Her şeyden evvel bilim adamı yetiştirmek ülke adına katma değer üretmektir. Basitçe ifade edersek bir zamanlar rahmetli Necmettin Erbakan’ın dilinden düşürmediği fabrika yapan fabrika, ağır sanayi ve nükleer teknik bilgi ve marifeti üretmektir.
Bunu İslâmi tandanslı her hükümet gündeme getirdi.
1960 askeri ihtilal hükümeti de gündeme getirmiş ve sonuçta kala kala elimizde “alyans mahallesi “ denen Ankara ve çevresindeki asker lojmanları kalmıştı.
Bizde yetenek mi yok? Var. Bizde ne yok öyleyse?
Bizde iki şey yok: Birincisi birbirimize güven. İkincisi de örgütlenme. Hepsi budur. Bizde un var, şeker var, su var. Ama helva yoktur, özetle dersek. Eğer bu sorumuza kalıcı ve inandırıcı cevap arıyorsanız bakınız; Japon ve Amerikan profesörlerin yaşam öykülerine. Hadiseyi çözeceksiniz.
Konu çok basittir.
Maliye işlerinin çözüldüğü resmi ve sivil kurumlar.
Akademik idarenin yürütüldüğü üniversite veya benzeri araştırma kurumu.
Elemanın temin edildiği aile ortamından genç.
Amerikalılar bunlara bile pek bakmıyor. Sadece Amerikan Ordusunda 2 yıl askerlik yapana bile istediği üniversitede doktora yapma hakkı tanımıştır. Kısacası kendine güveniyorsan sana güveniyorum diyor.
Japonlar şöyle çalışıyor. Birkere yurt dışına gidip de bir iş başarana kahraman gözüyle bakıyor toplumca destekleniyor. İkincisi konuyu seçtikten sonra çalışmak isteyene bir yıl opsiyonlu yani her yıl sonunda sorumlu olduğu hocaya akademik çalışmasından nüshalar göndererek bursun devamı için okey alıyor. Üçüncüsü mali sorumluluğu üstlenen kurum kendi adına yapılan çalışma sayesinde itibar kazanıyor ve üretimcirosunu yükseltiyor.
Adamlar üç elemanı bir araya getiriyor:
1. Paranın temin edildiği kurum.
2. İdari işleri yürütecek uzman kişi. (Öğretim elemanı vs.)
3. İhtiyacı olan resmi ve özel kurum.
Burada ana politika çerçevesini devlet veya Dışişleri Bakanlığı çiziyor. Esas komuta onlarda kalıyor. Şimdi daha da somutlaştıralım konuyu:
Türkiye; Afrika ülkelerinde gelecek 20 yılda ticari hacmini 100 milyar dolar yapacak. Hedefi böyle koyunca Dışşleri Bakanlığı alt yapıyı hazırlayacak akademik elemanların alanda nasıl nerede ve ne koşullarda çalışacağının esaslarını tespit ediyor. Dünyanın her yerinde en düşük burs aylık bin dolar seviyesinde düşünülüp üç bin dolara kadar hakkı olmak kaydıyla 4-6 yıla kadar uzayan doktora süreçlerindeki konuları şirketler ve kamu kurumlarıyla istişareden sonra tespit edip Türkiye üniversiteleri-Dış İşleri Bakanlığı ve Özel ve resmi kurumlar ayaklarının ortak belirlediği hedefler doğrultusunda üniversitelerden tespit edilen gençler alanlara yönlendiriliyor. Böylece sahada yani esas alanda çalışan gençler gerçek anlamda bilim üretiyorlar. Paris'te Şanzelize’de veya Londra’da Hayd Park’da sarı kızlara hava atarak Afrika veya Güneydoğu Asya üzerinde Avrupa lisanlarından devşirme jargon üreten züppeler üretimine son veriliyor.
Türkiye’de İstanbul’un kenar mahallelerindeki genç kızlarda bekaret zihniyeti üzerinde JICA kurumu kitabını görmüş gözler olarak yazıyorum. Böylesine detaylı Türk toplumunu tanıyan bir ülke gelipde sana soru sorar mı: "Senin hayat görüşün nedir? Gel beraber çalışalım" diye. Hayır sormaz. Sadece "gel benim emrimde çalış" der diyebileceği en fazla söz budur.
Kendimizi aldatmayalım.
1982 yılında Ankara Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi öğrencisi olarak Maltepe Vehbi Koç yurdunda öğrenci iken Siyasal’da doktora yapan Japon arkadaşım Toyota ciddi ciddi Türkiye’ye gelmeyi düşünüyor. Konuyu inceliyorlar demişti. Adamlar önce alt yapıyı hükümetten de destek almadan hazırlıyorlar. Bizde böyle bir zihniyet yoktur. Herkes “ülke bütçesinden beslenir. Bazıları daha çok beslenir. Önce bu zihniyeti kırmak gerekir.”
Kısacası bizimsistemimizdeki rahat ve keyfelkeder yaşamı destekleyen ve ardından gelen adam kayırma düzeneklerini yok etmediğimiz müddetçe, 100 sene sonra da olsa avucumuzu yalamaya devam edeceğiz. Düşmanlarımıza yalvarıp füze sistemleri ithal etmeye devam edeceğiz.
Biz diyoruzki, katma değer üreteceksek herkese eşit fırsat veren liyakatı gözeten bir düzen kuralım. Ondan sonra da adam gibi adam olacağımız kesindir. Şu dünyada da hak ettiğimiz Türkiye olarak olmamız gereken ilk ona girelim. Çok zor değildir ilke sahibi olmak; hepsi budur vesselam. Bakınız tek başına yurt dışında doktora başarmış kişilere Türk sisteminden çıkmış ve başka bir sisteme dahil olmuşlardır. Dünya çapındaki Türk vatandaşları bize kendi eksiğimizi gösterirler.