır. Dükkânlar,evler basılıp mallar yağmalanır. Ortalık kan gölüne döner.
Hani, İngilizler "dost"tu! Hani, paranın, malın, mülkün , servetin, dünyada hiçbir ehemmiyeti yoktu. Hani; her şeyden önce "dostluk" gelirdi! Hani!..Hani!..Hani!...
Bütün bu "hani "ler; "gaflet"in bedeli olarak bize pişmanlık olarak dönmüş ve aldığımız yaraların hiçbiri bedenimizden eksik olmadığı hâlde, sırtımızı yine onlara dönmekten imtinâ etmemişiz!
Maalesef!...