Aşk; sarıp sarmalayan, derin bir muhabbetle kucaklayan, gönüller arasına mecâzî değil, hakîkî köprüler kurabilen, şiddetli sevginin adıdır. Bu cihetten bakıldığı zaman, aşk; ahlâkın güzelleşmesi yolunda merhale katetmek ve seviye kazanmaktır.
Âşık Veysel; edebiyat dünyâmızın aşk damarlarından biridir. O’nda, ilâhî aşka kapı aralayıp yol bulan bir sevdânın emârelerini buluruz. Âşık Veysel’de; Anadolu râyihası, rengi ve âhengi vardır.
Gönlünde közlenen ve ondan akseden kelâmda, bu râyihanın, rengin ve âhengin, ebedî aşkla hemhâl edilmiş ve ona sinmiş mânâsı mevcuttur.
O’nun ve O’nun gibilerin ömür sürdüğü bu topraklar; tozuyla-çamuruyla, taşıyla, dağıyla-yamacıyla, kurduyla-kuşuyla, soluklanılan havasıyla, yudumlanan suyuyla…bağrına, ezân sesi nüfûz etmiş mekânlardır ki, dünyânın hiçbir mekânında, Veysel’in nefesindeki gibi soluk alıp verebilen bir başka Veysel/ bir başka soluk daha yoktur.
Ezân sesi ki; semâlarımızdaki hür ve ebedî ses olduğu kadar, şehitlerimizin ruhlarıyla, bu azîz topraklarla da haşir-neşir olup, kan’la beraber yoğrularak, ona,“ vatan” vasfını kazandıran en mühim unsurdur.
Demek istediğim şudur ki; bu mânâda, bizim coğrafyamızın – Müslüman Türk coğrafyasının- hâricinde, bir başka coğrafyanın da, böyle bir soluğa nâil olabilmesi pek zordur.
Âşık Veysel; “ Güzelliğin On Par’etmez” başlıklı şiirinde şöyle der:
"Güzelliğin on par’etmez
Bu bendeki aşk olmasa.
Eğlenecek köşk bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa.”
Demek ki, “ aşk”, “ gönül” denilen o mânevî mekândaki “ köşk”te saklıdır. O’nun gönlü ise, Pîr-i Türkistan Ahmed Yesevî’nin, Yûnus Emre’nin ve Hacı Bektâş-ı Velî’nin gönlünün mayalandığı aşk mayasıyla mayalanmıştır.
Bu hususta, Ahmed Yesevî hazretlerinden birkaç mısra da olsa nakletmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Şöyle buyuruyor:
“Sabahları kulağıma nida geldi:
“ Zikr et!” dedi, zikrini diyip yürüdüm işte.
Aşksızları gördüm ise, yolda kaldı;
O sebepten aşk dükkânını kurdum işte.”
( Bknz: Dîvân-ı Hikmet’ten Seçmeler, Ahmed-i Yesevî, Hazırlayan: Prof. Dr. Kemal Eraslan, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayını, Ankara, 1983, sy.73)
Birkaç örnek daha sunuyoruz: “ Âşık olsan, önce varıp Hakk’ı tanı!” (a.g.e. sy.111) ; “ Aşksızların hem canı yok, îmânı yok”( a.g.e.,sy.121) ;” Aşk yoluna girenler, Hak didarını görürler.”( a.g.e.,sy.125); “ Hakk’a âşık sâdık kişi yalnız yürür;/yarın varsa, Hak önünde izzet görür.” ( a.g.e., sy. 151)); “ Aşk kapısını Hak yüzüme açıverse,/ hâs aşkını gönül içine yerleştirse” ( a.g.e. sy.165)
Prof. Dr. Mehmet Kaplan, şu isâbetli görüşleriyle Âşık Veysel’i tarif eder: “ Yedi yaşında gözleri kör olan Veysel, kâinatın güzelliğini çocuk gözüyle görmüş, fakat daha sonra bu nimetten mahrum kalmıştır. Etrafında çok güzel bir âlemin varlığını hissetmek, fakat onu görememek, şâiri tasavvufî görüşe yaklaştıran âmillerden biridir. Fakat burada Mevlâna ve Yunus’tan beri Anadolu’da mânevî bir nehir gibi akan ve bütün şâirleri besleyen tasavvuf geleneğinin de tesiri vardır. “ ( Bknz. Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Kültür Bakanlığı Yayını, Ankara, 1990, sy.375)
Bu sebepledir ki, “ Âşık Veysel Aşkı”, kesretteki/çokluktaki, tek tek zerrelerin, tevhîde tevcih edilmiş hâlidir. Bu aşk, bir “hâl”dir ve Âşık Veysel için çok tabiî bir mizacın mahsulüdür.
O’nda, birkaç yıl da olsa “ gördüğü” ve “ sezdiği” bütün tabiat unsurları- insan, hayvan, nebat ve cemad- bu hakîkî aşka vesîle kıymetler olarak görünürler.
“Saklarım Gözümde Güzelliğini” başlıklı şiiri, bu mânâda çok önemlidir:
“ Saklarım gözümde güzelliğini
Her neye bakarsam sen varsın orda
Kalbimde gizlerim muhabbetini
Koymam yabancıyı sen varsın orda
Aşkımın temeli sen bir âlemsin
Sevgi muhabbetsin dilde kelâmsın
Merhabasın dosttan gelen selâmsın
Duyarak alırım sen varsın orda
Çeşitli çiçekler yeşil yapraklar
İrenkler içinde nakşını saklar
Karanlık geceler, aydın sabahlar
Uyanır cümlâlem sen varsın orda
Mevcudatta olan kudreti kuvvet
Senden hâsıl oldu sen verdin hayat
Yoktur senden başka ilanihayet
İnanıp kanmışım sen varsın orda
Hu çeker iniler çalınan sazlar
Kükremiş dalgalar coşar denizler
Güneş doğar perdelenir yıldızlar
Saçar kıvılcımlar sen varsın orda
Veysel’i söyleten sen oldun mutlak
Gezer daldan dala yorulur ahmak
Sen ağaç misali biz dalda yaprak
Meyva çekirdeksin sen varsın orda.”
Yûnus Emre’nin:
“Öldür nefsün dileğini ilet teneşir üstine
Yohsa gensiz öliceğez sana fermân olur gassâl”
Veyâ:
“ Bu miskin Yûnus’ı gör dervişlik ile geldi
Nefsindendür şikâyet nefsin öldüren gelsün”
Dediği gibi, Âşık Veysel de, “ Beni Hor Görme Kardeşim” başlıklı şiirinde şöyle der:
“Beni hor görme kardeşim
Sen altınsın ben tunç muyum
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben saç mıyım
(...) Topraktandır cümle beden
Nefsini öldür ölmeden
Böyle emretmiş Yaradan
Sen kalemsin ben uç muyum”
Âşık Veysel; “ Senlik Benlik Nedir Bırak” başlıklı şiirinde de, Türk milleti olarak, millî birlik çatısını işâret eder:
“ Allah birdir Peygamber Hak
Rabbül âlemindir mutlak”
O’nda, öylesine ileri derecede bir “ bayrak, vatan ve millet sevdâsı “ vardır ki, bunu, pek çok şiirinde bulmamız mümkündür. Meselâ, “ Türk’üz Türkü Çağırırız” adlı şiirinde, bu tema çok üst mertebededir:
“ Dünya dolsa şarkıyılan
Türk’üz, türkü çağırırız
Yola gitmek* korkuyulan
Türk’üz türkü çağırırız
Türk’üz, Türkler yoldaşımız
Hesaba gelmez başımız
Nerde olsa savaşımız
Türk’üz, türkü çağırırız
(...)Bayramlarda düğünlerde
Toplantıda yığınlarda
Sıkılınca dar günlerde
Türk’üz, türkü çağırırız
(...) İnler Veysel arı gibi
Bülbülllerin zârı gibi
Turnalar katarı gibi
Türk’üz, türkü çağırırız ”
( *Yola gitmek: Sivas ağzında “ Yola gitmeyiz” demektir. )
Âşık Veysel’i, ilk defa, Erzincan Askerî Lisesi öğrencisiyken, Okul Komutanlığımızın bir dâveti üzerine okulumuza geldiği zaman, henüz onaltı yaşımı sürdüğüm sıralarda- 2013 yılı itibâriyle 55 sene önce- görmüştüm. Buna dâir kısacık hâtıramı da, “ Âşık Veysel Hâtırası” başlığıyla, Türk Edebiyatı Dergisi’nin 1974 yılı temmuz sayısında yayınlamıştım. Daha sonraları, hakkında, birkaç makale daha yayınladım.
Âşık Veysel, güzel insandı. İçli insandı. Samimiydi. Tevâzû sâhibiydi. Vefâsı, cefâsını dağıtmaya yetmişti. Vatanını, bayrağını, dilini, dinini, peygamberini, milletini çok seviyordu. Fazîlet ve edeb numûnesi olarak, her zaman takdir gördü ve takdirle yâd edildi.
O; “ Uzun ince bir yolda”; “ İki kapılı handa”; “ Gâh ağlayan gâhi güle” ömür süren ve “Yetişmek için menzile”, “ gece gündüz gi”derek âhirete göçen; bir mısrasındaki, “ Kişi sabır ile bulur kemali” düsturuyla hareket eden bir gönül adamıydı.
Âşık Veysel:
“Türk adı babamdan bana mirastır
Daha bundan başka adı neyleyim”
Diyen, pırıl pırıl bir Müslüman Türk’tür. Bir başka şiirindeki şu kıt’ada bunu daha güzel bir ifade ile görüyor ve son sözü, rahmet dileklerimle, O’na bırakıyorum:
“ Aslım Türk’tür, elhamdüllah Müslüman
Şükür âmentüye etmişiz iman
Kalbime yaraşmaz şirk ile güman
Kalbimiz nur ile dolu sayılır!"
ÇINGI DERGİSİ, MART-NİSAN 2013, SF.38-39; OLAY GAZETESİ, 21-22 MART 2014, SF.8