Endonezya’da gündemi işgal eden din ve millet ülküsü ile ilgili tartışma konuları bize sorunlarımıza nasıl bakacağımızı öğretiyor.
İslâm Bilginlerinin Uyanışı Cemaati (Nahdetül Ulama, NU) önderi Said Aqil Siraj ile köktenci İslâm Savunucuları Cemaati (Front Pembela Islam, FPI) önderi Habib Riziek adlı Hazreti Muhammet soylu olduğunu söyleyen Endonezleşmiş Arap arasında 2015 yılını işgal eden gündem konusu “keçi sakalı vacip mi değil mi?” meselesi idi.
Yine 2018 yılını işgal eden gündem ise Endonezya Kurucu Devlet Başkanı Sukarno’nun kızı Sukmawati hanımın Endonezya Giysileri Defile Haftası (IFW) nedeniyle düzenlenen defilede okuduğu şiiri “Endonezya Anası” (Ibu Indonesia) i ifadelerde ezan ile Endonez ezgileri (kidung) peçe (cadar) ile hanımların saç topuzunu (sari konde) karşılaştırıyordu. Nusantara Islâmı dediği yerli bir İslâm söylemini her fırsatta dile getiren Sukmawati hanıma “deli, ruh hastası” (sakit jiwa) diyen Endonez bir hayli fazlaki şiiri okuduğunun ertesi günlerinde binlerce Endonez protesto için sokağa döküldü. Polise şikayet başvuruları yapıldı. Ama takipsizlik kararı 2018 Kasım ayında mahkemece verildi. Hukuki süreç kapandı gibi gözüküyor ama tartışmalar sürecek.
Endonezya Din İşleri Bakanlığı’nın (Kementerian Agama, KA) düzenlediği seminerlerde İslâm münevverleri (cendekiawan) muhafazakârlık (konservatisme) ile amip gibi bölünüp bölünüp erk fragmentasi) üzerinde hararetle tartışıp duruyorlar. Hizipçilik ve enaniyet neden çok yaygın? Niçin 4 ayrı günde Ramazan orucuna başlıyoruz diyenler artacak gibi gözüküyor.
İdari makamların bir türlü açıkça dile getiremediği ama içlerinden yüksek sesle söylediğine emin olduğumuz din-devlet işleri ile yakından ilişkili olan bu konular Endonezya’da fasit daire gibi bir şey: Kısır döngü. Neden böyle oluyor? Niçin bir ortak uzlaşı noktası bulamıyoruz?
Din ülküsü tartışmalarında taraflar ve konular çok düşündürücü.
Sukmawati hanım Arap asıllı Riziek ile Endonezya milli ülküsü Pancasila’ya hakaret ettiği gerekçesi ile polise başvurmuş ve sonuç alamamıştı. Riziek beş milli ilke de (pancasila) geçen boğa gibi simgesel hayvanların İslâm zihniyetine aykırı olduğunu aşağılayarak ifade eden vaazlarında deta ülkeye de hakaret ediyor.
Hiçbir Endonez din adamının gündeminde Endonezya altın, doğal gaz, petrol varlığı ile ilgili konular yoktur. Ama gündemlerinde “ay nur olduğu için aya gidilmediği, popoyu elle yıkarsak kanser hastası olmayacağımız, her yerin fosseptik çukuru ile dolu olduğu ülkede kuyuların lezzetli sularını bol bol içmenin yararları, Ramazan gecelerinde eşlerin mübaşereti yani cinsel ilişki” gibi konularda derin derin vaazları var. Ameriikalı profesör Geertz bu konularla ilgili anılarını eserlerinde yazar.
Ramazan ayında eşlerin mübaşereti konusu Mamah adlı bayan hocahanımın 2013 yılı Ramazan ayında sahur vaktinde ünlü bir aktristin evinden canlı yayındaki vaazı idi.
Düşünebiliyor musunuz? Bir hoca hanım ilâhiyatçı eşlerin cinsi münasebetleri konusunda bir aktristin evinden sahur vakti canlı yayında vaaz ediyor.
Endonezler yeryüzünün en medeni milletlerinden birisidir. Bir anımı bu noktada kaydetmek isterim. Samsun’da 2014 lerde üniversitede sayıları yirmiyi aşan üniversiteli Endonez öğrenci vardı. Malum cemaat ve hükümetten bursluydular.
Endonezlerin kalbi yemeklerde atar, diyen Geertz’i haklı çıkarırcasına bizim hanım zaman zaman memleket yemekleri özlemlerini de gidermek için gençlere evde davet veriyordu. Padang yemekleri meşhurdu. Bizim hanım da Padang Silunkang’tandı. Türkiye’nin Bolu’su gibi. Bir keresinde benden kajian yapmak için izin istediler. Kajian evde kitap okuyarak veya bilen bir kişiden dinleyerek sohbet edip ders çalışmak yani vakti değerlendirerek ilim yapmak gibi bir şeydi. Bizim eve geldiler. Kızlı erkekli 20 kişi kadardılar.
Bir tanesi Lombok Adası’ndandı ve ona abi (abang) diyorlardı.Şeriat mahkemesine hakim olacakmış. Ponpes yani yatılı imam-hatip mektebi okumuştu. Arapça baskılı ve Şafii mezhebinin fıkhını anlatan bir 16. asır kitabı çıkardı. O kitabı Arapça okuyor Endonezce açıklıyordu. Karşılıklı sohbet ediyorlardı. Samsun İlâhiyat Fakültesi’nde kantinlerde bile kız arkadaşamızla mesajla görüşüyoruz, haremlik- selâmlık var diyen Endonez gençleri bizim evde bir arada oturmuş dini sohbet yapıyorlardı. Her şey çok güzeldi. Ama benim bile garipsediğim bir konu üzerinde: Hanımların halleri, hayız, nifas vesaire.
Evet kızlı, erkekli karşılıklı buraya yazmaya çekindiğim hususları Arapça fıkıh kitabı üzerinden açıkça, samimiyetle istişare ederek çalışıyorlardı.
Ne kadar medeniler deyip imrendim. Ama bir saat sonra dayanamadım şöyle dedim: “Sizin başka derdiniz yok mu? Bu konuları şu Açeli hanım kıza sorun. O tıbbiyeli bu konuları daha iyi bilir. Bu kitap 16. asır gözüyle bakıyor.”
Keşke demez olaydım. Pişman oldum sonra. Kalplerini kırmıştım. Öğrenciler ondan sonra ne dediysem bizim eve sadece yemek yemeye geldiler ama kajian yapmaya gelmediler. Küsmüşlerdi. Hatalıydım.
Hassas ve edilgen Endonezlerin anaerkil bir medeni yapıları vardı. Bu kadar basitti. “Din gözüyle bakmak” “tıbbıyeli gözüyle bakmak” tercih edilse mutlaka fetva ve fıkıh ufkuna yönelecek bir zihniyet iliklerine kadar işlemişti. Din adamı,yani ulama, Aristo gibi bir şeydi. Ulama neyi tartışıyorsa toplum da onu tartışıyordu. O nedenle de uzlaşmamaya yeminli ulama arada sırada kapışınca TV kanalları hit yapıyordu. Paparazzi programları habire ulamanın özel hayatını verip duruyordu.
Endonezlerin çok medeni bir millet olduklarını defalarca gözlemledim. O nedenle de tartıştıkları konular sınır tanımıyor ama tartışma yöntemleri bize garip geliyordu.
Ayağa kalkan Endonezya; tam ayağa kalkacaktır. Çünkü Endonezya’da “hanım” denen varlık vardır: Medeniyetin anası. Bir de zekâ. Endonezlerde ikisi de var. Özellikle sanat zekâsı. Endonezya’nın geleceğinden umutluyum.