Yûnus Emre, Türk ve dünyâ şiirinin şahdamarı’dır. Her mısrâsı değil, her “harfi”, her “hecesi”, tefekkürünün ve estetiğinin terennümü olarak ikrâm edilir.
Yalnız, bir şey var ki, O’nun şiirlerine bakanlar, herhâlde, Fuat Köprülü hocanın “Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar” adlı kıymetli eserinin tesirinde fazla kalmış olmuşlardır ki, O’nu, hep bir cephesiyle “mutasavvıf şâir” olarak anagelmişlerdir.
Bu bir sathî görüş veya kanaat değil, selîm düşüncedir ve elbette ki, çok doğrudur. Yûnus Emre, büyük bir mutasavvıf şâirdir. Ancak, bu düşünce, O’nun, içtimâî mevzûlardaki uyarılarının hep gözardı edilmesine sebep olmuştur.
Hâlbuki, Yûnus Emre, nerede ne kadar ömür süreceksen, orası için o kadar hizmette bulun yâni kısa dünya hayatına vereceğin kıymet de onun değerinde olsun ve oraya hangi maksat ile gönderildiğinin de şuûrunda bulun, düşüncesindedir. Yâni; dâimâ, “Dünya âhiretin tarlasıdır” hadîs-i şerîfi istikameti üzerindedir.
Bu husustaki beyitleri çoktur. Bâzıları üzerinde, müstakil olarak, daha evvelki yazılarımda durmuştum. Şimdi de, yine, mevzûmuzu ilgilendiren bâzı beyitleri üzerinde durmak istiyorum.
Diyor ki:
“Nice bir besleyesin bu kadd ile kâmeti
Düştün dünya zevkine unuttun kıyâmeti”
Böyle üstün ve zarîf bir estetikle, böyle üstün mânâlı bir düşünceyi ifade edebilmek ancak Yûnus Emre’ye mahsus olabilir.
Kilit kelimeler, “kadd ile kâmet”in boşuna “beslenmesi”dir. “Kadd ile kâmet”, boy-pos’tur. Endâmdır. İnsanın dış kalıbı, fizikî yapısıdır. Sâdece yemek içmekle, gezip tozmakla ömrün geçirilmemesi gereği vurgulanmaktadır.
Bunların hepsi, “dünya zevkine düşmek” dünya zevkine dalmaktır. “Kadd ile kâmeti” doyurup beslemenin bir maksadı ve bir hedefi olmalıdır ki, bu da, “kıyameti”/ölümü unutmamaktır. Ölümü unutmamak, bâzılarının vaz eder gibi söyledikleri k(ı)lişe bir söz değildir. Ölümü unutmayan, en başta yalan konuşmaz, kul hakkı yemez, zamanını boşa harcamaz. Bu ise, insanın, tek başına yâni fert olarak kendine duyduğu mes’uliyetin icâbıdır. Allah’a, mes’uliyetle ibâdet; kula ise, merhamet ve hizmettir.
Yûnus Emre, şiirin devamında ise, neyin yapılmasının şart olduğunu da şöyle ifade eder:
“Dürüş kazan ye yedir bir gönül ele getir
Yüz Kâbe’den yigrektir bir gönül ziyareti”
Zâten, bir başka beytinde de, bunu teyid ederek şöyle der:
“Bir kez gönül yıktın ise bu kıldığın namaz değil
Yetmiş iki millet dahi elin yüzün yumaz değil
Doğru yola gittin ise er eteğin tuttun ise
Bir hayır da ettin ise birine bindir az değil”
Çünkü; Yûnus Emre’ye göre, “Bu dünya bir evrendür âdemleri yutucu”.
Bu da, şu demektir ki; “Bu dünyâ, âdemoğlunu/insanı yutan “bir ejderhâ/bir zehirli yılan”dır. İnsanoğlu, buna göre ayağını denk almalı, hem Hâlık’ına, hem kendisine ve hem de yaşadığı cemiyete karşı vazîfelerini itinayla yerine getirmelidir.
Yûnus Emre; maddî varlığın bir gün sona erip biteceğini, bu bakımdan doğruluktan-iyilikten ve güzellikten asla tâviz verilmemesinin ve kötülüklerden uzak durulmasının gereğini işâret eder:
“Seni Hak’dan yığanı her ne ise ver gider
Ne beslersin bu teni sinde kurt kuş yer gider
Ölene bak gözün aç dökülür sakalı u saç
Ilan çıyan gelir aç yiyip içip sîr gider”
(sîr=tok, doymuş)
Zîrâ;
“Teferrüc eyleyi vardım sabahın sinleri gördüm
Karışmış kara toprağa şu nazik tenleri gördüm
....
Soğulmuş şol kara gözler belirsiz olmuş ay yüzler
Kara toprağın altında gül derer elleri gördüm”
Mısrâları da, insanoğlunun, dünyâ varlığında/hayatında, nasıl bir yol tâkîp etmesi gerektiğini îkaz eder.
Yûnus Emre, “fesatlık” ve “yalan”la da vargücüyle mücâdele eder. Çünkü; “Yalanla îmân bir arada bulunmaz”. Çünkü; fesat giren yerde bütün kötülükler boy verir, artar:
“N’ola gelsen şimden geri fesadı terk etsen gönül
Gâh ağlasan günahına gâh kanaat etsen gönül
İşin gücün fesat ile yaktı beni hırs od ile
İltsen yari bir uğurdan yanar oda atsan gönül”
(İltmek=İletmek, götürmek)
Yûnus Emre, yalancılık bahsinde de tâvizsizdir ve yalan söylemenin en büyük günahlardan biri olduğu tembihini hatırlatarak insanları uyarır:
“Yalancılık eylemegil aşka yalan söylemegil
Bunda yalan söyleyenin anda yeri zindandadır”
“Yalan söyleyenin” âhiretteki “yeri zindandır”. Tabiî ki, yalancının yüzü, dünyada da kapkaradır.
Yûnus Emre’nin:
“Cümle yaratılmışa bir göz ile bakmayan
Halka müderris ise hakıykatte asidir”
Beyti, başlıbaşına bir dünya görüşünün ifadesidir.
Zîrâ, O’nun;
“Bundan kendözün giden oldurur yolda kalan
Benim bir karıncaya vallah istadım vardır”
(İstad=Hoş görüş)
Beyti, ister sâde bir kişi, isterse dünyâya hükmeden biri olsun, hepsi, bu kaidelere tâbidir. Çünkü; Yûnus Emre, mes’eleye, ilkönce, “insan” ve “canlı”ya hürmet gözüyle nazar eder. Bu, bir “karınca” da olabilir, herhangi bir kişi de, bir “beğ” de...
Nitekim:
“Beğler azdı yolundan bilmez yoksul hâlinden
Çıktı rahmet gölünden nefs gölüne dalmıştır”
Ve;
“Gitti beğler mürveti binmişler birer atı
Yidiği yoksul eti içtiği kan olasır”
Mısrâları, bu fikrin açık îzahından başka bir mânâ taşımaz.
Benim nezdimde, bunların hiçbiri, “âhiretle korkutmak” değil, “dünyevî ve uhrevî sosyal terbiye “ veya bir başka bakışla da “bediî terbiye usûlü”dür“ ki, bu da, dünyâ hayatı içersinde, insanlar arası münâsebetleri mükemmel bir şekilde tanzim etmek, geliştirmek ve yaygınlaştırmak için en önemli vasıta olma emelidir.
San’atın; güzellik vasfı ile, ıslah ve terbiye edici ciheti, maalesef, ‘unutulmuş gözükmemektedir’, bilâkis unutulmuş/unutturulmuştur.
Kişi için ‘nefs terbiyesi’, toplum için ise, ‘içtimâî vicdân muhasebesi’ yapmaktır. Yalansız, iltimassız, hasetsiz, kandırmacasız, hakbilir, hoşgörülü, hürmetli bir cemiyet inşâsının yegâne şartıdır.
Nefs terbiyesi, toplum nezdinde bir mevki bulmadıkça önemli bir değer taşımaz. Bu sebeple; Yûnus Emre:
“Ben gelmedim da’vi için benim işim sevi için
Dostun evi gönüllerdir gönüller yapmaya geldim”
Derken; bunun, gelişigüzel bir tavırdan ziyâde, ilmî temeli olan, “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hûd, 112); “Sözün doğrusunu söyleyiniz” (Ahzâb, 70); “Biz, insanı en güzel biçimde/surette yarattık” (Tîn, 4) ve “İnsanlara, güzellikle söyleyiniz” (Bakara, 49) esasına dayanan “ilmî bediî bir usûl’dür ki, Yûnus Emre bu hususta da şöyle der:
“İlim ilim bilmektir ilim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsin ya nice okumaktır”
İnasanlığın huzur, refah ve saadeti, fert ve toplum olarak “kendini bilmek”ten geçer!..Kendini bilmek ise, bir bakıma, mes’uliyetini idrâk’tir.
ÇAĞRI DERGİSİ, SAYI:729, AĞUSTOS 2020, SF. 68; Türk Yurdu Dergisi, Sayı: 420, Ağustos 2022, Sf. 40-41