Nezâket; her neyin içinde bulunursa, ona, ilâve bir değer katan üstün bir insânî vasıftır. Onu, siyâset gibi çapraşık bir faaliyetle birlikte ele almamızın sebebi, "Devletler arası ilişkileri, devlet işlerini düzenleme ve yürütme sanatı" (Bknz: Misalli Büyük Türkçe Sözlük, İlhan Ayverdi, Kubbealtı Lugatı, İstanbul 2011, Sf. 1116) olarak târif edilen 'siyâset'in içersinde, bu 'üstün vasfın' ne kadar müessir olacağına/olması gerektiğine dikkat çekmektir.
Aslında, siyâset, 'çapraşık' dememize rağmen, zarâfet, nükte ve ince mizah dolu bir san'attır; öyle olmalıdır. Gönle girme, gönül alma, gönül kazanma san'atı olarak siyâset, kendini, 'hizmet' gibi bir mevki ile tezyîn edebildiği müddetçe mûteber olabilir.
Bu noktada hemen şunu diyebiliriz: Siyâsetin malzemesi hizmet olması gerekirken, 'vaad' adı altında 'yalan'a bulaşması, hizmetin cevherine ters düşmektedir. Târifte, her ne kadar, "devletler arası", "devlet işleri" ibâreleri geçiyorsa da, işin aslı, güzel söz ve hitap ile başlayan, insana, nebata, hayvana ve cemât'a yâni canlı - cansız her mahlûka merhamet ve insanlar arası münâsebetlerin uyum içersinde sürmesini temindir.
Siyâsette üslûbun nezîh olması, nükteli ve zarîf olması tercih edilendir.
Bakara sûresinin 83. âletinde Allahü teâlâ şöyle buyurmaktadır: "İnsanlara güzellikle söz söyleyiniz."
Peygamber Efendimiz de (s.a. v.), bir hadîslerinde şöyle buyururlar: "Aman aman!..Fâhiş, açık ve çirkin sözlerden kaçının! Zîrâ Allahü teâlâ çirkin sözleri ve fâhiş konuşmaları sevmez."
Ve yine: "Güzel söz sadakadır" buyurmaktadırlar ki, bu da, güzel söz'ün bedelinin 'mükâfat' olduğunun işâretidir.
Peki, bu, günlük münâsebetlerimizde böyle ise, siyâsette niçin olmasın?
Hazret-i Mevlâna: "Bir söz var ki, öbürünün tam zıddı; şekerle zehir nasıl bir olabilir?" diyerek mes'eleye 'ayırt edici' vasfı koymakta ve neşteri vurmaktadır.
Düşünelim: "şekerle zehir" nasıl bir olabilir?"
Demek ki, her tavırda olduğu gibi, siyâsette de hitâbın önemi çok fazladır. Çok fazladır demek de azdır. Çünkü, siyâsette sözün önemi, ilimdeki kadar kıymetli olmalıdır. Alelâdeden sakınılmalı, hitâbın belli kişi veya kişilerden ziyâde, doğrudan doğruya 'cemiyet'e olduğu asla unutulmamalıdır.
Muhatabına bağırarak yapılan her türlü hitâp, bilinmelidir ki, kendi yanındakileri de rencîde eder. Kaba, çirkin, müstehcen kelimelerden örülü cümleler, hiçbir mes'eleyi çözemeyeceği gibi, onları daha da girift hâle sokar.
Bir insan, kendisine söylenmesini istemediği bir sözü başkasına nasıl söyleyebilir?
Bu hususta, Yûsuf Hâs Hacib'in, Kutadgu Bilgi'deki şu nasihatlerine dikkat edilmesi lâzımdır:
"Hükümdar bütün memlekete göz-kulak kesildi; ona bütün kilitli kapılar açıldı.
Uygunsuz hareket eden kimseleri, ellerini bağlayıp, susturdu; kötüleri memleketinden sürerek, uzaklaştırdı.
Bak, böyle bir tedbir ile memleketini idâre etti; saâdeti günden-güne artı ve yükseldi.
Her yerde insana böyle tedbir ve ihtiyat lâzımdır; beylik işinde ise daha fazla dikkatli olmalıdır.
Devlet işindeki bu tedbir ve uyanıklık, devletin uzun müddet devamı için, dâimâ faydalı olmuştur.
Buna benzer bir şâir sözü vardır; bu şâir sözü buna esas teşkil eder.
Uyanıklık ve ihtiyâtı çok kimseler öğmüştür; ihmâl yüzünden yüzbinlerce insan ölmüştür.
Gafil olma, her işte ihtiyatlı ol; her iki dünyayı bir tedbir ile dile.
(...) Beylik çok iyi bir şeydir, fakat daha iyi olan kanundur ve onu doğru tatbik etmek lâzımdır."
Osman Gaazi, bu dünyânın en büyük devletlerinden biri olan Osmanlı Türk Cihân Devleti'nin kurucusudur. Şeyh Edebali, dâmâdı Osman Gaazi'ye şu vasiyette / nasihatte bulunur:
"Ey oğul! Artık Bey'sin!..Bundan sonra öfke bize uysallık sana...Suçlamak bize, katlanmak sana...Acizlik bize, hoşgörmek sana...Anlaşmazlıklar bize, adâlet sana...Haksızlık bize, bağışlamak sana..
Ey oğul! Sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz...Şunu da unutma; insanı yaşat ki, devlet yaşasın!.."
Yûnus Emre'nin:
Kişi bile söz demini / Dimeye sözün kemini
Bu cihân cehennemini / Sekiz uçmağ ide bir söz
Deyişi de bundandır.
"Sözün demini bil"mek, "kemini" dememek ve bunları başkalarından da beklemek her aklı başında kişinin hakkıdır.
"Bu cihân cehennemini", "bir söz" ile de olsa ,"cennet"e çevirmek beklenirken, kimsenin, onu, 'zulümhâne'ye çevirme hakkı yoktur.
Kimse, kimsenin kabalıklarını, çirkinliklerini ve çirkefliklerini dinlemek ve seyretmek zorunda değildir!..
Bu kişi, 'Bey' olsa bile!..