Eğer bir dil, bunca mensubuna, yaşadığı mâcerâlara ve şanlı mâzîsine rağmen, türettiği ve bünyesine kattığı kelimeler hakkında gerekli kaideleri tespit edememiş; sesbilgisini/fonetiğini ve bediî/estetik hüviyetini mânâ derinlikleriyle inceden inceye çözememiş ise, bu hususlarda mesâfe alıp merhale katetmek değil, hâlâ karmaşa/kaos yaşıyorsa, sözün nereye gideceğinin hesabını yapmak da zor olur.
Türkçe hakkında yüzün üzerinde makale yazdım. Demek ki yetmiyor!..Makâle mi diyeceğim/yazacağım, makaale mi, acaba makale mi? Yoksa başka bir çıkış yolu mu vardır?
Bu defa, değerli dostum Arslan Tekin Bey'in iki yazısına kapılarak, tekrar düşündüm. Bana, güzel şeyler telkin etti.
İşin esası, şu kaidede düğümleniyor; önce onu nakledeyim: "Türkçe yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi yazılan bir dildir."
Talebeliğe başladığımdan beri, bu kaide bize söylenir, öğretilir, tatbike çalışılır ki, hâlen de öyledir!..Ancak, îzahını istediğimiz kelimeler hakkındaki sorularımıza asla cevap verilmez. Nedendir, o da bilinmez!..
Mâdemki hâlimiz böyledir, o hâlde gerekeni yapmaya çalışalım. Meselâ; F(ı)ransızca'da şöyle bir kaide vardır. Denilir ki, "F(ı)ransızca'da istisnâsız kaide yoktur."
Çok hassas bir mes'eledir bu!..Peki, ne demektir? Şu demektir ki, bu lisânda 'vazgeçilmez kaideler' vardır ve bu vazgeçilmez kaidelerin de 'vazgeçilmez istisnâları' vardır. Hem bu kaideleri bileceksiniz ve uygulayacaksınız, hem de istisnâlarını!..Yâni; bizim lisânımız, yerli yeri oturtulmuş bir lisândır, diyorlar.
Belki bana öyle geliyor!..Fakat değil!..G(ı)ramer kitaplarından, fonetik kitaplarından, Larousse'larından, menşebilim/etimoloji sözlüklerine kadar hep böyledir!..
Bizim Türk dili p(u)rofesörlerimiz kitap yazıyor, adı: "Türkçenin Grameri" veya "Türk Dili Grameri, Türk Lehçeleri Grameri, Türkiye Türkçesi Grameri, Eski Türkçe'nin Grameri..."
Burada, herkesin söyleyeceği bir sözü olmalıdır: Birincisi, Türkçe'de karşılığı varken, "grammaire/gramer kelimesinin niçin kullanıldığının sebebini bilmemiz lâzımdır. İkincisi; bu "gramer" kelimesi, Türkçe okunuş kaidesine göre, 'gıramer' diye yazılmalıdır. Çünkü; Türkçe'deki temel kaide böyledir: "Türkçe, yazıldığı gibi okunur, okunduğu gibi yazılır."
Bu işin ilmini yapanlar, böyle başladıktan sonra, çözüm mümkün olmaz.
Dil p(u)rofesörünüz böyle yazacak ammâ, ilkokuldaki çocuğa, "Türkçe yazıldığı gibi okunan bir dildir" kaidesini ezberleteceksiniz.
Niçin, Türkçe'nin Dilbilgisi veya Türkçe Dilbilgisi denmiyor?
Zâten, mes'ele de burada başlıyor!..
Trabzon yazıp Tırabzon okursak anlaşmamız mümkün değildir. Tırabzon yazacağız ve onu, Tırabzon diye okuyacağız! Kelimeleri, yazılış- okunuşlarıyla Türkçeleştireceğiz. Zâten, kelimelerin ana kalıbındaki zarâfet ile, Türk milletinin o kelimeye kazandırdığı sosyo-kültürel mâna ve özüne üflediği ruh tamamen bizimdir.
Şunu da ifade edeyim ki, "grammaire/gramer; bir dildeki 'kaideler bütünü'dür. Dil'in incelemesi, linguistique/lengüistik'le ilgilidir. Fakat biz, buna, hepsini içine alacak bir ifadeyle "dilbilgisi" diyoruz.
Gelelim mevzûmuza!..Arslan Tekin'in iki yazısı dikkatimi çekti. Birincisi, 03 Ağustos 2017 tarihli Yeniçağ Gazetesi'nde yayınlanan "Boşnak, Arnavut Yok Müslüman Var!" başlıklı yazısıdır. İlgili bölümü nakledeyim. Diyor ki; "Belgrad'da bir cami var. Bayraklı Camisi. (Tekrar yazıyorum: Türkçe'de "ayın" sesinin karşılığı yok. Kendimizi zorlamayalım; mümkün olduğu kadar ses uyumunu sağlayalım. "Camii" değil, "camisi" diyelim. Yine Bayraklı Camisi'ndeki dil yanlışlığını fark ettiniz mi? "Bayraklı" sıfattır. Önüne geldiği isim ek almaz, Ama böyle söylenegelmiş. Ben "Bayraklı Cami" diye yazacağım!
Camiye gittik. Savaş zamanı orada namaz kılmıştım. 2004'te yakıldı."
Şimdi soralım: "Camiiye gittik mi?" diyelim, yoksa, Arslan Tekin'in yazdığı gibi, "Camiye gittik mi?"
Sayın Tekin'in, sözünü ettiğim ikinci yazısı, bu yazısından birkaç sene önce, yine Yeniçağ Gazetesi'nde yayınlandı. 18 Temmuz 2013 tarihinde, "Ne Yapacağız Türkçeyi?!" başlığını taşıyan bu yazısında ise, Tekin şöyle diyor:
"Türkçemizde halledilmesi gereken o kadar çok mesele var ki... Kaç defa yazdım hatırlamıyorum. Cami, bayi, müdafi, merci, mısra, mevki, tevzi... Sık kullandığımız, âdeta dilimizin rüknü, atılması mümkün olmayan daha birçok kelimenin son sesi “ayın”dır. Kur’ân-ı Kerîm’i okuyanlar bilirler, ayın Arap hançeresine göre okunur. Ama Türkçede ne yapacağız? (...) İstanbul dışındaydık. Mola verildi. Bakınırken “mescid” yazısını gördüm; altında okla yerini de göstermişler. Dikkat: Sonu “d” sesi... Türkçede kelime sonunda ister istemez sadasızlaşır, “t” söylersin ve yazarsın. Bina içine girdim, “mescit” yazıyor. Kelimeyi Arapçaya göre yazarsan “mescid” (secde edilen yer); artık Türkçede kullanıldığına göre “mescit” yazmamız gerekir. Hatta “mesçit” ...
İsim tamlaması olarak kullandığımız zaman iki vokal arasında ses ister istemez sadâlaşacaktır. Meselâ: Akasya Mescidi... Dilimizin kaidesi bu.
Bir örnek de mabet kelimesi... Mabed yazıyorlar. Aslını vermek istersen “ma’bed” yazmalısın. Zaten Arapçayı Latin harfleriyle yazamazsınız. Ama Latin harfleriyle yazdığımıza göre, ses uyumuna dikkat etmek zorundayız.
“Ayın” meselesi... Sıfat tamlamalarında bile hata yapılıyor. Önümde bir kitap var. Önemli bir tercüme.“Ulu Cami’inde katledildi.” yazılı. Hatayı anladınız: “Ulu Cami’de katledildi.” şeklinde yazması gerekir. Birçok ilimizde “Ulu Cami” vardır, bakınız bazıları nasıl yazılmıştır... Aynı hatayı görürsünüz: “Ulu Camii” ... Mümkün olduğu kadar “ayın”ı göstermeyelim. Mısraı değil, mısrası yazalım. Tevzii değil, tevzisi; mevkii değil, mevkisi; bayii değil bayisi gibi’
Meselenin üzerinde bu kadar durmama rağmen, bazı kelimelerde “ayın”ı ister istemez gösteriyorum.
Millî Eğitim Bakanlığı, dilimizin nereye gittiğiniz farkında mı, yoksa akıntıya mı bıraktı? Ders kitaplarında dil can çekişiyor. "
Arslan Tekin'e hak vermemem mümkün değildir. Diyor ki: "Millî Eğitim Bakanlığı, dilimizin nereye gittiğinin farkında mı yoksa akıntıya mı bıraktı?"
"Akıntı" bilerek olsa, gam yemem!.. "Ders kitaplarında dil can çekişiyor" cümlesi de tam yerine oturmuştur. Bu hususta da, son birkaç sene içinde, uyarıcı mahiyette, belki on yazım yayınlandı. Çünkü, çocuklarımızın ve gençlerimizin Türkçe hassasiyetleri kayboluyor. Geçmiş ile, ve Türk Dünyâsı Türkçesi'ye irtibatları baltalanıyor. Dil/Türkçe üzerinden, millî kültür değerlerimiz zedeleniyor.
Millî Eğitim Bakanlığı'nın, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümleri'nin, Kültür Bakanlığı'nın ve Türk Dil Kurumu'nun, Türkçe'ye ilgisizliğinin ifadesi olarak, 2005-2006-2009 ve 2011 yıllarına ait, ÖSS ve YGGS Türkçe Soruları'nda kullanılan bâzı kelimelere dâir yayınlanmış dört ayrı makalemden bir hulâsa yapacağım. Uydurma kelimelere hürmetin ibretlik bir vesîkasını sunacağım:
Öykü: 2005'te hiç yok; 2006'da, 12; 2009'da 21; 2011'de 15 tane.
Sözcük: 2005'te 45; 2006'da 12; 2019'da 13; 2011'de, 22 tane.
Yaşam: 2005'te 11; 2006'da, 10; 2009'da, 10; 2011'de 10 tane.
Doğa/doğal: 2005'te 9; 2006'da, 3; 2009'da 1; 2011'de yok.
Yapıt: 2005'te, 28; 2006'da, 11; 2009'da, 9; 2011'de 12 tane.
Olanak: 2005'te 5; 2006'da, 2; 2009'da, 3; 2011'de, yok.
Bu kelimelerin karşılığı olan "hikâye, kelime, hayat, tabiat/tabiî, eser, imkân" kelimeleri, ne yazık ki, bu dört ayrı senede yapılan imtihanlarda hiç kullanılmamıştır. Buna tesadüf diyebilir misiniz? Kaldı ki, bu kelimeler, Türk Dünyâsı Türkçesi'nin anahtar kelimeleridir.
Türkçemiz öyle bir hâl almıştır ki, maalesef, üzerinde düşünenler artık "nâdir" olarak vasıflandırılabilirler. Söz buraya gelmişken, bir örnek daha sunmak istiyorum: Orhun Âbideleri'nde
geçen "kişi" diye hârika bir kelimemiz vardır. Bu kelimemiz, dünyâ şiirinin zirvesi Yûnus Emre'nin şiirlerinde de onlarca defa geçer. Zaman içersinde, yanına "şahıs-zât ve fert" isimli üç dost/arkadaş daha alarak, hep birlikte yollarına devam ederler. Ta ki, karşılarına "birey" adlı bir 'eşkıyâ' çıkarılıncaya kadar!..
"Kişi bile söz demini" den, "Şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde" ye kadar her şeyi silip süpürüp tepetaklak eden bu ucûbe/uydurma kelimeye, niçin bilemem, herkes âdeta sarılır!..Ya Türk dilcilerimiz???!!! Ne yaparlar, ne düşünürler, onu da, bilemem!..
Tekrar, Arslan Bey'in kelimelerine dönelim: Câmi, mısrâ, tevzi, mevki, bayi...
Bunlar hakkında çok düşündüm. Meselâ; Nihat Sâmi Banarlı, ismin (-i hâli) için "mısrâı" diyor. İlk bakışta, bu, bana çok câzib gelmişti. Fakat, uygulamaya gelince, hakîkaten zorluklar çıktı. Bu duruma göre, (-e) hâli için mısrâ-a dememiz gerekir değil mi? Meselâ: "Şiirimin her mısrâı mı yoksa her mısrası mı, Türkçe'ye daha uygun? diye düşündüğümde, ikincisi daha ağır basıyor.
Şüphesiz ki, bunlar bu kadar da değildirler: 'mevzû, menba/memba, merci, menşe, tevâzû, mevzi..kelimeleri de vardır. Başka kelimeler varsa, hepsini berâber düşünmemiz lâzımdır.
Meselâ;
* "Mevzûun muhatabı ben değilim" mi demeli yoksa "Mevzûnun muhatabı ben değilim" mi?
* "Haberin kaynağı" yerine "Haberin menşesi" de tuhaf geliyor. "Haberin menşei" ise, Türkçe'ye uymuyor. Tabiî, "Haberin aslı, haberin kökü..." denilebilir. Çok şükür, bu bakımdan zenginiz!..
* "Doktorun tevâzûu beni şaşırttı" mı diyelim yoksa "tevâzûsu" mu daha güzel ve yerli yerinde? "Tevâzûu bırakma" mı diyelim, "Tevâzûyu bırakma" mı?
* "Suyu menbasından içelim " mi, menbaından içelim mi, diyelim? Tabiî ki, en güzeli "gözesinden/kaynağından" içmek!..
Yani iş, sâdece mısrâ ve câmi ile sınırlı değildir.
* Her "merciye" müracaat ettim, yerine her "mercie" mi diyelim?
* "Eşyâların tevzisini yaptınız mı?" mı diyelim yoksa "tevziini " mi?
* "Mevkisini hiç idrâk edemedi. Böylece, çok zor bir mevkiye düştü" yerine "mevkiini" mi, "mevkie" mi diyelim?
*"Merkez câmisinde namaz kıldık; sonra da, Ulu Câmi'yi ziyâret ettik." yerine "Merkez câmii'inde namaz kıldık; sonra da , Ulu Câmii'i" ziyâret ettik" mi diyelim?
* "Gazete bâyisinde biber satılır mı? " yerine, "bâyiinde" mi diyelim?
* "Askerlerimiz, düşmanın son mevzisini de ele geçirince rahatlamıştık" mı, "mevziini" mi diyelim?
Evet, ne diyelim?..Cevap: Türkçe kaideye hangisi uygun ise, onu, diyelim!
Bu kelimelerin hepsi de isimdir. Bunları, bir-iki örnekle, ismin beş hâli ile sıralarsak neyle karşılaşırız, görelim. Bilhassa , (-i) ve (-e) hâllerinde sıkıntı büyüktür:
* Mısrâ, mısrâ-yı, mısrâ-ya, mısrâ-da, mısrâ-dan..mı diyelim?
Yoksa; mısrâ, mısrâ-ı, mısrâ-a, mısrâ-da, mısrâ-dan..mı diyelim?
Benzer bir örnek: kapı, kapı-yı, kapı-ya.. yerine, kapı, kapı-ı, kapı-a... denilir mi?
* Mevzû, mevzû-yu, mevzû-ya, mevzû-da, mevzû-dan...mı diyelim?
Yoksa; mevzû, mevzû-u, mevzû-a, mevzû-da, mevzû-dan...mı diyelim?
Benzer bir örnek: ordu, ordu-yu, ordu-ya..yerine, ordu, ordu-u, ordu-a ...diyelim mi?
Türkçe'nin çok büyük mes'eleleri vardır. Ve soruyorum: "Mes'ele" deyip de, "mesele" yazmaya devam edelim mi?
Kaideci değilim ammâ kaidesiz de hiçbir şey olmuyor; heceler, yerli yerine oturmuyor!..
Sözün özü: (Mevzûa) mı devam edelim, (mevzûya) mı? Hep berâber düşünelim!..Üşenmeyelim!..