İçinizden geldiği gibi, hür iradenizle yazmak çok zor. Kırmadan, dökmeden, sesinizi yükseltmeden yazmak zor. Suya sabuna dokunmadan, “Bana dokunmayan bin yaşasın” mantığıyla yalanı, riyayı katmadan, sadece içinizden geldiği gibi, işte öylece yazmak zor.
Herkesi aynı anda mutlu edecek; hem akla, hem mantığa, hem de ruha hitap edecek bir kalem icat edilmediği gibi, böyle bir insan da yaratılmadı.
Öyle bir kalem ki; her kelimesi yüreklere dokunan, asil bir tavırla hakikate yol gösteren… Hakikat, bir bataklığın içinde dibe çekilirken, üzerinde şeytani, nefsani arzular alenen dolaşırken, içimizdeki saf sevgiyi yazmak çok zor.
Mevlana’nın dediği gibi: “Temiz söz, hakikatten uzak olanlara tesir etmez. Çarpık ayakkabı, çarpık ayağa uyar.”
Arkadaşça, yiğitçe ve kahramanca söylemler, akıl ve gönül kazanına bandırılmadıkça; kuşkuları, riyayı, kalleşlikleri, hatta ihanetleri yazmak çok zor.
Yazarsan çevreni, yazmazsan kendini düşman edersin. İki arada bir cendere içinde, kendi içsel mücadelenle baş başa kalırsın.
Geride bıraktığın en değerli hayat iksirlerinin bile farkında olmaz kimse... Uzaydan yerdeki karıncayı görecek bir teleskopla bile baksalar, göremezler o farkındalığı.
İnsanları kandırmanın, aldatmanın, istismar etmenin adı iyi usta, iyi politikacı, iyi gazeteci veya hatip olmuşsa, söylenen hakikatler daha ağızdan çıkmadan parçalanır. Kulaklara ulaşmadan yalan olur, talan olur. Ana sütünü fitil fitil burnundan getirirler. Görmediğin hakaret kalmaz, cezaevine bile düşersin. Bir anda dünyanın en kötü, en ahlaksız insanı olursun.
Mücadelelerinin, çilelerinin, fedakârlıklarının ve emeklerinin karşılığında bir şeyler iyi gitmiyorsa, yastığa başını koyduğunda vicdanında patlamalar oluyorsa, kendi kendine bile söylemeye cesaret edemediklerini yazmak çok zor.
Halit Ziya Uşaklıgil’in söylediği gibi: “İnsanlar tuhaftır! Fena bir şey yapmakta olduklarını hissedecek olurlarsa, önce vicdanlarını susturacak bir sebep bulurlar.” İnanın, sebepler bulsanız da, bazen içinizde sizi kemiren şeyleri yazmanız zor.
Sessizce beklersiniz, neyi beklediğinizi bilmeden... Belki ortak değerlerin yeniden yeşereceği zamanı; belki de bir mananın ırmak gibi coşup şelale gibi akacağı anı. Belki de, alacakaranlıktan doğacak taptaze bir güneşi, pırıl pırıl ve berrak. Yazmak, zor bir meziyet. Özgürce yazmak… İşte, hepsinden daha zor.