Geleceğe dâir tasavvurlarımız olmalı. Türkiye’yi inşâ edip yükseltecek; Türk dünyâsını kucaklayıp cihânşümûl mertebeye ulaştıracak; dünyayı sulh ve sükûn diyârı yapabilecek bir ülkümüz olmalı!..
Eskiden; “Büyük Türkiye” ve “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” diye hedefler vardı. “Hira Dağı kadar Müslüman, Tanrı Dağı kadar Türk “ ve “Yüz milyonluk Türkiye “ tâbirleri zamanın gençliğinin şuurunda yerleşmiş ve ülkü hâlini almıştı.
O gençler şimdilerde ne oldu ve o gençlerin yerlerine gelenler ne hâldedirler, bilemiyoruz bile!..
Yarınki Türkiye!..
Torunlarımızın ve onların torunlarının Türkiyesi’dir!..
Bu Türkiye’yi şimdiden/bugünden sezmek, keşfetmek, tanzim etmek istidadını gösterirsek, başarıya da o kadar yaklaşmış oluruz. Yâni; şimdiden, o Türkiye ile, ‘empati’ kurmalıyız!..
Bunun nasılları üzerinde etraflıca düşünebilmeliyiz. Günün/ günlük’ün ötesine geçip, tasavvurumuza dönüp bakabilmeliyiz. Olabilirliklerine “Evet” deyip, olamazlıklarının sebeplerini istişâre etmeliyiz.
Tartışma kelimesi, bizde maalesef başka cephelerde tatbikat buluyor. Hazımlı bir kelime olmaktan çıkarıldı. Tartışma denildi mi, işi yumruklaşmaya taşıyanların sayısı arttı. Şüphesiz ki, artık, ben de, bunu böyle anlıyorum. Böyle bir zemin mevcut değil!..Tartışma; son hâliyle, bağrışma’dır. Az sonrası kolların havaya kaldırılması ve nihâyet yumrukların sallanmasıdır. Yâni, maalesef, tartışma’dan mahrûmuz. Bunun için, istişâre kelimesini kullandım.
Hakîkî mânada istişâre..Başbaşa verip, ciddî ciddî düşünüp, hâl-hatır sorarcasına muhabbetli bir ‘ilmî istişâre’ ye dalmalıyız.
Bütün fen sahalarında, t(ı)ransfer/nakil hattâ kopye bilgi’den, üreten bilgiye geçmeliyiz. Hiçbir ilim sahasını birbirine tercih ederek, birini öbürünün önüne geçirmemeliyiz.
İlk önce ve âcilen yapılması gereken şey, ‘Büyük Türkiye hedefli birleştirici kaynaştırıcı kucaklayıcı güçlü siyâset’tir.
Güçlü siyâset; kendine güvenen, başkalarının fikirlerine saygı duyan, adâleti rehber edinmiş lider veya liderler heyetinden müteşekkil geniş yapılı bir kadro’dur.
Birbirinin omuzuna basan değil, birbirinin koluna girerek onu ayağa kaldıran politikaların mensuplarıdır. Köşe kapmaca ve adam kayırmanın değil; adâleti ve ilmi esas alarak, öncelikle Türk milletinin selâmeti için, Türkiye Cumhuriyeti’nin her ferdinin mânevî değerlerine sâdık kalarak, iktisadî ve kültürel şahlanışını sağlamaktır.
Kişi başına düşen millî geliri, dünya ortalamasının üzerine çıkarmak; gençlere ümit verici her türlü hamleyi yapmaktır.
Bunun için; iktisâdî, kültürel ve askerî sahalarda kendini gösterecek bir millî maarif sistemi uygulamasına girişmektir.
Bugün; Türkiye, ziraat ve hayvancılığı temel unsur yapmak şartıyla, sanayi ve teknoljik gelişmesine hız vermek için, öz yâni kendi millî değerlerini israf etmeden, kullanılabilir ve menfaatine uygun dış sermayeye yer vermelidir.
Şunu unutmayalım/unutmamamız gerekir ki; bir ülkenin ‘ziraat ve hayvancılığı’nın geliştirmesi, ‘toprağının, birinci elden ve birinci derecede koruma altına alması’demektir. Toprağı, sâdece ‘asker’ korumaz; birinci koruyucu, ‘çiftçi’dir.
Askerî ve sâir hizmet harcamaları için, millî sermayenin en elverişli kullanımı, tasarruf ekonomisiyle sağlanmalıdır.
Bütün mes’ele; hem seneler önce ifade ettiğim gibi, gençlerimizin “zekâ-kaabiliyet ve zevkine” ve memleketin istihdam ihtiyacına göre maarif sisteminde teşkilatlanma zaruridir.
Aksi takdirde; bugünki ‘yalpalanma’, ‘ne yaptığını bilmezlik’, ‘herkesin bilmesi gerekli şeyleri âdeta saklama’ gibi, gayri-ciddilik devam eder.
Tekraren söylüyorum; insanların millî kimlikleriyle, millî gelirden hisse alabilmelerinin zemini/temelini kurmak, ‘kendi zekâ, kaabiliyet ve zevklerine’ göre, ancak böyle millî bir maarif sistemiyle mümkündür.
İnsan istihdamındaki ‘başarabilme ve liyâkat’ unsuru, ancak âdil ve fırsat eşitliği yaşanan bir muhitte kendini gösterebilir.
Yoksa; adam kayırmacılığın boy gösterdiği, yalan ile makam ve para kazanmanın hak ve meşruluk kabul edildiği bir yerde, topyekûn gelişme olamayacağı gibi, şimdiye kadar olduğu gibi, huzursuzluk, güvensizlik, ahlâkî bunalımlar da kendini gösterir.