Sevgili dostlar, şunu unutmayın ki “Halkını gelecek yüzyıllara sağlıklı taşıyabilen tüm Dünya’ya hükmeder” Bu da kuru kuruya olmaz. Bir atasözümüz vardır: “çok söyleme arsız edersin, aç bırakma hırsız edersin”
Yönetimi altında bulunan kimselere sık sık müdahale edenler bekledikleri verimi alamadıkları gibi onları da arsız ederler; yiyecek ve para bakımından da sıkıntıya düşürenler onları hırsızlığa itmiş olurlar. Eğer ülke kalkınamayıp fakirleşirse her ülkenin başına gelebilecek budur.
“Dünyanın en stratejik ve politik meselesi tarım ve hayvancılık politikalarıdır” dedik. Her ne kadar iktidarlar kırsal kesimlerden, köylüden oy alsalar da bu ülkede sadece köylü çiftçi yaşamıyor. Hep birlikte beraber yaşıyoruz. “İnsanlar geleceğini şekillendiremezse, karnını doyuramaz sa, aile bütünlüğünü koruyamazsa en baş belası haline gelirler. Ülkede terör artar, toplumsal olaylar çoğalır ve sonunda ülkemiz güçsüz düştüğünde de istila olur. Topraklarınız göz göre göre elinizden kayar gider”. Aç köpek gibi sizin güçsüz düştüğünüzü gören bu mikrop ülkeler güle oynaya başınıza damızlık gelir. Kızmayın sözlerime “Perşembenin gelişi çarşambadan belli olur”. İstila edince ne yapacaktı adamlar. Turşumuzu mu vuracaklardı. Önce bir güzel milliyetçi ruhlu olanlarımızı temizlerler. Sonra eli silah tutan uyanık erkeklerimizi temizlerler. Sonra isimlerimizi yada soy isimlerimizi değiştirirler. Sonra eşlerimize tecavüz ederler. Çocuklarımızı katlederler. Sonra sahibi olduğumuz topraklarımızı elimizden alıp maraba durumuna düşürürler. Yer altı kaynaklarımızı ve kültür tarih hazinelerimizi çalar götürürler. Kurtuluş savaşında dost dediğimiz mikrop ülkeler bize böyle yapmamışlar mıydı?
Halikarnas'ta yani bugünkü adıyla Bodrum'da İÖ.353′te ölen Karya Kralı Mausolos için eşi Kraliçe Artemisia'nın yüklü yüklü bir para ödeyerek yaptırdığı anıt mezarın İngiltere Londra’ya Lord Stratford Canning (Türkiye'de bulunan İngiltere Büyükelçisi) 1846 yılında Padişah Abdülmecit'ten aldığı izinle Bodrum Kalesi'nin duvarlarında görülen Mausoleion kabartmalarını nasıl götürdüğünü sanıyorsunuz? Ülke güçsüz düştüm mü Padişah mecbur kaldı verdi. Bu işler nasıl oluyor böyle işte böyle oluyor maalesef! Düşmeyin de görün. Başınıza neler geliyor. Düştüğünüz an en yakınında ki kardeşiniz dahi sizi tanımaz, İlk size tekmeyi de o atar!
Ülkemizde gıda tarım politikaları üzerinde söz sahibi olanlardan Kemal Özer diyor ki: “Uçağınız olmazsa yaşayabilirsiniz ama tohumunuz yoksa asla geleceğiniz olmaz. Para dağıtarak bir yere varamazsınız. Gıda tarım politikaları bir ülkenin milli güvenlik meselesidir. Gıda ve tarım en ölümcül, en siyasi ve en tehlikeli silahlardır.”
Evet söylediklerine aynen katılıyorum. Çiftçi bilinçsizce toprağını işliyor. Düne kadar doğal gübreye geçme kararları alınmasa Antalya’da ki topraklarımızda kullanılan gübre miktarı Hollanda büyüklüğünde ki bir ülkeye kullanılan gübre kadardır. Bilmiyor ki amcam gübreyi şeker gibi saçıyor. Nihayetinde gübre dediğimiz madde de kimyasal bir madde. Ne oluyor sonra zehir yeyip zehir içiyoruz. O gübrede kullanan kimyasal maddeler içme sularımıza kadar karışıyor. Sonrasında kanser v.s bilmediğimiz hastalıklar hortluyor !
Son yıllarda halkımız özellikle reklamlar sayesinde bitkisel ilaçlara ve gıdalara tağşişli, hileli gıdalara yönelimleri arttırıldı. Söz konusu şirketler hemen her şehirde birkaç bayilik açarak birçok hastalığın çaresinin kendilerinde olduğunu iddia eder oldular. Merdiven altında üretilen kimyasal ballar, bitkisel ilaçlar v.s . (Onlara göre bitkisel yardımcı maddeler) televizyon kanallarında yarım saatlik reklamları dönderip duruyorlar. Devletimizin artık bu sahtekarlara bir çeki düzen vermeleri gerek.
Kendilerini bitkilerin efendisi olarak tanıtan Prof. Ahmet Maranki,“Şayet olursa gidecek hiç bir yerimiz yok. Benim umudum onun için Kaf Dağı'nın arkasında 25 Haziran’da... Olmadı zaten o zaman artık Belgrad Ormanı’nda ağacın dibinde talim şeyimizi oraya gömdük. Çıkaracağız sokağa artık..” diyebiliyor. Bu adam bitkilerin adamı olsa ne olur. Bu adamın akıl sağlığı yerinde değil ki. Bu adamın önereceği bitkilerden ne hayır çıkar. “Ne yapacaksın Sayın Maranki ben ülkücüyüm. 25 Haziran geçti kimi temizleyeceksin. 20 milyona yakın insanı öldürecek misin? Çıkart da silahlarını harekete geç. Çok geç kaldın durma seni tutan yok.” Neyse sinirlerimizi bozdu biz konumuza geri dönelim.
Bizim tarım ve hayvancılığımızda plansız üretim sorunu var. Üreticiler kendi haline bırakılmış ve kendi haline karar veriyor. “Arz-talep durumu belli değil. Kim, nerede, hangi ürünü ne kadar ekiyor, dikiyor ya da yetiştiriyor? Ürünlerin ne kadarı iç tüketime, ne kadarı ihracata gidiyor? Hangi ürünü ne kadar ithal ediyoruz? Belli değil! “ Bunların hepsi kontrol altına alınıp ihtiyaca göre bir üretim planlaması yapılıp, doğru teşvik ve desteklerle o yönde yönlendirilmelidir
Yine ülkemizde üretim maliyetlerine baktığımızda çok yüksek olduğunu görüyoruz.. Tohumdan gübreye, yemden ilaca kadar girdi kalemlerinin önemli kısmının ithal edildiği bir ülkede mevcut konjonktürde üreticinin mağduriyeti kaçınılmazdır. Üreticilerimiz çok dağınık yapıda olup, Ülkemizde işlevsiz birlik ve dernek enflasyonu var. Tabela ötesine geçip gerçek anlamda kooperatifleşme seviyesi oldukça düşük.. Böyle bir ortamda üretici de haliyle ne girdi fiyatlarını kontrol etme ne de ürünün satış fiyatını belirleme şansına sahiptir.
Tüm tarım ve hayvancılık verileri sağlıklı değil, başta Türkiye İstatistik Kurumu'nun verileri olmak üzere tarım sektörüne yönelik veri tabanının güvenilirliği tartışma konusudur
Toprak Mahsulleri Ofisi, Et ve Süt Kurumu, Tarım Kredi Kooperatifleri ve Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü gibi kurumlar olması gereken düzenleyici ve destekleyici etkisini maalesef göremiyoruz. Günlük, kısa süreli müdahaleler kalıcı çözüm yaratmıyor. Ülkemizin orta ve uzun vadeli tarım politikalarına ve reformlara ihtiyaç var. Üreticilerimizin tarladan satış fiyatları, ektikleri ürünün bedelini karşılamaya bile yetmemektedir. Yani fiyatlar tam rekabet fiyatlarının çok altındadır, bu da üreticinin ya iflas etmesi (toprağını satıp veya müteahhide verip şehre göç etmesi) ya da aşırı borçlanmasına (o da borçlanabilirse) yol açmaktadır. Tüm hesapsız işlere birde terörü hesaba katarsanız hiçbir plan etkisine sahip olamaz.
ABD emperyalizminin ağır saldırısı altında olan ülkemizde Cumhuriyet Hükümetinin en önem verdiği konu her alanda yerli ve milli üretimi teşvik etmektir. Peki, “Niye yerli ve milli şeker, yerli ve milli buğday, yerli ve milli kesimlik hayvan, yerli ve milli mısır, yerli ve milli fındık ve yerli ve milli zeytin politikamız yok?”
Tohum, su, toprak, aşı, ilaç dünyanın en etkin, en ölümcül, en siyasi ve en tehlikeli sessiz silahlarıdır Aklımızı başımıza alalım “Biz enayi miyiz? Bize has tohumları, bize has üretilmiş bölge hayvanımızı telef edelim ya da bir başkasına açıkça geleceğimizi çalan hırsılara elimizle verelim?” Yani aklım almıyor olanlara!
Konu uzayıp gidiyor. Konu uzadıkça siz okuyanlarım sıkılıyorsunuz. Her şeyi kararında bırakmak gerek. Bu konuları bunca ziraat mühendisi ve veteriner hekim, teknokratlar varken yazmak bana mı düştü demekten kendimi alamıyorum. Bunca teknokrata rağmen bu hatalar yapılıyorsa, görevini yapmıyorlarsa yapamıyorlarsa sebebi araştırılmalıdır.Bir yerde sorun var demektir. Bu sorun aşağıda da olsa tepe dede olsa bu sorunlar giderilmelidir. Bu konulara devam edeceğiz. Her gün yüzlerce sayfa makale, kitap okumaktayım, emek sarf ediyorum. Boşa mı gitsin! “Biz hiçbir kimsenin ne mihmandarı ne de tetikçisiyiz. Hükümetimizi uyarmak zorundayız. Tedbir almasını istemek durumundayız. Devletimiz halkımız her şeyden önde gelir. Siyasi görüşüm ülkücü olsa da vatan söz konusu ise her şey teferruattır.” Biz bu ülkenin insanıyız. Gidecek başka yerimiz mi var?