19 Mayıs’ın önemini, kıymetini ve mânâsını anlamak için 18 Mayıs’ı iyi tahlil etmek gerekir. Evet, bir gün öncesinin ve onun da daha öncelerinin şartlarını...
Bunu, tahlil ve idrâk edebildik mi? Hayır!
Nedir 18 Mayıs, önce ona bakalım?!
Osmanlı Anadolusu’nun hiçbir yerinde mal ve can güvenliği yoktur.
Tabiî ki, Samsun şehrinde de yoktur. Ve işin kötüsü...
30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Mütarekesi, âdeta son noktayı koyuyordu.
Buna göre, Osmanlı Devleti, emperyalist batılı devletler tarafından paylaşılıyordu.
Artık ne Anadolu coğrafyası bizim olacaktı ve artık ne de Anadolu’da Türk diye bir millet olacaktı!..Emperyalist hedef buydu!..Yâni, Türk yurdunu işgal ve Türk’ü imhâ...
Başta payitaht/başşehir İstanbul olmak üzere, vatanın herbir bölgesi yabancı işgali altındaydı. Samsun şehrimiz de İngilizlerin işgalindeydi. Tabiî ki, bu kadar da değildi. Rum eşkıyâlar da, yerli Müslüman Türk halkına zülûm ediyordu.
Samsun merkezinde, Çarşamba’da ve bilhassa Bafra’da katliamlar sürüyordu.
Velhâsıl, bütün Anadolu gibi, bu şehir de kan ağlıyordu.
Başlangıçta, Karadeniz’deki Rum çetelerini yola getirip faaliyetleri durdurmak maksadıyla 16 Mayıs 1919’da İstanbul’dan hareket ederek 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ulaşan Mustafa Kemal Paşa, Millî Mücâdele’nin ilk kıvılcımını da burada ateşlemiş oluyordu.
Fâlih Rıfkı Atay, Çankaya adlı eserinde, bu hâdiseyi, Mustafa Kemal Paşa’nın ağzından söyle nakleder:
“Yıldız Sarayının ufak salonunda Vahideddîn’le âdetâ diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında dirseğini dayamış olduğu masa üstünde bir kitap vardı.
Salonun Boğaziçine doğru açılmış penceresinden gördüğümüz manzara şu idi: Birbirine muvâzî hatlar üzerinde düşman zırhlıları bordolarındaki toplar sanki Yıldız Sarayına doğrulmuştu. Manzarayı görmek için oturduğumuz yerlerden başlarımızı sağa sola çevirmek kâfi idi. Vahideddîn hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı:
“Paşa, Paşa, şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi bu kitaba girmiştir.”
Elini demin bahsettiğim kitabın üzerine bastı ve ilâve etti. “Târihe geçmiştir.” O zaman bunun bir târih kitâbı olduğunu anladım, dikkatle ve sükûnetle dinliyordum. “Bunları unutun” dedi. “Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa, devleti kurtarabilirsin!” Bu sözlerden hayrete düştüm...” (Çankaya, Sf. 174-175)
Bu sözlerden sonradır ki, meşhûr Bandırma Vapuru mâcerası başlamaktadır.
İşte, 19 Mayıs’ın önemini, kıymetini ve mânâsını anlamak için, 18 Mayıslara dönmenin zarûreti buradadır. Bunu görmeden, bulunduğumuz noktanın keşfi, tahlili ve idrâki hakîkaten zordur.
Kaldı ki, bu hareketin başlamasından bir seneyi aşkın bir süre sonra, emperyalist tavırlarından hiçbir zaman uzak durmayan/vazgeçmeyen/geçmeyecek olan Avrupalılar, karşımıza, hiçbir zaman kabullenmediğimiz Sevr Antlaşması’yla çıkacaklardır ki, 19 Mayıs 1919 hareketinin ne kadar ileri ve öncü bir görüş olduğu, bundan da anlaşılmalıdır.
Başta, İngiltere, Fransa, İtalya olmak üzere, Yunanistan ve Ermenistan’ın da müdâhil olduğu bu durumun idrâki, 18 Mayısları, 19 Mayıslara bağlayan hakîkatın ne olduğunu göstermeye yeterlidir.
Bugün; 19 Mayıs 1919’un 100. yılındayız.
19 Mayıs 1919’un 200. yılındaki Türkiye’nin, dünyanın en ileri devleti ve Türk milletinin de dünyanın en âdil, en ahlâklı, en huzurlu ve en zengin milleti olması cihetinde bir ‘taahhüdümüz’, bir ‘cihânşümûl ülkümüz’ veye ‘millî bir hedefimiz’ var mıdır?
19 Mayıs 1919’larda, yeni bir Türk Devleti kurma/kurulma ve onu da, “muasır milletler seviyesinin üzerine çıkarma” hedefimiz vardı.
Bugün, bizden çok zaman sonra büyük yıkımlara uğrayan Almanya ve Japonya gibi devletlerin, bizden çok çok ileri safhalarda bulunuş sebeplerini iyi araştırmamız gerekli ve şart değil midir?
Bizi, sâdece bizle yâni kendimizle değil, dünya ile mukayese etmemiz gerekmez mi?
Temennim; Millî Mücâdele’nin 100. yılının kutlandığı bugün, yeni bir yüzyıla başlarken, milletimiz için, yeni, köklü ve arzulu bir hareketin ümit kaynağı olur.