1968 de Amerikalı profesör Geertz şöyle diyordu: Sorun dini tanımlamak mı? Dini bulmak mı? Endonezya’nın köylerinde tezlerini yazarken su ve kanalizasyon sorununa bağlı olarak tifo, dizanteri gibi hastalıklarla da boğuşan bir kalem için yaşama karşı aldığı ciddiyet tavrından dolayı tebrik etmekten daha fazlasını hak ettiğini düşünüyorum. Din ile yatıp din ile kalkan, öldükten sonra da ardından gelenleri burada yeyip içen öbür tarafta yaşayan toplum içinden çıkardığı fikirlerine önem vermemiz gerekiyor. Bizim ulamaya gelince onlar da “benimoğlum bina okur, döner döner yine okur” misali birbirlerinin ifadelerini tekrarlayıp dursunlar.
Adam diyorki, "Din nerede? Dini bulamıyorum." Ama herkes dini ritüelle yatıp kalkıyordu Endonezyave Fas’ta. Endonezya’da din ile yatıp din ile kalkan köylerde neler oluyordu?
Halk 30 dolara aylık iş bulursa çalışıyor, akşamları seansı 10 dolar olan horoz döğüşlerine katılıyordu.Sabah saat 8-9 larda uzun bir direğe takılı mikrofondan ya Kuran dinlıyor ya da ilâhi dinlemek zorunda kalıyorsunuz. Akşam olunca mevlit benzeri uygulamalar oluyor. Müzik, ilâhi, ezan seslerini münavebeli veya hep bir arada dört kulakla dinlemek zorunda kalıyorsunuz.1860 yılında meşhur Multatuli ifadesine göre; “Gündüz krala akşamları da hırsızlara“ emanet olan bir eviniz var. Cava adası Bogor ilçesi Parung kasabasında 2013 de kral yoktu; ama hırsızlar yaşadığımız evi bir yılda 6 kez ziyaret etmişti.Evinizden kasabaya giderken komşuya haber vermeden gizlice gitmek için gayret içindesiniz. Haberi olmamalı. Aynı komşularla beraber Cuma namazına motosikletinin arkasına binerek de gidebilirsiniz. Camiye giderken “helâl-haram” hatırlanıyordu. Ama yaşamın dışında bir “helâl-haram” değerlemesini gözlemledik, Cava adası köylerinde 2011 Kasım-2014 Şubat arasında. Cliffrt Geertz ise 1954-1981 arasında defalarca benzeri gözlemleri yaptığını kitaplarından anlıyoruz. Öyleyse “din neredeydi? Dini tanımlamalı mı? Dini bulmalı mı? Bu noktaya yeniden geri dönebiliriz.
Din aramak ve bulmak lâzım. Eğer dini değerleme ölçülerine saygılı iseniz böyledir. Ama din adına konuşanlara bakarsanız aramanıza gerek yok, onlar ayaklarınıza kadar getiriyorlar; yaşamadıklarını söylüyorlar. "Lime tekuluune mala tefaluun."
Cehalet fışkırıyor ağızlarından. Vicdansız ve insafsız bir din zihniyeti.Allah tabirinin içini boşaltıp size sunuyorlar. Putçuluğa karşıyız deyip bir başka putçuluk üretiyorlar.
Dini tanımlamak; din ile yaşayan toplumlarda dini aramak demektir.
Güzel sözler var, retorik mükemmel, bal akıyor mübareklerin ağızlarından; çıkan tükrüklere karışmış cafcaflı ifadeler, sümüklerin burunlardan ağızlara sızdığı din adamları dinliyoruz din adına. Din, din ve din. Ama aradığımızı bulamıyoruz yine din adına. Din ile düşüp kalkmayan toplumlar; örneğin Japonlar bizden daha saygılı dine. Geçenlerde camiye gittim cuma namazına; vaz eden hocaefendinin son cümlesi “zekât vermiyorsunuz o nedenle yağmur yağmıyor” diyordu.Yıl 2017 Ağustos ayı, yer Samsun İlkadım’da Gürbüz camisi idi. İçeri giremedim. Girsem vukuat çıkacak diye korktum mübarek camide. Dışarda kıldım namazı. Mübarek vaaz hocası;varsa öyle bir ilim “din coğrafyası profesörü” gibi.
Hocaefendi “eskiden küresel ısınma diye bir şey vardı” diyesim geldi zavallıya. Eskiden bir ülke vardı adı Japonya ve Norveç gibi bir şeyler idi. Onlar zekât vermiyordu ama bol bol yağmur yağıyordu bu ülkelerde, diyesim geldi, İlahiyat Fakültesi mezunu Aristovari vaaz eden hocaefendiye. Hocaefendi; “Japonlar çok zekât veriyor o nedenle de Japonya’da yılda 1700 kg. ortalama yağış var.” deyip hizmetiçi kursta hocaefendiyi,“ilahi coğrafya” dersinde baş köşeye oturtalım derim.
Din aradım bu adamın yaptığı açıklamada. Ben bulamadım. Bulan varsa bana öğretsin Allah rızası için.
Ben Cliffort Geertz’i okumaya devam edeceğim. Bana din nedir öğretiyor bu günlerde.1968 yılında yazdığı “İki Kültürde İslâm” adlı eserinde İslâm dünyası radikalleşecek diye yazmıştı.
Endonezya ve Fas’lı müslümanlar için de “kafalarındaki Tanrı’yı öldürürlerse adam olacaklar, yoksa her şey aynen sürecek, aynı minval üzere tekrarlanıp duracak” diye ima ederek yazmıştı.Maalesef görüşleri doğru çıktı. Öyleyse aradığımız dini yeniden bulalım. Yeniden tanımlayalım.
Ankara’da Anıtkabir’de yatan yetim ve öksüzü bir daha hatırlayalım. Yoksa ellerindeki kılıcı Tanrının kılıcı, kitabı da Allah’ın kitabı deyip kitalleşmeye devam edecekler. Pakistan’da Afganistan’da olduğu gibi. 15 Temmuz’da olduğu gibi.
Wittgenstein’ı da okumak istiyorum bu günlerde, 15 Temmuz, 27 Mayıs, 12 Eylül, 28 Şubat gibi tarihlere onun gözlüğünden bakmak hevesindeyim.
Şimdi neler oluyor İslâm ülkelerinde? İdeoloji davası gütmeyenler ülkelerinden kaçıp insanca yaşamak için Avrupa kapılarına gidiyor ve küfrettikleri ülkelerde insanca yaşayacak ortam arıyorlar.
Pakistan’da arada sırada sabah erken kalkan cemaat öbür cemaattan 50-60 kişiyi bombalayarak katlediyor . Afganistan malum. Arap ülkelerinde ise arayış sürüyor Avrupoa ve Batının isteğiyle soygunculuk ve lâikliğin garantisi ordular yönetmeden hükmetmeye devam ediyor. Suudi’deki dram iseyeni yeni günyüzüne çıkmaya başladı.
Kısacası C.Geertz’in 1968 de sorduğu soruyu aynen biz de 2017 koşullarında İslâm ülkeleri için soralım:
Kırılgan hale gelen yani kristalleşen devlet yapısı ulusçuluk aşamasına geçebilir mi?
İslâm ülkelerinde ulama denen sınıfın sormadığı bu soruyu biz de soruyor ve cevabını arıyoruz.Kuluçkalama dönemindedir, en iyimser tahminle.