Endonezlerin lisan ve konuşma mantığına bakarak karakterleri hakkında mütalâa yürüteceğiz. Son derece pıratik adeta kural tanımaz, basit ve sonuca yönelik bir zihin tembelliği içinde sıkı bir işlerlikle olaylara bakarlar.
Kısaltma: Kısaltma ama her şeyde kısaltma iki defa yazılması gereken sözcüklerin yanına 2 rakamını koyarak yazıyorlar. Yazmada ve konuşmada kısaltma iliklerine kadar işlemiştir. Bay demezler “ba...” derler, ... (Pak-pa) y harfini siz koyacakasınız. Hanım demezler ha derler. Nım hecesini siz koyacaksınız. (Ibu-bu) Bilhassa hocaefendiler vaaz ederken cümleleri tamamlamazlar, yarıda bırakırlar. Kalan....... kısmını dinleyiciden isterler. Örneğin esselamu .......der. Karşısındakinden aleyküm demesini bekler. “Benim söylediğim mutlaka doğru bak sen de öyle düşünüyorsunki tamamlıyorsun.” tavrıdır bu.
Yazın kuralında yazı ile birlikte rakam da kullanabilirler. Örneğin setuju ifadesi mutabık kalmak demektir. Se+tujuh hecelerinden meydana gelen ifade se ön ek gibi düşünülüp tujuh ifadesi de 7 rakamlı ile se7 şeklinde yazılabilir. Neden böyle olduğunu düşünürseniz tujuh ifadesinin h harfii çok kullanmadan (kesreti istimal) dolayı düşer. Tuju ise 7 yedi dem ek olup se+yedi şeklinde yazarak kısa yazma (disingkat) se7 (setuju) mutabık olmak, aynı görüşte olmak, onaylamak, uygun görmek,
Cümleyi tam söylemeden konuşmak: Ortada bir konu vardır. Örneğin yemek yemek. Sadece –İstiyor musun? Mau? diyor. Türk mantığının - Yiyecek misin? dediği yerde. Fiili söylemiyor. Olayın siyak ve sibakını biliyorsanız o zaman ne demek istediğini anlayabilirsiniz. Yarım cümle, yarım eylem zihniyeti yaşam da da aynıdır. Yarım iş yarım etkinlik birbirini tamamlar.
Espriyi hiç ummadığınız anda üretir: Siz ne iş yapıyorsunuz dediğinizde -Istri erte. “Sokağın muhtarı hanım” ifadesiyle espriyi yapışıtırır ve ev hanımı olduğunu anlatır. Böylesine ince espri üretme huyuna sahip bir milletin sanat ve teknik marifet üretmesi işten bile değildir. O yeteneği esprinin arka yüzünde görebilirsiniz.
Lezzet üzerinden kurgular: “Bu yol lezzetli değil” der. Jalan ini tidak enak. Ne zaman?
Yol zorlaştı, tıkandı, veya çıkmaz sokağa gideceksin. Böylesi bir zamanda “bu yol çıkmaz sokağa gidiyor, bu yol berbat” demez. Bu yol tad vermiyor der. Cliffort Geertz 30 yıla varan Endonezya, Fas incelemeleri sonunda “Endonezlerin kalbini yemeklerde aramalı” diye karar vermişti. Çok zengin mutfak kültürü yaşam düşüncesine de yansyor.
Türkler gibi baştan ne yapacağını söylemez. Yapar ve sonra söyler. Kendini bağlamak istemez. Endonezler için artı puan.
Yarım lâf, yarım din ve lafı kıvırmak:
Birşeyler söylenmesi gerektiğinde veya mecburen bu konuda bir açıklama yapılması gerektiğinde “yarım laf” ile işi geçiştirmek “yarım sorumluluk” oluyor.
Din anlatanların çok olduğu din adına para ve servet toplayanların adeta şirketleştiği ülkede para toplarken şeffaf olan insanlar veya Müslümanlar parayı topladıktan sonra sırra kadem basıyorlar hesaplarda ve zekât var ne de bağış. 12. asırlarda bir yerlerde yaşıyorlar. Esasında bu karakter İslâm ülkelerinde sıradan müslümanların değil de din davası güdenlerin ortak benzeştikleri noktadır diyebiliriz. Sadece Endonezlere has bir karakter olarak yazmak insafsızlık olur kanısındayız. Nitekim ülkemizde din dilenciliği yaparken “Zekât vermiyoruz o yüzden havalar kurak gidiyor.“ “Namazını kılmayan kişi hayvandır” “kız çocuğuna bilmem ne hisseden babanın fıkhi hükmü” gibi konularla meşgul olanlar ile ile aşağıda tartıştıkları konulardan sadece bir örnek vereceğimiz Endonez ilâhiyatçıların karakteri benzeşir. Çünkü Allah adına konuşunca düşünmenin yasak olduğu bir din zihniyeti karakteri içinde yaşıyorlar. Sonradan bir soru sorduğunuzda “ya lafı kıvırıyorlar” ya da sömürdükleri kişileri suçluyorlar. Karşısında şahsiyet tanımayan Tanrı merkezli bri dünya görüşü “kast” ve “iman” güç kaynağından cesaret alarak hareket etmektedirler.
“Keçi sakalı Arap adetidir İslâm adeti değildir” diyen Nahdetul Ulama başkanı Endonez kiyai sıfatlı profesör ile ona karşı çıkan FPI denen radikal İslâmcı hareketin önderi habib yani Hazreti Muhammed’in soyundan geldiğini söyleten Riziek adlı Arap asıllı Endonez arasındaki tartışma “ülkeyi” değil “dini” paylaşamadıklarını gösterir. Bu durumda din zihniyetinin karakterlerine ne kadar “vatan” kazandırdığı üzerinden durmak gerekir. Vatan üretmeyen bir din ile “köle” “kul” üreten bir karakter sahibidirler.