“İlmi yazıya bağlayınız”, insan olarak, bize verilmiş bir emirdir. Gerek ilimde ve gerekse san’atta, lüzumlu bir görüşü veya fikri kayıt altına almak çok ehemmiyetlidir. Bu bakımdan da, kitaplar, insan olmanın vazgeçilmez değerlerinin başında gelir/gelmelidir.
“VUR EMRİ”
Herkes O’nu, Mihriban şâiri olarak bilir. Türk hiciv şiirinin ve sosyal temalı üstün millî şuûrlu şâirlerin en önde gelen isimlerinden biri oluşu ve bu hicivleriyle, aynı zamanda yol gösterici olması takdire değerdir.
Abdurrahim Karakoç, (1932 Ekinözü- 7 Haziran 2012 Ankara)’un kitabından söz etmek istiyorum.
Türkmence Dergisi’nin Temmuz Ağustos 2006 tarihli nüshasında yayınlanan “Abdurrahim Karakoç’un Şiirlerinde Millî Duruş” başlıklı makalemde şöyle demişim: “Hiciv; şiirin, en sert yapılısı, tâbiri câizse en haşîni olup, medh’in zıddıdır. Şâyet; argoyu, müstenceni, kötülüğü, haset, kin ve nifakı telkîn etmeyip, gerek kişi gerekse cemiyetlerin yâhut milletlerin şahsiyetlerini hakîr görmeden, aşağılamadan, haysiyet, şeref ve nâmûslarına tecâvüzkâr davranmadan yazılıyorsa, bu tür hicivlerin, muhakkaktır ki, herkese faydası vardır.”
Hicivlerinde de, diğer şiirlerinde de asîl bir millî duruş sergileyen Abdurrahim Karakoç, “Vur Emri” adlı 332 sayfalık şiir kitabıyla, Türk milletinin önüne çıkarılan ve çıkarılmak istenilen engelleri işâret etmekte ve bunların ortadan kaldırılma çârelerini de göstermektedir.
Sosyo-kütürel mes’elelerimizden, Türk Dünyası’nın bütün beşerî hâline kadar her türlü dâvâmıza ışık tutucu şiirlere imza atmış, hece vezninin usta şâirlerinden biridir.
22 başlık hâlindeki Hasan’a Mektuplar’ından, 8 başlık hâlinde yayınladığı Haber Bülteni’ne kadar onca hiciv şiiri, Anadolu’muzun herbir köşesinde hâlâ dilden dile dolaşmaktadır.
Kime Gardaş Deyim başlıklı şiirinde, iç yapımızı öylesine bir tahlil eder ki, hâdiseleri âdeta kalbura çevirir:
“Yalan, dolan ile garip köylümü
Aldatıp soyana gardaş mı deyim?
Allah’ın emrine isyân edip de
Şeytana uyana gardaş mı deyim?
“Çağdışı kural” der, ar, namus, haya
Yol olur boynuzu dünyaya aya
Cinsel toleranslı şo dümbük baya
Şo çıplak bayana gardaş mı deyim?
.....
Bilgi, Özmen, İmamoğlu, Kahraman
Öç diye çağrışır yüce makamdan
Diyemem...şehitler tutar arkamdan
Gardaşa kıyana gardaş mı deyim?
Tezimiz Türk-İslâm böyle biline
Söz verdik, başkoyduk ülkü yoluna
Mao’nun piçine, Marks’ın kuluna
Yılana, çayana gardaş mı deyim?”
Abdurrahim Karakoç’un diğer şiir kitapları da okunmalı!.. Onlarda, millî kültürümüz, millî şuûrumuz ve geleceğimizin ihyâsı için gerekli her türlü malzeme vardır.
“GÜNEYDOĞU KİMLİĞİ (Aşiret-Kültür ve İnsan)”
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan (Doğumu: 1926 Malatya) ismi, Türk sosyolojisinde önemli bir yer işgal eder ve aynı zamanda bir güven kaynağıdır. Yazdığın eserleri müşahedeye dayandırarak ve saha araştırmalarıyla çok önemli kaynaklara inerek, bizzat kendisi kaynak durumuna gelmiştir.
Yâten, eserlerinin isimleri bile bunu göstermeye yetirlidir: Alevî-Bektaşî Kimliği, Bilimsel Araştırma Metodolojisi, Aydınlıktakiler ve Karanlıktakiler, Etnik Sosyoloji, Türk Sanayi Toplumu, Türk Toplumunda Aydın Sınıfın Anatomisi, Tür Toplumunda Zazalar ve Kürtler ve Güneydoğu Kimliği bu eserleri arasındadır.
Türk Ocağı Bolu Şubesi tarıfından 1995 yayınlanan Güneydoğu kimliği, tıpkı, S. Ahmet Arvasî’nin 1988’de Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü tarafından neşredilen Doğu Anadolu Gerçeği adlı eseri gibi, târihî ve yaşanan hakikatleri îzah eden çok mühim bir eserdir.
Prof. Türkdoğan, eserinin ÖNSÖZ’ünde şöyle diyor: “Sümerler, Hurriler, Gutiler, Kimmerler gibi birçok Proto-Türk kavimlerinin kültürel dokusunu oluşturan bu topraklar, ayni zamanda günümüz akademisyen ve Türk entelijansiyasının: “Orda bir köy var uzakta. Gitmezsek de görmezsek de o köy bizim köyümüzdür” dedikleri yörelerdir.
Doğu ve Güneydoğu, coğrafya ile kültürün kucaklaştığı ve bir milletin taşlara oyulmuş tarihinin son uzantısıdır. Orkun abideleri (Kül Tigin, Bilge Kağan ve Tonyukuk)nin benzerini bugün Van’ın Ahlat Selçuk mezarlığında bütün ihtişamıyla görmek mümkündür. Aradaki fark, biri İslâm öncesi, öteki İslâm dönemi...Beşik veya sivri-balbalları andıran-mezar taşları yöreye Kırgız veya Yenisey havalisini andıran bir görünüm kazandırmaktadır. Bine yakın sütunları andıran mezarlarıyla Ahlat, Orkun abidelerinin İslâmlaşmış kimliğidir.
Hemen her taşın tüm yüzleri bir kanaviçe gibi âyetlerle, dualarla süslenmiş bir Ahlat Mezarlığı, ayni zamanda kültürel sürekliliğin bir simgesidir de.”
Prof. Dr. Orhan Türkdoğan hocanın şu tespitleri, başlıbaşına eserin ilgilileri ve meraklıları tarafından tedkikini gerektirir.
Diyor ki: “Güneydoğu Anadolu, Türklüğün ve İslâmiyetin ilk giriş kapısıdır. Bu sebeple, zengin maddî ve mânevî kültür miraslarının izlerini taşır. Bu kültür kalıntılarının modern araştırma metod ve teknikleri ile derlenip toparlanması ve değerlendirilmesi yapılmak suretiyle geniş veya hakim kültürle bütünleşmesi sağlanmalıdır. Böylece, geçmiş kültür miraslarımızla bu kültür özellikleri arasındaki devamlılıken açık biçimde ortaya konulmalıdır. Kaşgarlı Mahmut’un: ”Toprak değişir, töre değişmez” ifadesinde ileri sürülen kültür kodları; tarihîmiraslarda, destanlarda, masallarda, efsanelerde, mezar taşlarında, mimaride, kervansaraylarda, camiede tesbit edilmeli; halkınyaşayış tarzı, dünya görüşü, inanç ve değrler sistemi, folkloru, alışkanlıkları, giyim ve kuşam biçimleri hepsi en ayrıntılı bir biçimde ortala konulmak suretiyle eski kültür kaynaklarımızla olan bağlantısı gerçekleştirilmelidir.”
“Türklüğün ve İslâmiyetin ilk giriş kapısı” üzerinde emelleri olanlara ve onların bu emellerini suskunlukla karşılayanlara verilen bu cevap, ümit ederim ki, gaflet içersinde bulunanları da uyandırır.