Sosyal Fobi Nedir?
Sosyal fobi, DSM tanı ölçütleri içerisinde kaygı bozuklukları arasında yer alır. Son düzenlemeyle birlikte ‘Sosyal Anksiyete Bozukluğu (Toplumsal Kaygı Bozukluğu)’ olarak adlandırılıyor. Toplumsal anksiyete yaşayanlar, sosyal etkileşimlere girdiklerinde ve başkalarının yanında bir eylem gerçekleştirmeleri gerektiğinde kaygı duyarlar. Burada kaygının konusu başkalarının onu izlediği ve olumsuz değerlendirileceği, aşağılanacağı, rezil olacağı düşünceleridir. Bu sebeple sosyal ortamlardan kaçınma gayretindedirler, bunu başaramazlarsa da yoğun bir kaygı hissiyle duruma katlanmaya çalışırlar. Topluluk önünde konuşma, yeni bir ortama girme gibi durumlarda çekingenlik oldukça yaygındır. Ancak her çekingenlik sosyal anksiyete bozukluğu kapsamına girmeyebilir. Bu bozukluğa sahip kişilerin sosyal ortamlarda olumsuz değerlendirileceğine yönelik kaygısı gerçekle orantılı olmayan bir düzeydedir. Kendilerine yönelik bu olumsuz değerlendirme olasılığını hayatlarının merkezinde bir tehdit olarak algılarlar. Bu durumun aşırı ve anlamsız olduğunu bilirler ancak kaygı, kişilerin işlevselliğini etkileyecek, hayatlarını kısıtlayacak düzeye ulaşmıştır. Sosyal anksiyete bütün sosyal alanları kapsayabildiği gibi, sadece bazı durumlarda da kendisini gösterebilir. Örneğin, bir insanda sadece performans gerektiren durumlarda sosyal anksiyete belirtileri ortaya çıkabilir. Kişiler değerlendirilirken ruhsal bozuklukların alt tiplerinin olabileceği ve kişide görünümünün bireysel farklılıklar sebebiyle değişkenlik gösterebileceği dikkate alınmalıdır.
Sosyal Anksiyete nasıl gelişir?
Diğer birçok psikolojik problem gibi sosyal anksiyete bozukluğu da tek bir sebepten dolayı ortaya çıkmaz. Kişiye ebeveynlerinden aktarılan genetik özellikler sosyal anksiyete için zemin hazırlamaktadır. Uzmanların çoğu gen-çevre etkileşimi sonucu geliştiği konusunda hemfikirdir. Örneğin; şehir değiştirmek, sınıfta kalmış olmak gibi ortam değişimleri çekingen mizaçlı olan çocukları olumsuz etkileyebilir. Fiziksel engeli olan bireyler, toplum içerisinde azınlık konumunda olup dışlanan gruplar (etnik köken, dini inanç, cinsel eğilim vb.) ve başka bir psikolojik rahatsızlığı olanlar da bu riski taşımaktadır.
Ailenin genetik mirasının yanı sıra yetiştirme tarzı büyük rol oynamaktadır. Aşırı korumacı, kontrolcü ebeveynlerin çocuklarını kısıtlayıcı tutumları, bu çocukları ileriki yaşlarda ‘birey’ olamayan ve kendi başına bir şeyler yapmakta zorlanan yetişkinlere dönüştürmektedir. Duygularını göstermeyen katı ebeveynler, reddedici, çocuğu aşağılayan ve eleştiren ebeveynler de sosyal anksiyeteyi tetiklemektedir. Sürekli eleştirilen ve ailenin beklentilerini karşılamadığında cezalandırılan çocuklarda başarı ve performans kaygıları ortaya çıkabilir. Yaşadığımız toplumda ailelerin sıkça kullandığı ‘Bizi utandırma.’ gibi cümleler toplum tarafından dışlanma ve reddedilme korkusunu beslemektedir. Çocuklar bu ve benzeri yetiştirme tarzlarında boyun eğen, zayıf sosyal becerileri olan ve ailesinin istediği modele dönüşmeye çalışan bireyler haline geliyorlar. Yetişkinlikte de kendisini ifade etmekte güçlük çeken, yetersiz olduğunu düşünen ve bu yüzden sosyal ortamlarda kaygılanan bireylere dönüşüyorlar. Aynı zamanda anne-baba modeli de sosyal becerilerin gelişiminde rol oynar. Anne ve babanın çekingen olması, ailenin diğer insanlarla pek fazla görüşmemesi gibi durumlar sosyal kaygı üzerinde etkili olabiliyor. Bunların dışında çocuğun travmatik bir olay yaşaması, istismara maruz kalması ve sosyal hayata girmekte geç kalması da etkilidir.
Davranışçı model de sosyal anksiyetinin 3 farklı yol ile gelişebileceğini öngörür: doğrudan kişinin toplum içinde olumsuz bir deneyim yaşaması, başka birinin olumsuz deneyimine şahit olması ya da olumsuz deneyimi başka birinden duyarak öğrenmesi.
‘Sosyal anksiyete kronikleşme eğilimindedir.’
Sosyal anksiyete bozukluğu genellikle ergenlik döneminde başlar. Sosyal etkileşim ve performans durumlarında yoğun bir şekilde kaygı duyulur. Topluluk önünde konuşma, yeni tanışılan insanlarla ve otorite figürleriyle iletişim kurma, konuşmayı başlatan taraf olma, kalabalık ortamlarda dikkat çekme, insanların içinde yemek yeme, yazı yazma gibi daha birçok durumda kişiyi rahatsız eder. Kaygı arttıkça yüz kızarması, terleme, ses titremesi, kekeleme, ağız kuruması gibi fiziksel belirtiler de ortaya çıkar. Bu somatik belirtiler panik nöbetine kadar ulaşabilir.
Mükemmelliyetçilik àHata yapmaktan korkmak à Kaygı à Fiziksel belirtiler à ‘Rezil oldum’ düşüncesi à Her zaman aynı olacağı, yetersiz olduğu inancı à Sosyal ortamlardan kaçınma
Sosyal anksiyete bozukluğunun en temelinde gerçeküstü bir mükemmeliyetçilik, yani her şeyi mükemmel şekilde yapma arzusu ve aynı zamanda bunu gerçekleştiremeyeceğine, rezil olup dışlanacağına, aşağılanacağına yönelik belirgin bir kaygı vardır. Daha olay gerçekleşmeden olacakları düşünüp durma ile başlar. Bütün ihtimaller içerisinde sadece olumsuz sonuçları düşünme eğilimi vardır. Kişi olumsuz değerlendirmeye o kadar odaklanır ki bütün dikkati kendi üzerindedir. Bu dikkat kayması etrafında olanları doğru değerlendirememesine sebep olur. Yapacaklarını hatasız ve mükemmel şekilde yapması gerektiğini düşünür. Bu durum kişinin daha çok kaygılanmasına ve fiziksel belirtilerin ortaya çıkmasına sebep olur. Ufak bir heyecandan panik haline dönüşür, daha fazla dikkat çekmeye başlar ve bu durum kişinin potansiyelini engeller. En sonunda herkesin ona baktığını ve dalga geçtiğini düşünür, hatta günlerce bu düşüncelere takılı kalabilir. Her seferinde aynı olacağına inandığından bu ortamlardan kaçınmaya çalışır. Artan kaygı ile birlikte sonraki girişimleri de benzer şekilde tekrar eder ve bu bir kısır döngüye dönüşür. Sosyal anksiyete bozukluğu tedavi edilmezse kronikleşme eğilimindedir.
Bilişsel Çarpıtmalar
İnsanlar zaman zaman durum ve olayları yorumlarken bazı hatalara düşerler. Bunlara ‘bilişsel çarpıtmalar’, diğer bir deyişle‘düşünce hataları’ diyoruz. Bu düşünce hataları temel inançlarımız, geçmiş deneyimlerimizle oluşturduğumuz şemalarımız ve gerçekçi olmayan yanlı yorumlarımızdan etkilenir. Sosyal anksiyete bozukluğu olanlar düşünce hatalarına daha sık düşme eğilimdedir. Bu düşünce hatalarına bazı örnekler:
- ‘’Etraftakiler benim beceriksiz, özgüvensiz biri olduğumu anladı.’’ (Zihin okuma)
- ‘’Konuşurken yüzüm kızardı rezil oldum bir daha kimseyle konuşamam.’’ (Felaketleştirme)
- ‘’Kesin ortamda yanlış bir şey yaparım herkes benimle dalga geçer.’’ (Falcılık)
- ‘’Arkadaşım yanımda telefonuyla ilgileniyor, ben çok sıkıcı biriyim.’’ (Kişiselleştirme)
- ‘’Hiç heyecanlanmamalıyım ve mükemmel konuşmalıyım.’’ (-meli,-malı tarzı düşünce)
İnsanları Nasıl Etkiler?
Sosyal anksiyetesi olan insanlar genellikle göz temasından kaçınır ve kısık sesle konuşurlar. Birlikte vakit geçirebilecekleri bir arkadaş ortamı kurmakta zorlanırlar, arkadaşları olsa bile ortamda geride durmayı, sessizce kenarda oturmayı tercih ederler. Ergenlikte başladığını ve yetişkinlik dönemini de kapsadığını düşünürsek, en verimli yıllarında gerçek potansiyellerini ortaya koyamazlar. Akademik başarıları ve iş verimleri düşer. İnsanlar ile en az iletişime geçecekleri meslekleri tercih etme eğiliminde olurlar.
Sosyal anksiyete bozukluğu olan kişilerde depresyon gelişebilmektedir. Bazı vakalarda yaşadıkları kaygıyı bastırmak için alkol-madde kötüye kullanımı da görülebilir.
Sosyal Anksiyetenin Tedavisi
Sosyal anksiyete bozukluğunun tedavisinde uygulanan Bilişsel-Davranışçı Terapi’nin (BDT) bilişsel boyutunda amaç, kişiyi düşünceleriyle yüzleştirmek ve yeniden gözden geçirme, sorgulama fırsatı sunmaktır. Düşüncelerin altında yatan sebepler araştırılır. Davranışsal boyutta ise, kişinin sosyal girişimleri teşvik edilerek en az kaygılandığı durumdan en çok kaygılandığı duruma doğru kademeli bir ilerleme sağlamak amaçlanmaktadır. Psikoterapiye ek olarak duruma göre ilaç tedavisi de uygulanmaktadır.
Tedaviyi engelleyen durumlar:
- Çekingenliğin toplumda ‘efendilik’ olarak değerlendirilmesi
- Sosyal anksiyetenin kişilik özelliği sanılması, psikolojik bir sorun olarak algılanmaması
- Kişinin anksiyetesi yüzünden sosyal ortamlar gibi tedaviden de kaçınması.
Öncelikle sosyal anksiyete bozukluğunun hayatı son derece olumsuz etkileyen psikolojik bir problem olduğu kabul edilmelidir. Kaygıyla baş etmek mümkündür, ruh sağlığınızı görmezden gelmeyip bir uzmandan yardım almayı ihmal etmeyin.