“İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râci’ûn”
Türkiye, Türk Dünyâsı ve dünya, O’nu, Ozan Ârif diye tanıdı. Sözünde doğru, hâlinde îmânlı tanıdı. Müslüman Türk olmaktan şeref duyan, iftihar eden bir ozan, bir dâvâ adamı olarak tanıdı.
Olduğu gibi görünen, göründüğü gibi yaşamayı ilke edinen cesûr yürekli bir gönül adamı olarak tanıdı.
Kendisiyle, takriben kırkbeş yılı bulan bir tanışıklığımız oldu. 1975’ler olabilir, sanıyorum, birkaç senelik öğretmendi ve ben de, Samsun Eğitim Enstitüsü’nde öğretmen ve idâreciydim. O zamanlar, milliyetçi-ülkücülerin kurdukları bir öğretmen derneği olan Ülkü-Bir’de görüşüyorduk.
Bilhassa, eğitim enstitülü gençlere verdiği konserlerle, onların millî hassasiyetlerini kuvvetlendiriyor, Türk tarihinin, edebiyatının ve hâliyle mûsıkîsinin tanınmasına vesile oluyordu.
Böylece; Türk Dünyası’yla da gönül köprüsü kurma imkânına ulaşabiliyorduk.
Elbette ki, Türk dünyası bugünkü hâlde değildi. En ufacık bir harekette, “Turancı” diye suçlanıyor, horlanıyorduk.
Zaman, derler ya, çok çabuk geçti. Şu saatte, bunları anlatacak durumda değilim/değiliz!..Fakat, demeden de olmuyor!.
Araya, 1978-1979’ların “kıran hareketi” ve ardından “12 Eylül’ün tufan hareketi” girdi.
Velhâsıl...Velhâsıl, hepimiz bir yere dağıldık/dağıtıldık!..Sürülenler, ezilenler, şehit edilenler...
-Suçum ne?
-Millî değerlere sahip çıkman!..
-Bu kadar basit mi?
Emreden öyle emretmiş; birileri de, fırtına ekip tufan biçiyor; gün, o gün; yıllar, o yıllar!..
Ozan Ârif; hiç susmadı, hiç durmadı, hiç yılmadı...Bunun ötesinde, hiç eğilip bükülmedi!..Doğru bildiğinden hiç şaşmadı!..Zaman zaman sertleşmeleri oldu ise de, bütün bunlar, dîni, vatanı, bayrağı, milleti, şerefi içindi...
Bu “kıran” ve “tufan hareketleri”, hepimizden çok şey alıp götürdüğü gibi, elbette, ondan da alıp götürmüştü...Neticede, kimimiz kalp hastası, kimimiz sinir hastası, kimimiz kanser olduk!..Fakat...
Hepsine de, takdir-i ilâhî dedik, bir tek Hakk rızâsı karşısında boynu bükük olduk!..
Bir sene kadar evvel, OMÜ Tıp Fakültesi Hastahânesi’nde ameliyat geçirişinde ziyâretine gitmiştim. Bilâhare, çıktıktan sonra, telefonla durumunu sormuştum ve iyi olduğunu söylemişti.
Doğrusu, bu kadar erken olabileceğini düşünememişim. İşte, Necip Fâzıl’ın; “Yaşayadursun insan hayat dediği zanla” dediği, bu olsa gerek!..
Bundan bir hafta kadar önce, OMÜ Tıp Fakültesi Em. Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenan Erzurumlu’yla sohbetimiz esnâsında, hizmetinin çok büyük olduğunu ifadeyle, “Ozan’ın durumu, galiba iyi değilmiş” dedi. Elim, bir türlü telefona gitmedi.
İnancım odur ki, yaptığı bunca güzel hizmet ve yazdığı güzel şiirler, Rabb’im nezdinde âhiret sermayesi olacaktır. İnancım odur ki, O’nu dinleyen, Avrupa’dan, Avusturalya’ya, Amerika’dan bütün Türk illerine kadar, herkes, O’nu rahmetle, minnetle ve şükranla anacaktır.
Îmânlı vatansever Kardeşim; rûhun şâd olsun!..Allahü teâlâ mekânını cennet etsin!.. Bütün yakınlarına, sevenlerine sabırlar versin!..Müsaadenle, Seni, senin hârika şiirlerinden biri olan “KÜNYEM”le uğurlamak istilyorum:
“Tevellüt; kırk dokuz, adım Ârif’tir,
Soyadım, kütükte, Şirin bilinir.
***
Giresun, Alucra, Hapu köyünden,
Soyumu sopumu sorun bilinir.
***
Ozan diye tanır tanıyan beni,
Gönlümde yaşatmam garezi, kini.
Velâkin memleket, millet hâini,
Onlanlarla aram serin bilinir.
***
Siz sakın sanmayın el vurdu bana,
Öpmeye kalktığım el vurdu bana.
Bülbül idim bülbül, gül vurdu bana,
O yüzden dertlerim derin bilinir.
***
Hakkımda istenen ceza çok benim,
İpe de çekseler, korkum yok benim,
Allah’a çok şükür alnım ak benim,
Bekleyin...Sabredin..Durun bilinir.
***
Ben Ârif’im, baba bildim devleti,
Benim işim uyandırmak milleti,
Söylediğim bu destanın kıymeti,
Bugün bilinmezse yarın bilinir.”
(Ozan Ârif, 2003)