Dünyâ tarihinin en büyük kaatillerinden biri olan Hitler diyor ki: "Büyük halk kitlelerinin anlayışı gayet sınırlıdır. Zekâları azdır ama unutma güçleri muazzamdır.
Propagandanın etkili olabilmesi için, en dar zekâya göre ayarlanmış olması, heyecanlara hitap etmesi gerekir.
Yalanın büyüklüğü, ona inanılmasını sağlayan başlıca faktördür.
Büyük kalabalıklar, büyük bir yalandan hiç şüpheye düşmezler."
Tıpkı Hitler gibi eli kanlı bir kaatil olan ve delirerek ölen Vladimir İlyiç Lenin ise, halkı aldatmanın yolu olarak 'yalan'ı kullanır ve yalancılığını itiraf ederek şöyle der: "Yeterince sık söylenen bir yalan sonunda gerçek hâle gelir."
Stalin'in ise,yalan ve iftira ile, muhaliflerini deli ilân edip, akıl hastahânelerinde veya ölüm hücrelerinde süründürmesi de, yalanla başlayan 'şiddet tavrı'nın bir netîcesidir.
Bu kısa açıklamayı, asıl mes'elemize bir geçiş olarak naklettik.
Fikrî tartışmanın, söz dalaşının, atışmanın, cedelleşmenin, mücâdelenin... hattâ hâlleşmenin, müşâverenin...içersine bulaşmış her 'riyâkâr söz' yalan'dır.
Bu duruma; komünist, faşist ve her türlü baskıcı totaliter rejimlerde olduğu gibi anayasaları demokrasiyi temel kabul eden ve bunun yanında, aralıksız 'demokrasi nutukları'nın söylendiği mekânlarda da sıkça rastlanmaktadır.
Nihâyet; insan, bir içtimâî çevre içersinde yaşıyor ve bu cemiyet, ister totaliter olsun ister demokrasi 'aynı hâller'e muhatap olabiliyor.
Belki bir 'polemik' , belki bir 'siyâsî bir manevra' , belki 'bir söz dalaşı' olarak değerlendirilebilecek olan bâzı çarpıcı numûneler 'naklederek' mevzûyu açmak istiyorum.
İlk nakil, Adnan İslâmoğulları'ndan.
Yazı başlığı: "Şerefsizlik, Resmî Gazetede Yayınlanarak Şerefsizlik Olmaktan Çıkacak!"
İşte o makale:
"2011 seçimleri öncesinde 'Oslo Görüşmeleri'nin basına sızmasıyla MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Başbakan Tayyip Erdoğan'a yönelik, "Terör örgütü PKK ile görüştükleri ve pazarlık yaptıkları " için ağır eleştiriler yöneltmişler ve Başbakan Erdoğan seçim meydanlarında bu eleştirilere misliyle karşılık vermiş ve oldukça iddialı cümleler kurmuştu. Kurduğu cümleler insanlığın müşterek değerleri olan 'şeref ve namus' kavramları üzerine oturuyordu. Başbakan:
"Dört kez bunlarla bir araya oturduğumuzu söyleme şerefsizliğini yapanlar, bu alçakça iftirada bulunanlar bunun hesabını her yerde vereceklerdir...Biz bugüne kadar AKP hükümeti olarak terör örgütüyle hiçbir zaman masaya oturmadık, hiçbir zaman da oturmayacağız..."dedi.
Aynı eleştirilere Bülent Arınç'ın Manisa'dan verdiği cevap da yine 'namussuzluk ve ahlâksızlık' kavramları üzerine oturuyordu. Arınç: "Biz terör örgütüyle oturup pazarlık yapacak namussuz ve ahlâksızlıklardan değiliz" diyordu.
Oslo'da MİT ve PKK arasındaki görüşmeler iktidar tarafından reddedildikçe konu hakkındaki spekülasyonlar artıyordu. Nihâyetinde görüşmelerin zabıtları ve kasetleri yayınlanınca Selahattin Demirtaş, "Demek ki kamuoyunda kıyamet kopmuyormuş, teröristle masaya oturulmaz afra tafralarının gereği yokmuş" diyerek HDP-PKK tarafı adına AKP'nin görüşmeleri gizleme ve inkâr etme gayretini alaya alıyor ve 'Oslo Görüşmeleri'ni ifşâ ediyordu.
Aradan 3 yıl geçti ve derelerin altından çok bulanık su aktı...
Başbakan, "Terör örgütüyle biz görüşmeyiz, devlet görüşür" dedi..
Beşir Atalay, "İster kabul edin, ister etmeyin APO Kürtlerin önderidir" dedi.
Bülent Arınç,"Dağa çıkışlar eskiye oranla daha nitelikli hâl aldı" dedi. " (Bknz: Adnan İslâmoğulları, Şerefsizlik, Resmî Gazetede Yayınlanarak Şerefsizlik Olmaktan Çıkacak!, Yeniçağ Gazetesi, 28 Haziran 2014, sy. 10)
Mes'ele; polemik mi, siyâsî manevra mı, söz dalaşı mı, yoksa başka bir şey mi? O şey ne? Yorum yapmadan, sâdece nakil yapıyorum!..
Ancak; bilinmelidir ki, bu türlü söz 'düello'larında, mutlaka, bir 'doğru' ve bir de 'yalan' olmalıdır.
Aynı mevzuda, muhatapların ikisinin de "doğru" konuşması veya ikisinin de "yalan" konuşması mümkün değilse, 'doğru' nerede, 'yalan' nerede aranacaktır?
Bu durum; sâdece siyâsî tarihe değil, sosyolojiye ve p(i)sikolojiye de esas teşkil edecek bir mevzû ve hâdisedir. Ferdî gibi görünen bu söz ve davranışlar, millî irâdeyi ve topyekûn milleti nasıl bir çıkmaza / çelişkiye soktuğunun işâretidir. Bu "işâret", târihî unsurlarıyla tamamen sosyal muhtevâlıdır ve geleceği de ilgilendirir.
Ortada; "şerefsizlik, alçaklık, iftira, nâmûssuzluk ve ahlâksızlık" gibi umûmun ve bilhassa da Türk Milleti'nin hassas olduğu mefhûmlar üzerinden bir 'kandırma veya yanıltma' vardır.
"Polemik mi, siyâsî manevra mı, söz dalaşı mı, yoksa?.. "yı, birkaç örnek daha sunarak / naklederek açıklığa kavuşturmak istiyorum:
* "Demirel 'Arabistan'ı yalanladı: Başı örtülüler Suudi Arabistan'a gitsin" demediğini, sözlerinin çarpıtıldığını söyleyen Demirel, sözlerini şöyle tamamladı: "Soruyor gazeteci bana, peki efendim o zaman başını bağlayarak okumak isteyen kız çocukları nereye gitsin? Ben de diyorum ki nerede okunabiliyorsa oraya gitsin. Nerede okunabiliyor? Gazetecinin kendisi söylüyor, efendim Avusturya'da, Suudi Arabistan'da okunabilir diye. Bundan sen al Demirel "başı örtülüler Arabistan'a gitsin" dedi iftirasını çıkar. Bu, namussuzluğun kendisidir." (www. haber53. com)
* "Genelkurmay Başkanlığı, Türk Hava Kuvvetleri'ne ait uçakların Irak hava sahasında uçuş yaptığı iddialarını yalanladı." (www. haber7. com)
* "IŞİD tarafından kaçırılan Türk rehineler bu sabah serbest bırakıldı. 100 gün sonra ailelerine kavuştu. Peki rehineler nasıl kurtarıldı. Erdoğan "operasyon" dedi. Davutoğlu ise operasyon yok, "temas" sağladık dedi. AKP'li vekil Şamil Tayyar ise ikisini birden yalanlayarak rehinelerin bırakılmasını CIA hamlesi olarak nitelendirdi." (haber.rotahaber.com)
* "Milli Savunma Bakanı İsmet Yılmaz Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel'in istifa edeceği iddialarını yalanladı." (www.ntvmsbc.com)
* Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, Haber Türk'te kendisine atfen yer alan "İlk 3 maddeye de dokunulabilir" haberini yalanladı." (www.zaman.com.tr)
* "YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya, öğrencilerin YÖK'e karşı tepkilerinin kendilerine değil "YÖK'ün ara rejimdeki rolüne" dönük olduğunu iddia etti, daha sonra ise öğrencilerin üniversitelerin ticarileşmesine ve piyasalaştırılmasına tepki gösterdiğini söyleyerek kendisini yalanladı." (www.adaletbiz.com)
* "11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yeni parti kuracağı yönündeki iddiaları memleketi Kayseri'de yalanladı." (www.zaman.com.tr)
* "MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Balıkesir mitinginde kendisi için bazı iddialarda bulunan Recep Tayyip Erdoğan'ın, "Bahçeli Urumçi'ye gitmedi" iddiasını fotoğraflarla yalanladı." (www.zaman.com.tr)
* "Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, söylediği iddia edilen "Obama 'Gülen'i iade edin' talebimi geri çevirdi" sözlerini yalanladı." ( www.habertürk.com)
* "Kılıçdaroğlu istifa iddiasını yalanladı." (www.ntvmsbc.com)
* "AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal'ın (HSYK) seçim sonuçlarına ilişkin 'paralel yapıya yakın isimlerin hakim olması durumunda bu seçimi gayri meşru sayarız." ifadesi üzerine, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, bu sözleri yok farzederek şöyle dedi: "Milletin gözünün içine baka baka yalan söylüyorlar. Hükümetin seçimlere (HSYK) müdahalesi asla söz konusu değildir." (www.hurriyet.com.tr.)
'Yalanlama'nın zıddı, 'doğrulama'dır. Şâyet, bir toplumda, yalanlama ne kadar fazla ise, orada, güven, huzur ve samimiyet de o derecede az'dır, demektir. Yâni, yalanlama, güvenle, huzurla ve samimiyetle ' ters'tir.
Öyle bir cemiyet düşününüz ki, kimse kimseyi 'doğrulamıyor da", yalanlıyor; hayret etmez misiniz?
Şimdi de çok şaşırtıcı iki haberle karşılaşıyoruz. Önce, bu iki haberin başlıklarını sunalım:
Birinci başlık: "Bakanlık önce yalanladı"; ikinci başlık: "9 ay sonra doğruladı"
Ardarda yazılan bu iki başlığın alt yazılarını okuyalım.
Birinci başlık: "Bakanlık önce yalandı: Yeniçağ, iktidarın gizlice sürdürdüğü çalışmayı 6 Şubat 2014'te manşetten duyurmuştu. Aynı gün açıklama yapan İçişleri Bakanlığı ise, söz konusu haberin doğru olmadığını iddia ederek, şöyle demişti: Jandarma Genel Komutanlığı'nın, 'genel müdürlük' şeklinde yapılandırılmasına ilişkin herhangi bir çalışma söz konusu değildir..."
İkinci başlık: "Dün yapılan açıklamada ise, "Hazırlanan tasarı taslağında, Jandarma Genel Komutanlığı'nın askeri görevleri dışındaki görev, yetki ve sorumluluklarına ilişkin olarak atama, değerlendirme ve disiplin konularında İçişleri Bakanı'nı ve valileri yetkilendiren düzenlemeler yapılmıştır" ifadesi ne yer verildi." (Bknz: Yeniçağ Gazetesi, 24 Ekim 2014, sy.1)
Önce; (doğru), (yalan) olarak takdîm edildi. Niçin? Belki, bilgi noksanlığındandır. Fakat; Devlet, temkinli olmalıdır.
Ardından; ilgili makam, kendisinin (yalan) dediğine (doğru) dedi. Yine, niçin? Peki; (doğru) mu (yalan), yoksa (yalan) mı (doğru)dur, ne dersiniz?
Zaman zaman, yaşanan çelişkilerin içinden çıkılmaz hâl alınıyor. 'Doğru'ya, 'yalan' demek ve ardından da bu 'yalan' dediği 'doğru'yu 'inanılır hâle sokarak' kabullendirmek, cemiyet düzeninin sıhhatli yürümesi / yürütülmesi bakımından itimat telkin edici olabilir mi?
'Polemik'; biraz daha 'nükteli' ifadeler olarak kabûl görür. Umûmî bakışla, sözlüklerde, 'kalem münakaşası' olarak mânâ buluyorsa da, 'söz dalaşı' değerlendirmesi de mevcuttur. Fakat, bu biraz kaba düşmektedir. Zîrâ; hakîkî polemik, nükteli, zarîf fakat dokunaklı - iğneleyici'dir.
Siyâsetin içinde, tartışma, münâkaşa, söz dalaşı, söz düellosu, atışma, siyâsî manevra gibi ifadeler, bunun yerini belki tutabilir. Fakat, görünen / teşhis ve tespit edilen odur ki, ortada cısçıplak bir 'yalan' mevcuttur.Bunu, biz söylemiyoruz; söyleyenler, öyle diyor.
Şüphesiz ki, bu durum, sâdece siyâsetle irtibatlı değildir. S(ı)por ve diğer kuruluşlar için de geçerlidir.
Meselâ: "Galatasaray Teknik Direktörü Terim, Sportif AŞ Yönetimine alınmadığı için yönetimle sorun yaşadığı iddialarını yalanladı." (spor.bugun.com.tr / 23 Ekim 2012)
"Beşiktaş Spor Kulübü Başkanı Fikret Orman'ın Şenol Güneş'i futbol şubesinin başına geçirmek istediği yönündeki söylentilere, hem Beşiktaş, hem de Şenol Güneş cephesinden yalanlama geldi." (NetGazete/ 27.01.2014)
"Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Erdoğan Teziç, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'e yeni YÖK başkanını atama fırsatı vermek için istifa edeceği iddialarını yalanladı." (ZamanGündem, 4 Kasım 2006)
Milletlerarası seviyede de aynı sözler ve tavırlar sürmektedir. Sözlenen bir söz, bir başka zamanda -siyâset adına- ya inkâr edilmekte yâhut da yalanlanmaktadır. Elbette ki, her ikisi de 'aynı kapıya' çıkmaktadır:
"İran, BM'nin açıklamalarını yalanladı. İran, "Ruhani döneminde özgürlükler kısıtlandı" yönündeki açıklamaları yalanladı." (TRT Haber, 24 Ekim 2014)
"İran, ABD ile işbirliği yaptığını yalanladı." (Rast Haber, 6 Eylül 2014)
"Nato, Putin'i yalanladı. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, askeri birliklerini Ukrayna sınırından çektiklerini söyledi." ( 8 Mayıs 2014)
"Putin, Esad'ı yalanladı." (Sabah Haber, 5 Haziran 2014)
"Başbakan Erdoğan, ABD Başkanı Obama ile yaptığı telefon görüşmesinde Fethullah Gülen'e dair şikayetleri için Obama'nın "mesaj alınmıştır" dediğini söylemişti. Beyaz Saray ise bunu yalanladı." (CNN TÜRK. com)
"Almanya Başbakanı Angela Merkel, "2016'da görevi bırakacak' iddiasını yalanladı."(Zaman/Dünya, 15 Ağustos 2013)
"Rusya Dışişleri Bakanlığı, resmi açıklama yayımlayarak, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için, 'demagog diktatör' dediği iddialarını yalanladı. İddianın şaşkınlık ve öfke ile karşılandığı belirtilen açıklamada, "Bu provokasyonu sipariş edenler ve yerine getirenler amaçlarına ulaşamadıklarını bilmeli" denildi." (Vatan/Dünya, 06 Kasım 2014
Gibi!..
"Üst Akıl" başlıklı yazısında, Hasan Demir şunları söylüyor: "Ve koskoca Türk milletine, "üst aklın" tetikçileri hakkında (Başbakan Davutoğlu) "PKK'nın silâh bırakmadığı ve teröristlerin Türkiye'yi terk etmediğini biliyorduk, süreç zarar görmesin diye millete bunu söylemedik" deniyor. Yani üst akıl ve teröristi himaye için aziz Türk milletine yalan söylediklerini itiraf ediyorlar." (Yeniçağ Gazetesi, 29 Ekim 2014, sy. 10)
Devlet'i idâre edenlerdeki bu yalanlama, tedrîcen , kişilere ve bütün devlet kuruluşlarına da sirâyet etmektedir. Tavandan tabana, tabandan tavana sirâyet eden bu söz ve tavırlar, toplumda, bir bütün olarak 'yalan algısını' güçlendirmektedir.
Bu durumun, bilhassa, çocuklar ve gençler üzerindeki tesirleri iyi tetkik edilmelidir. Pedagoglar, p(i)sikologlar, sosyologlar hattâ teologlar bunun için vardır.
Kendilerini idâre edenlerin, birbirlerini, "yalancılıkla, hırsızlıkla, şerefsizlikle, ahlâksızlıkla ve nâmûssuzlukla" suçladıklarını gören / duyan çocuklar, gençler ve hattâ akl-ı selim sâhibi insanlar, ister istemez, önce büyük bir p(i)sikolojik tereddüde / boşluğa düşüyorlar ve ardından da büyük bir sarsıntı ile güvensizlik hissine kapılıyorlar.
Böylece; toplumun 'kimyâsı / mayası' bozuluyor, 'yeni ' denilen, fakat aslında bir ucûbeden farkı olmayan 'pörsümüş, sakat ve çarpık bir kültür' inşâ ediliyor.
Maalesef, hiç kimse de, bunun farkında değildir.
(Erciyes Dergisi'nin Ekim 2012 târihli nüshasının 6-17 inci sayfalarında yayınlanan "Türk Dili'nin ve Türk Kültürü'nün Kimyâsına Dâir" başlıklı yazımız, bir başka cephesiyle, bu hususa ışık tutucu mahiyettedir.)
Çünkü, 'kültür bozulması', tek yönlü değil, oldukça geniş cepheli bir faaliyet olarak karşımızda dikilmiş vaziyettedir. Bunun 'vahâmeti', maalesef, anlaşılmış değildir!
Şurası muhakkaktır ki, adâletin en büyük düşmanı 'yalan'dır.
Adâletsizlik; huzursuzluğun temelini teşkil eder.
Huzursuzluk; kişiyi ve cemiyeti tahrip etmeyi hedef alır.
Karmaşa; sâdece günlük , gelip geçici basit bir hâdise değil, geleceğe de sirâyet edebilen sinsi bir kemirici ve yıkıcı bir marazdır.
Adâletin bulunmadığı yerde, 'mülk', emîn değildir. Mülkün sığınağı, adâlettir. Mülk ise, insanlığın, her türlü maddî ve mânevî müşterek değeridir. İnsanın yaşaması, ömür sürmesi, mülk ile mümkündür. Öyleyse; 'yalan', bütün kötülüklerin başıdır.