Kutsal topraklarda 2018 Ramazan umresinde bizi en çok düşünceye sevkeden konulardan birisi Suudi Vehhabi zihniyetinin kökten reddetmesine rağmen alanda senkretik İslâm düşüncesinin misafirler tarafından yaşatılmakta olmasıdır.
Müslümanların birbirlerine mezhep taassubu ile değil de “sen haklısın” tavrını benimsemeyerek bakmaları durumunda konuların kendiliğinden çözüleceğini görmeleri gerekmektedir. İslâm dinini asli haline çekip muhafaza etmekte kararlı olan haklı bir gerekçe öne süren Vehhabi zihniyetinin egemen olduğu topraklara gelen müslüman misafirler sadece İslâmlarıyla gelmiyor. Aynı zamanda kültür ve zihniyetlerini taşıyor.
Türkler böyledir. Endonezler böyledir. Velhasıl hepsi böyledir.
İşte Türkler ve yaşadığım örnekler:
Bir Cuma günü bana bir Türk hanım bizim hanım vasıtasıyla Suudi riyalleri verdi. Ne yapacağım bunu dedim? Kaç riyal olduğunu unuttum. Ama 5-10 riyal gibi bir şey hatırımda kaldı. “Bunu köprü altındaki Kâbe güvercinlerine yem alıp dağıtacaksın” dedi. “Cuma günü Kâbe güvercinlerine yem dağıtanın dilekleri yerine gelir. “ Köprü altı dediği Kâbe’ye 600 metre kadar kuzeydoğudaki kent içi garaja giden alan üzerinden geçen otoyol inşaatı sandığım yerin altıydı. Görevi yerine getirdi. 7 yaşındaki oğlum yemleri dağıttı.
Tanrı dileklerini yerine getirdi mi getirmedi mi bilemiyorum. Ama yaptığı iş harika bir şeydi. Güvercinler mutlu olmuştu. Senkretik İslâm da Kâbeye kadar gelmişti. Ama müslümanlar birbirlerini anlamak iradesini göstermiyorlardı.
Düşünüyordum. Böyle bir bağdaştırmacı İslâm hoş bir şey olmalıydı. O kadar da “şirk” “küfür” gibi katı ve sert, dışlayıcı ve itici bir tepkici tutumu hak etmiyordu. İnsanlara vetabiata yararlı ise Wittgenstein gibi “icrai değeri” üzerinden pahalandırmalıydık.
Yine alanda Tenim umresi, Cirane umresi, Sevr gezisi, Müze gezisi gibi yerlere giderken otobüsün ön penceresi kenarında dikkatimi çeken Türkçe yazılı buroşürler gördüm. Aldım ve inceledim. Atalarımızın Kâbe karşısında Ecyad Kalesi yaptığı yerde içinde 7 adet otel ve alışveriş merkezi bulunan yerlerde satıldığını duydum. Arabalarda satanların daha pahalı marketlerde ise daha ucuz olduğunu gözlemledim. Essında “Tıbbı Nebevi” dünyaca ünlüydü ve uzakdoğuda Hazreti Muhammed bu yönü ile insanlığa katkı yaptı diye tanınıyordu. Şifalı bitkiler satıyorlardı. Türkçe bilgilendirme kağıtlarından yararlanarak aşağıdaki bilgileri aldım:
Meryem Ana Otu; (şecere meryem) çocuğu olmayanlar için
Deve kuşu yumurtası kremi; ağrılar ve romatizmalar ile eklem ağrıları için birebir iyileştirir
Yedi kardeş kanı; korku için birebirmiş. 1 kaşık döveçe atılarak dövülür, bir bardak suya bir kaşık atılarak karıştırılıp içilir. Altına kaçıran çocuklara, adet düzensizlikleri yaşayan hanımlara, psikolojiksorunları olanlara iyi gelirmiş.
Visk; ağrılar için birebir
Radian; kramp, romatizmalar ve ağrılar için
Hurma tozu; bir iki çay kaşığı ılık su ve yarım kaşık balla karıştırılıp her gün bay ve bayan içilir. Bittikten sonra dua etmeyi unutmayınız.
Dom meyvesi; sıcak suda bir gün bekletildikten sonra kabuğu soyulur ve çekirdeği çıkarılarak bay-bayan yenir. Geri kalan kısmı 4-5 bardağa konularak, çay gibi günde bir bardak olmak üzere bay-bayan içilir. Bitirdikten s onra dua etmeyi unutmayınız.
Tuhfa adem: Adem meyvesi
Mekke ayrığı Izhır, İdris otu: böbrek taşlarına iyi gelir.
İşbetul Medine sıcak sütün içine katılıp günde bir kere alınıyor bir bardak karıştırılıp sıcak suyla içilecek.
Gerek müstahzarat amaçlı gerekse devşirmeci ve senkretik din zihniyetli objeler alanda vardı. Türklere yönelik otel altlarında, yanlarında, çevrelerinde alış veriş yapan dükkanlarda nisbeten pahalı fiyatlarla satılıyordu. Kızıldeniz’den çıkarılan taş ve süngere benzeyen şeyler bile satılıyordu.
Özellikle hanımların çok meraklı olduğu bu bitkiler satılıyor. Bizim müslüman dindaşlarımıza tavsiyemiz böylesi değerli bitkilerden ürün üretip, ilâç yapıp kendi başlarına satmalarıdır. Batılı şirketler on liraya ham haliyle satın aldığınız bitkilerden 3-4 miligramlık tüpler halinde yeniden ilâçlar üretip 150-200 dolarları da aşan fahiş fiyatlarla satıyorlar. Kaynatıp kurutup püresini ilâç yapıp alternatif rekabetçi ilâç sanayisi bizi ayakta tutar.
Kısaca anladık ki insanlar nereye giderlerse gitsinler, sadece bedenleri ile gitmiyor. Aynı dinden de olsalar da zihniyetleri ile gidiyorlar. O zaman kendi mezheplerinin doğruluğu iddiasında ısrarlı olmak veya karşılarındakini yargılamak yerine gözlem yapıp farklılıkların nedenlerini düşünmek daha engin bir ufuk veriyor. Üreten ve keşfeden bir düzeneğe sahip olmamız için “iyi bir gözlemci” olmamız şart. Yargılayıcı tavırdan da kilometrelerce uzaklaşmamız da.