Bu; bir kitabın adıdır ve yazarı da, benim, Kara Harp Okulu'ndan (1961-1963) Topografya Hocam Albay Sabri Tümer'dir. Hayatta ise, kendisine uzun ömürler dileyerek ellerinden öpüyor, Hakk'a ilticâ etmiş ise, Rabb'imden rahmet niyâz ediyorum.
Sabri Tümer; târihçi değil haritacıdır. Şüphesiz ki, târihçilik, bir usûlbilimi (metodolojiyi) gerektirir. Vesîkalarla ve vesîkaların istişâreleriyle netîceye ulaşmayı hedefler. Ancak O, bir topografyacı olarak, mes'uliyet hissederek , târihî mevzûlara girişmiş, haritacılığından gelen bilgilerini, bundan yarım asrı aşan bir zaman önce bir kitap yazarak ilim câmiasıyla paylaşmış, kaynaklar arasında yerini almıştır.
Kitabın, -herhâlde 50. yılı münâsebetiyle olmalı- 2011 yılında yeni baskısını yapan Ozan Yayıncılık, eserin tanıtımında şu ifadelere yer veriyor: "Topkapı Sarayı'nın müze hâline getirilmesi çalışmalarında, kitaplar ve diğer dokümanlar arasında bir harita göze çarptı. Bu, Pîrî Reis'in Bahriye kitabında sözünü ettiği dünya haritası idi.
Harita, sağ tarafı kopmuş bulunmakla birlikte, işe yarayan bilgiler haritanın sol parçasında duruyordu.
(...)Topografya Başöğretmenliği ve Harita Genel Müdür Yardımcılığı da yapan bu kitabın yazarı, tesadüfen ortaya çıkan bu haritanın izini sürdü ve haritaya dair oldukça tartışmalı bir tez geliştirdi.
Bu teze göre; Türk korsanları, Kristof Kolomb'dan çok önce Atlas Okyanusu'nun engin kıyılarına kadar gitmişler ve bu yerlerin haritalarını yapmışlardır. Bunun başlıca kanıtı ise, "Türk" adlarını taşımakta olan ve irili ufaklı otuz kadar adadan oluşan "Türk Takımadaları (Turks Islands)ile ilerde sözkonusu olacak olan, Pîrî Reis'in mahallinde bizzat yapmış olduğu Dünya Haritası'dır."
Sabri Tümer'in kanaatine göre; "Takma adı Rodrigo olan bu Türk denizcisi, Kemal Reis'in güvenilir, bilgili korsanları arasındadır. Kemal Reis'in düzenlediği bir plan dahilinde İspanyollara esir düştüğü kanaatindeyim. İspanya'da kaldığı uzun süre esaret hayatında forsalıktan (kürek mahkûmluğu) kurtulmak için göstermelik olarak hıristiyanlığı kabul etmiş görünmüş ve adını da değiştirmek zorunda kalmıştır."
Hemen hemen bütün kaynaklar, Kemal Reis'in, Pîrî Reis'in amcası ve asıl adının da Ahmet Kemal olduğunu; ve, bu Kemal Reis'in üç denizcisinin- ki, biri Rodriges de Triane yâni Rodrigo'dur- Kristof Kolomb'a eşlik ettiği söyler.
Yine; Kristof Kolomb'un, bütün kayıtlarda yer alan ve Paris Millî Kütüphânesi'nde (Bibliotheque Nationnal de Paris)kendi el yazısıyla yazdığı şu ifadeler bulunmaktadır : " Bu zat (yâni Rodrigo) gelişigüzel / sıradan bir tayfa olmayıp, Osmanlı Deniz Kuvvetleri'ne mensup idi. Gizli bir din (İslâm) (ve isim) taşıyordu. Bunu, benden başka kimse bilmiyordu. İlk karayı gören bu kişiydi (Rodrigo) ama, bu keşfin şerefini / mükâfatını resmen bir Müslüman'a vermek istemedim."
Bu durumda; Kristof Kolomb'un yanında bulunan ve ona yardım eden bu kişi, o zamanın şartları icâbı din ve milliyetini gizlemiş bir Müslüman Türk denizcisi olan Rodrigo'ydu.
" Amerika kıtasına Kristof Kolomb'dan önce Müslümanların ulaştığını ifade eden Prof. Dr. Fuat Sezgin, "Arap-İslâm Tarihi" adlı eserinin tanıtımı münâsebetiyle yaptığı açıklamada şöyle diyor: " Bu kitap 30 sene evvel çıkmış olsaydı, bugünkü Türkiye'nin durumu başka olurdu."( Kapsam Haber- Yorum, 18. 11.2014)
Elbette çok güzel! Ümit ederim ki, bu kitap tebrike şâyândır! Fakat...
Bu ; "Bu kitap 30 sene evvel çıkmış olsaydı, bugünkü Türkiye'nin durumu başka olurdu." cümlesi üzerinde düşündüm ve dedim ki: "Sahiden, ne olurdu acaba?"
Bugünün târihi îtibâriyle, bundan elli üç sene evvel , Hocam Sabri Tümer, bu sözleri 'hava'ya mı söyledi?
Yoksa; Sabri Tümer'in, Kara Harp Okulu'nda Topografya hocası oluşu, O'nun ilminden bir şeyler mi kaybettirdi? Sabri Tümer'in mütevâzılığını ne ile ölçebiliriz? O'ndaki bu hizmet aşkı, bütün rütbelerin ve unvanların üstünde değil midir? Bunca zaman, O'nun dediklerini kim işitti? Demek ki, herkes kendi dediğine, işittiğine ve işine geldiğine bakıyor...Öyle mi?
"Otuz sene" değil, "elli üç sene evvel" söylendi de, Türkiye'de ne oldu?
Meselâ; 1 Ekim 2014 yılında yapılan Dünya Üniversiteler Sıralaması'nda, üniversitelerimiz ilk sıralarda mı yer alırdı? Bunun için mi, Orta öğretim gençlerimiz 64 ülke arasında 43. sırada yer bulabildi?
Meselâ; Soma'da, Ermenek'te toprak altında kalanlara Amerika'da mı iş verilirdi?
Meselâ; Türkiye'nin bir bölgesinden 'isyâna eş', "savaş" naraları birdenbire kesilir miydi? Yâhut da, Türkiye Cumhuriyeti'nin sınırları içersinde 'devlete eş' telâffuz edilen bir başka isim artık söylenmez mi olurdu?
Meselâ; o bölgedeki , (tahsil edilemeyen) " yüzde yetmiş sekiz elektrik kaçağı", bize ödetilmez miydi?
Ve meselâ; her gün onca kadın cinâyeti işlenmez miydi? Altı bin zeytin ağacı -merhametsizce- kesilmez miydi? Türk Dünyâsı'na sahip çıkanlar artar mıydı? Türkmenlere yapılan zulüm durur muydu? Ne olurdu?..Ne???
(Tabiî ki, bu sahada çalışmalarda bulunmuş, kanaat beyan etmiş ve katkı sağlamış Prof. Dr. İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Prof. Dr. Hasan Tahsin Fendoğlu, Cezmi Yurtsever, Sabri Tümer, Prof. Dr. Afet İnan, Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan ve daha birçok ilim adamı ve araştırmacı vardır.)
Kaldı ki; Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan, bundan 37 yıl evvel 1977'de yazdığı "Eski Amerikan Medeniyetlerinde Türklük İzleri" başlıklı makalesinde şöyle diyor: "Bu incelemeyi yapan ise "Kon-Tiki" seferiyle büyük ün kazanmış olan Norveç'li arkeolog Thor Hyerdahl'dır. 1971'de, eski Mısır'lılarınki gibi inşâ ettiği bir kayıkla (adını Râ ll koymuştu) hayatını tehlikeye koyarak Mısır'dan Amerika'ya sefer etmiş ve o çağlarda bu yolculuğun yapılabileceğini isbat etmişti. Hyerdahl, Amerika'ya en eski medeniyeti getirenlerin, Akdeniz soylu insanlar olduğuna inananlardandır. Kendisiyle tanıştığımda rahat henüz bu tehlikeli seyahati yapmamıştı ama, o nazariye kafasındaydı. Kendisine sordum:
-İnka İmparatorları'nın siyah saçlı olmayışları, o çağlarda hemen hemen dâima siyah saçlı bir ırk olan Akdeniz milletleriyle (Mısırlı'lar, İspanya'lılar, Finikeli'ler, Semit'ler gibi) ilişki bağını imkânsız kılmıyor mu?
Cevabında, eski Akdeniz milletleri arasında açık renk saçlıların da olabileceğine işaret etti. Ben de:
-Etrüsk'leri kastediyorsanız, Amerika'da izlerinin isbatı biz Türkler için ilginç olur dedim."
Ord. Prof. Dr. Türkkan, yazısının devamında şöyle diyor: "Ünlü bir başka antropolog, Amerikalı Prof. E.Hooton, lâfı gitgide bize yaklaştırıyor: Türkistan yaylalarına işaretle, "şu bizim mahut Alpinlerimiz, yusyuvarlak kafalarıyla" en çok orada bulunduklarına göre, Amerika'da rastlanan yuvarlak-başların kaynağının orası olması icabeder diyor. Onu zikreden Maya medeniyeti tarihçisi E.S. Thompson, Türkler'le ilişkisi tartışılan Sümerleri bu konuya yakıştırıyor ve şu yorumu yapıyor:
"Maya'ların, medeniyet inşâcısı o zaman Sümerlerin adeta birkaç kuşak öteden yeğenleri olabileceğini düşünmek insana heyecan veriyor.
Bir başka Amerikalı yazar (Dr. C. I. Kephart), belki de biraz ihtiyatsızca, Amerika'da görülen bu yuvarlak-başlılara açık-seçik "Türkler" ve "Turanlılar" deyip çıkıyor. Bu Dr. Kephart'a göre, "Meksika" ve Orta Amerika'nın şâyânı hayret medeniyetlerini meydana getirenler ve etkilerini Güney Amerika'ya kadar iletenler, Orta Asya'nın Türklük kültürünü taşımışlardır."
(Bknz: Ord. Prof. Dr. Reha Oğuz Türkkan, Eski Amerikan Medeniyetlerinde Türklük İzleri, Millî Kültür Dergisi, Kasım 1977, Yıl:1,Cilt:1, Sayı: 11, Sy. 18-23)
Demek ki; "Amerikan'ın Keşfi" mes'elesi, yeni bir şey değildir. Bunun, bugün ortaya atılmasının da, kazanç hânemize bir şey katacağını sanmıyor / düşünmüyorum.
Târih, vesîka ortaya çıkmadan konuşamaz. Elli üç sene önce, Sabri Tümer hocamın ortaya attıklarından farklı ne var, yalnızca onu bilmek istiyorum!..