Ülkemizde sağlık piyasasının serbest rekabete açılması politikasının somut görünümünün ortaya çıkması için 2003 yılına kadar beklemek gerekmiştir. Bu zamana kadar çıkarılan yasalarla sağlık hizmetlerinin piyasaya açılması yönündeki engeller kaldırılmak istenmiş bir taraftan da sağlık sektörünün özelleştirilmesi için gerekli alt yapı hazırlıkları tamamlanmaya çalışılmıştır.Ancak mevcut hükümetler halkın tepkisini absorbe edemeyeceğini düşünerek her defasında ileriye ertelemiştir.
Ancak önce 2001 deki krizle bir yönde öncelik sağlık olmak üzere ir çok kademede revizyona gidilme ihtiyacı doğmuştur. Daha sonrada 2003 krizi ile kontrol tamamen elimizden çıkmıştır. I.M.F ile pazarlık yapma şansımız kalmadığı gibi bir birine dayatmalar başlamıştır.
2001 yılı ekonomik krizinin oluşumunda, kamu bankalarının rolü çok büyüktür. Ziraat Bankası başta olmak üzere kamu bankaları gecelik faizlerde taahhütlerini yerine getiremediler. Bu durum krizi tetikleyen temel nedenlerden birisi olup, faizin bir anda yüzde 7.000'lere kadar çıkmasına sebebiyet vermiştir.
2003 yılı sonrasında Başbakanlık Yüksek Denetleme Kurulu raporlarına göz attığımızda, kamu bankalarının krizi tetikleyen rolünü açıkça görebiliriz. 2002 yılı sonu itibarıyla Halk Bankasının toplam kredileri 1 katrilyon 365 milyar liradır. Halk Bankasının vermiş olduğu kredilerin neredeyse tamamı yani 1 katrilyon 300 milyar lirası takibe alınmıştır. Bir başka deyişle, Halk Bankasının verdiği kredilerin tamamı tahsil edilememiş, batak hale gelmiş yani kamu kaynakları bir takım kişi ve kuruluşlara peşkeş çekilmiştir. Aşağı yukarı 1978'den itibaren 2002 yılına kadar bu batıklar devam etmiştir. Halk Bankasının verdiği kredilerin yıllara göre bataklık oranındaki artış 1999 yılında yüzde 183, 2000 yılında yüzde 150, 2001 yılında yüzde 286 dır. Benzer durum Ziraat Bankası ve Vakıflar Bankasında da söz konusudur. 2002 sonu itibarıyla kamu bankaları borca batık duruma düşmüştür.
2009 yılında ABD patlayan ve tüm dünyayı etkileyen finansal krizin sebeplerini de gözden geçirmemize fayda vardır. Bilindiği üzere, ABD’de krizi tetikleyen faktörün başta mortgage kredileri olmak üzere, tüketici kredilerinin geri dönüşümünde yaşanan sorunlardı. O halde ABD’de mortgage ve tüketici kredilerinin nasıl yapılandırıldığının ve sonrasında bunların ne şekilde menkul kıymet işlemine tabi tutulduğunun nazara alınmasında fayda vardır. ABD’de bankalar ve diğer finansal kuruluşlar tüketicilere başta taşınmaz, otomobil olmak üzere değişik alanlarda kredi imkanı sunmaktadırlar. Maalesef aynı yanlışlara bizde düştük. Tedbir almak yerine sıcak para ile durumu idare ettik. Sıcak para girişi karşılığında da kredi ve sıcak para girişi yapan ülkelerin dayatmalarını yapısal sorunları uygulamak zorunda kaldık. Bunların başında da sağlık sektörünü özel sermayeye özelleştirme adı ile açtık. Devletin yapması gereken yatırımlar yerine özel sermayenin mal varlığı ile sağlık sektöründe eksik hastane v.s eksikleri giderme yolunu tercih ettik. Kısaca özelleştirmeler yapılmaya başlandı. Özelleştirme ile özel sermaye kazanmaya başlarken halkında cebine özel ek katkı payları çıkmaya, alınmaya başladı. Maalesef bu dönemde alınan kredilerde inşaat sektörüne ve sağlıkta yapılması gereken hizmetlerde özel sektöre kredi olarak verildi.
Ülkemiz 2009 finansal krizi diğer ülkelere göre rahat atlattı. Ama ülkemiz açısından asıl sıkıntı ihracattaki düşüşte yaşandı. İhracatımız 130 milyardan 100 milyara düştü. Özellikle Avrupa Birliği ülkelerine yapılan ihracatta ciddi düşüşler meydana geldi. İhracatın yüzde 30 oranında düşmesiyle birlikte, ihracata yönelik üretim yapan fabrikalar üretimlerini kısmak durumunda kaldılar ya da kapandılar ve bazı işçileri çıkarmak durumunda kaldılar. Türkiye ihracatta yaşanan bu sorunu azaltmak için, alternatif pazarlar arayışına girdi. Özellikle Orta Doğu, Asya ve Afrika ülkelerine yöneldi.
Neyse biz tekrar kendi konumuza dönelim:
Türkiye’de sağlık hizmetleri, 1980’li yıllara kadar devlet eliyle ücretsiz olarak yerine getirilmesi gereken kamusal bir hizmet olarak kabul edilmiş ve 1961 Anayasası’nda da bu şekilde düzenlenmişti. Ayrıca 1961 tarihli ve 224 sayılı “Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkındaki Kanun” ile Türkiye’de tüm sağlık hizmetlerinin devlet tarafından sunulması gereken bir hak olduğu kabul edilmişti. Bu anlayış doğrultusunda hazırlanan yasa, birinci basamak hizmetlerinin kırsal kesime kadar yayılmasını, böylece, herkesin sağlık hizmetlerinden yararlandırılmasını, koruyucu ve iyileştirici sağlık hizmetlerinin entegre biçimde bir arada yürütülmesini amaçlamıştı. Ne var ki, hem finansman, hem de örgütlenme sorunları yüzünden bu amaçlar tam olarak gerçekleştirilememişti. Aksayan sağlık hizmetleri toplumun sağlık gereksinimlerini karşılayamaz duruma geldiğinde de çözüm olarak sağlıkta özelleştirmeyi amaçlayan reformlar gündeme getirilmiştir. Bu reformların yapılmasında 1980’li yılların sonunda tırmanışa geçen küreselleşme ile birlikte etkisi iyice artan neoliberal söylemin sözcüleri olan uluslararası kuruluşların payı büyüktür..
1980 sonrası dönemde sağlık politikalarını etkileyen ilk önemli değişiklik 1982 Anayasası ile devletin sağlık alanında üstlendiği görevlerin yeniden tanımlanması olmuştur. 1982 Anayasası’nda, tüm vatandaşların sosyal güvenlik hakkından faydalanacağı ve bunun yanında imkanlar elverdiği taktirde Genel Sağlık Sigortası uygulamasına geçileceği vurgulanmıştı (1982 Anayasası, md.56)
İkinci önemli girişim 3359 sayılı Sağlık Hizmetleri Temel Kanunu’dur. Bu kanun, sağlık politikamızın belirleyici yapısal dönüşümünün ifade etmesi bakımından çok önemlidir. Bu Kanun ile ilk defa kamu hastanelerinin işletmeye dönüştürüleceği telaffuz edilmiştir.Kanunun 5. Maddesi ile, Milli Savunma Bakanlığı hariç kamu kurum ve kuruluşlarına ait tüm sağlık kuruluşlarının kamu tüzel kişiliğini haiz sağlık işletmelerine dönüştürülmesi yolu ile hastanelerin kendi gelirleri ile giderlerini karşılaması, piyasa koşullarında rekabet eden kurumlar haline getirilmesi amaçlanmıştır.
Daha sonra 1989 yılında Price Waterhouse tarafından Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) için Sağlık Sektörü Mastır Plan Etüdü hazırlanmıştır. İlk olarak, Türkiye’de sağlık sektörünün mevcut durumu en ince ayrıntısına kadar incelenmiş ve daha sonra sektör için bundan sonra geliştirilebilecek politika önerileri ele alınmıştır. Önerilen politikanın ana temaları; sağlık hizmetlerinin sunumunun finansmanından ayrılması, sağlık hizmetlerinde desantralizasyon ve nüfusun tamamını kapsayacak bir genel sağlık sigortasının kurulması olmuştur
Ardından, 1990 yılında Türkiye ile DB arasında Birinci Sağlık Projesi İkraz Anlaşması
imzalanarak yürürlüğe konulmuştur.Bu anlaşma kapsamında öteki gelişmekte olan ülkelerde olduğu gibi Türkiye’ye de sağlık hizmetlerini özelleştirme karşılığında kredi sağlanmıştır. Anlaşmaya göre, sağlıktaki özelleştirme üç aşamada gerçekleşecektir. Öncelikle, etkinlik ve denetimi sağlamak için hastanelere daha geniş işletme özerkliği verilerek yerelleşme sağlanacaktır. Ardından sosyal güvenlik sisteminde prim ödeme yükümlülüğünün tamamen çalışanlara yüklenmesi ve sosyal güvenlik fonlarının mali piyasalara açılması yolu ile kamu kuruluşlarınca verilen sağlık hizmetlerinin fiyatlandırılması gerçekleştirilecektir. Son olarak da doğrudan özelleştirme olacaktır.
D.B’nın yapısal uyum politikası çerçevesinde önerdiği politikalar iç siyaset sahnesinde
benimsenmiş ve bu politikaları desteklemeye yönelik birçok doküman hazırlanarak araştırmalar yapılmıştır. 1993 yılında “Ulusal Sağlık Politikası” dokümanı yayınlanmıştır. Bu dokümanda ve daha sonra geliştirilen politikalarda genel sağlık politikaları açısından şu aşamalar öngörülmüştür:
• Sağlık hizmetlerinin sunumu ile finansmanının birbirinden ayrılması. Bu çerçevede, hizmet sunucuları açısından rekabeti teşvik edecek bir “dâhili piyasanın” kurulması.
• Aile hekimliği ile güçlendirilmiş bir birinci basamak sağlık hizmetleri örgütlenmesi.
• Nüfusun tamamını güvence altına alacak bir genel sağlık sigortası sisteminin kurulması.
• Hastanelerin özerk sağlık işletmelerine dönüştürülerek kendi gelirleri ile giderlerini
karşılayabilen kurumlar haline dönüştürülmesi.
Bu politikaları uygulamaya geçirmek amacıyla kanun taslakları hazırlanarak tartışılmak ve onaylanmak üzere pek çok kez Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne gönderilmiştir. Ancak 2003 yılında Sağlıkta Dönüşüm Programının açıklanmasına kadar geçen dönemdeki siyasi ve ekonomik istikrarsızlık bu kanunların onaylanıp uygulamaya geçilmesini engellemiştir.
RP-DYP Koalisyon Hükümeti döneminde “Birinci Basamak Sağlık Hizmetleri ve Aile
Hekimliği Kanun Tasarısı”, “Hastane ve Sağlık İşletmeleri Kanun Tasarısı” ve “Sağlık Finansmanı Kurum Kuruluş ve İşleyiş Kanun Tasarısı” hazırlanmıştır. Ancak bu tasarılar, koalisyon hükümeti tarafından yasalaştırılamamıştır.
Söz konusu tasarıların uygulamaya geçirilmesi 2002 yılından sonra mümkün olmuştur.
2002 yılı sonlarında görevi devralan 58. Hükümet Programında “Mevcut sağlık sisteminin, kurumsal yapı, işleyiş, personel yapısı ve dağılımı itibariyle ihtiyaca cevap veremeyecek hale geldiği; devletin, herkesin temel sağlık ihtiyacını, gerekirse özel sektörle işbirliği yaparak yerine getirmek zorunda olduğu ifade edilerek yapılacaklar şu şekilde sıralanmıştır;
• Devlet hastanesi, sigorta hastanesi, kurum hastanesi ayırımı kaldırılarak, hastaneler idari ve mali yönden özerkliğe kavuşturulacaktır. Sağlık Bakanlığı, oluşturulacak bu yeni sisteme göre yeniden yapılandırılacak, sağlık sektöründe rekabet getirilecektir.
• Sağlık hizmetinin sunumu ile finansmanı birbirinden ayrılacaktır. Sağlık sigortası, uzun vadeli sigorta kollarından çıkarılacaktır. Nüfusun tamamını kapsayacak şekilde bir Genel Sağlık Sigortası Sistemi kurulacak, prim ödeme gücü bulunmayanların primleri devlet tarafından ödenecektir.
• Aile hekimliği uygulamasına geçilerek, sağlam bir hasta sevk zinciri sistemi kurulacaktır. Kısa bir süre sonra kurulan ve 58. Hükümetin devamı olan 59‟uncu Hükümet Döneminde sağlık alanında yapılması öngörülen değişiklikler Kamu Yönetimi Reformu kapsamında “Herkese Sağlık” başlığı altında sağlık alanında açıklanmıştır. Bu değişiklikler şu şekilde sıralanmaktadır;
• Sağlık Bakanlığı’nın idari ve işlevsel açıdan yeniden yapılandırılması,
• Tüm vatandaşların Genel Sağlık Sigortası (GSS) kapsamı altına alınması,
• Sağlık Kuruluşlarının tek çatı altında toplanması,
• Hastanelerin idari ve mali açıdan özerk bir yapıya kavuşturulması,
• Aile hekimliği uygulamasına geçilmesi,
• Koruyucu hekimliğin yaygınlaştırılması, aile ve çocuk sağlığına özel önem verilmesi,
• Özel sektörün sağlık alanına yatırım yapmasının teşvik edilmesi,
• Tüm kamu kuruluşlarında alt kademeler yetki devri,
• Kalkınmada öncelikli bölgelerde yaşanan sağlık personeli eksikliğinin ortadan kaldırılması,
• Sağlık alanında e-dönüşüm projesinin hayata geçirilmesi.(SB Stratejik Plan,
Konumuz kaldığı yerden devam edecektir.
KAYNAKLAR:
Deloitte Sağlık Çözümleri Merkezi - Sağlık ve İlaç Sektörü 2020 Öngörüleri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’de sağlık sisteminin temel sorunları
Harun KIRILMAZ Sağlık Bakanlığı, Ankara - Sağlık Sisteminin Sorunları ve Bilgi Teknolojileri
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Türkiye’nin sağlık sorunları ne tür bir sağlık bakanını gerekli kılıyor?
Prof.Dr. Paşa Göktaş - Sağlık sisteminin temel sorunları sürüyor
Dr.İlhan Korkmaz. Ataevler A.S.M Nilüfer-BURSA – Aile hekimlerinin Sorunları
Dr. Nuri Seha Yüksel – Aile Hekimliği 2016
Yrd. Doç. Dr.Yasemin Mamur Işıkçı – Bir Kamu Politikası: Sağlık Politikasında Dönüşüm
Özel Hastaneler ve Sağlık Kuruluşları Derneği (OHSAD) – Sağlıkta Ortak Çözüm Toplantıları
Havva Öztürk Acıbadem Hastanesi - Hastanelerde İşe Yeni Başlayan Hemşirelerin Sorunları
Celil Çağlar ÖZLÜ - Hastaların İhtiyacı Olan Moral ve Motivasyon
Murat Tuzcu - Net Gazetesi Hastanelerdeki sorunlar ve çözümleri
Dr. Ensar DURMUŞ - Acil Sağlık Sisteminin Sorunları
Öğrt. Gör. Aysun Yılmaztürk - Türkiye’de Sağlık Reformlarının Tarihsel Gelişimi ve Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın Küresel Niteliğinin Değerlendirilmesi
Mustafa Kemal Bektaş - Ülkemizde İç ve Dış Gelir kaynaklarında Savurganlık, Belediyelerin Düzensiz Harcamaları ve Ekonomide ki Kara delikler,