Sürekli hayırhahlık arayan aidiyet eksikliği nedir? Dini aramak mı? Dini bulmak mı? Din davası güdenlere bakarsak onlar dini bulmuşlar aramıyorlar. Bizim gibi din değil vatan endişesi içindekiler farklı; İslâmın şartı beş altıncısı insaf diyorlar. Neden yolumuzda mürşidimiz “akıl”değil.
Sürekli olarak Hazreti Muhammed’in Allah’ın katına yüceldiği 632 yılından beri kesintisiz hakkaniyet ve hayırhahlık arayan İslâm dünyasından söz ediyoruz. Siyasi, idari, dini açıdan aidiyet ve mensubiyetini kanıtlama, biteviye hep aynı yere ait olduğunu tekrar edip durma mensubiyetini kanıtlamak için kimlik geliştirme zorunda olduğunu iliklere kadar işlemiş bir kader mecburiyeti içinde kabullenme hastalığı vardır.
Neye aitiz? Neye mensubuz? Bize ülke, lisan, bayrak armağan edemeyen bir din mevcut olabilir mi? Siyasal aidiyet duygumuz vatan üretmiyor. Aile üretiyor. Ülkesellik üretmeyince oymaksal aidiyet ve mensubiyet ülkeyi içten içe kemiriyor, parçalıyor.
Türkiye’deki milli vasıflı değerler dizisi neden insanımıza fedakârlık duygusu veriyor. Türkiye’deki aidiyet ve mensubiyet duygusu ise herkese sanki bitmez tükenmez bir hazine olan genel bütçeyi yağmalama hakkı vermiş gibidir. Endonezya mensubiyet ve aidiyet duygusu ise mülkiyet hakkını adeta yok etmiş veya polarize edip paramparça etmiş durumdadır. Endonezin aidiyet duygusu mülkiyet hakkına dönüşmüş. Çinli cebi, Arap eli, Kejawen inancı kafatası, ulama kafası, kabilesi ayağı, hükümeti ve hükümranları her şeyi olmuştur. Kendisi ise ortada hiç yok gibi şükran duygusu (pundutan) sunmakla görevli bir köle (hamba) gibidir.
Sürekli aranan mutlak doğrunun ne olduğu hususundaki 632 yılından beri süregelen uyuşmazlık bize din algılama biçimimiz konusunda düşünce ve ilham vermeliydi. Salt adalet arayan ünvan ve lakap aramaz. Fas ve Endonezya yaşamı bunun peşindeyse maaşlandırmaya da gerek kalmaz. Ünvan sahibi olmak yeterlidir. Türkiye’de ise herkes bordro aidiyeti peşindedir. Maaş imparatorluğu ile ünvan imparatorluğu üretilince ülkeye aidiyet veya vatan mensubiyeti iştiyakı ve ülküsü yok oluyor.
İhale edilir gibi bir ünvan (gelar) imparatorluğu egemen iki ülkeden çıkıp Türkiye’ye geldiğimizde sorunun neden maaş imparatorluğuna dönüştüğünü görüyoruz. “Ünvan-maaş” ikilisi “üretim-ticaret” ikilisi ile başedemez.
Eğer bir din sürekli aranıyorsa her zaman yatıp kalkıp “doğru din” diye savlayıp ardından hepsi 72 fırka bir tanesi sadece doğru o da bizimki diyorsa yeniden mi sormak gerekiyor: Din zihniyetimiz nerede iflas etmiştir?
Müritlerde veya kölelerde aranan sadakat, ülke bayrak, söz konusu olunca vatanı olmayan bir tarikat yolundan beklenti içinde olmak ahmaklık olacaktır.
Neden aynı hikâyeleri tekrar edip duruyoruz? Topluma sundukları inandıkları talepleri doğrultusunda ödünsüz bir katı meşruiyetçilik olunca elde ettikleri hasıla taviz vermeden sosyal mutabakat sağlanamayacağı, inanmadıkları semereleri oluyor. Bildikleri birbirlerinden nefret etmek ve çetışma ile çekişmeyi körüklemek, bilmedikleri ise uzlaşının ve ödün vermenin gereği oluyor. Sorunu çözmek için aradığımız yol inanmadıklarımızı ve bilmediklerimizi bir araya getirme iradesini ortaya koymaktan geçiyor.
Bu da irademizi ne kadar çok köleleştirmiş, şeyhlerin, çoğu ırz düşmanları olan tarikat ve cemaat reislerinin ellerine vermiş olsak bile artık beynimizi kullanmanın zamanının geldiğini gösteriyor. Endonezya Türkiye benzerliği mensubiyet polarizasyonunda daha iyi anlaşılır. Hemşerilik (suku, keluarga besar) duygusu, aidiyet yetersizliği tarikat veya cemaat (tarekat, jemaah) duygusu kölelik, siyaset veya hizipçilik (politikus hizbiyah, enaniyah) duygusu çekişme üretir de millete aidiyet. Maliye Bakanlığı’na saygı üretmez. Vatan üretmez kısaca. Teke aidiyet, millete mensubiyet duygusu yoktur. Algılama heder olmuş bir düşünce vasatından yukarıya çıkamaz. Mensubiyet olmayınca eşlik eden gelmiyor, Benden sonra tufan zihniyeti ve kıtalleşme egemen oluyor. Kıtalleşme egemen olunca liyakat değil kelle sayısı önem kazanıyor.
Kala kala elimize sürekli hakkaniyet duygusu geliştiren dışlayanve öteye iten ulama fetvaları ile yoksulluğa talimeden yığınlar kalıyor.