Türk Dil Kurumuna yeni bir sözcük hediye etmek isteriz. Sökedüş.Sözcük; sömürmenin sö’sü kemirmenin ke’si ırz düşmanlığının düş hecelerinden oluşmakta olup üç eylemi bir arada anlatmak için tek sözcük olarak tarafımızdan türetilmiştir. Sökedüş deyince üçünü bir arada düşüneceksiniz. Böylece kısa yoldan meramınızı anlatmış olacaksınız.
Niçin bu sözcüğü ürettik?
11. seneye doğru giden Endonezya araştırmalarımızdan anladıkki Endonezya adalarını 1600 yılından 1941 yılına kadar geçen 341 yıllık sürede “sökedüşleyen” Felemenkler yani bugünkü Hollandalıların ataları adalar insanının “edilgen itaat” karakterini iyice anlamış ve idrak etmişlerdi. Zalimce ve insan haysiyetine yakışmayan bir düzen içinde idare etmişlerdi.
Sistem özünde şöyle çalışıyordu:
Felemenkler olarak en alt tabakada sıradan devlet memurları vardı. Sonra yerleşim birimlerini (keresidenan) idare eden kaymakamlara (bupati veya residen) yardım eden veya onu denetleyen iki tane Felemenk idareci vardı. Birisi kaymakam yardımcısı (asisten residen) diğeri ise ise müfettiş görevi görüyordu. Ancak bunların üstünde olan kişi ise Endonez ağa idi. Yani bupati. Ona da bupati yani kaymakam deniyordu.
Emrindeki tüm etkili kişiler kendi soyundan (nepotisme) olan bu kişiler pundutan dedikleri şükran ödeme adeti uyarınca insanların &herşeylerine ama herşeylerine el koyabiliyorlardı. Herşeyleri ibaresi içine malı mülkü haricinde kızı ve namahremi de dahildi. Bunlar idari hiyerarşide ast-üst gibi görünmesine rağmen “it itin kuyruğunu ısırmaz” misali birbirlerini rezilliklerine göz yumuyorlardı. Felemenkler esas idareyi kuklaları olan bupatilerle yürüterek halkın tepkisini söndürmüşlerdi. Felemenklerin içinden Eduard Douwes Dekker takma adıyla Multatuli (1860 lı yıllar) gibi vicdanlı bir asisten residen de çıkmış eserlerine rezillikleri yazmıştı. Eseri 1860 yılında çıkınca Avrupa’da milyonlar sattı ve kitabı basan mason derneği üyesi kişi yüklü para kazanmıştı. Yazarı sefillik içinde öldü.
Avrupalı yamyamlar; Endonezya halkının kız çocuklarına da dadanmış yaşları 12-13e kadar düşen kızçocuklarını evlerde hizmetçi adı altında (perniyaian) Felemenk erkeklerin malum ihtiyaçlarına da cevap verecek şekilde bir düzen kurmuşlardı. Hatta doğan çocukları 19. asrın sonuna kadar tanımamış ve aşağılamışlardı. Ünlü Felemenk casus ve hırsız olan profesör Snouck Hurgronge 43 yaşında iken 13 yaşındaki Ciamis din ulusunun (penghulu Ciamis) kızıyla müslüman olmadığı halde müslüman gibi görünerek evlenmişti. Diyanet İslâm Ansiklopedisine duyurulur. Cesedi hiristiyan mezarlığında Leyden’dedir. Hala tartışıyor musunuz müslümanlığını?
Amacı halkın gözünde “ulama” sıfatını kazanıp ülkesine rapor ve layihalar hazırlamaktı. Çünkü o sıralarda Sultan Abdülhamit “Pan İslamizm” ülküsünü ortaya atmış ve buharlı gemiler kutsal topraklara yoksul müslümanları taşımaya başlamıştı. Yoksul müslüman milletleri sökedüşlemenin zorlaşacağını anlamışlar ve hadiseyi yerinde takip etmek için Açe’ye İngiliz gemisiyle gizlice gönderdikleri profesör Hurgronge konular hakkında daha rahat rapor hazırlamak ve kitap yazmak içindi. Hain habip sıfatlı ulamaya rüşvet verip vatanseverleri ulul emre itaat fetvasını almıştı. Hurgronge Teyma taşını kutsal topraklarda çalmak suçundan yakalanmış Cidde’ye Türk güvenlik görevlileri eşliğinde getirilerek defedilmişti. Ama hakkını verelim adam Hollanda’ya gidene kadar yolda gemide, trende Arapça Atasözleri kitabını yazmıştı bile.
İnsaflı kaymakam yardımcıları vardı ama insafsızları çoktu. Kız çocuklarını taciz edenler (menggoda anak perempuan) yanında Endonez olan bupati sıfatlı kaymakamın güvenlik işi yapan adamları Felemenk valilere kız çocuklarını ikram etmekle meşguldü.
Sistemin en tepesinde Genel Vali denen “genel sökedüş görevlisi” onun altında da vali görevini gören ve kaymakamın üstünde olan kişiler vardı. O zamanki adı Batawia olan Cakarta’da bu hanım kızları pazarlayan dükkanlar vardı. Cakarta’da kiliselerde papazlar yerli halktan (pribumi) bahsederken “hayvanlar” diye tanımlıyordu.
Endonez halkının “tanam paksa” dediği zirai vergilendirme sistemi halkı öylesine yoksullaştırmıştı ki kendi doğurduğu çocuğu öldürüp yiyen analar vardı.
Yıllar 1850-1900 arasıydı. Eduard Douwes Dekker bunları bir Asisten Residen olarak görmüş ve yazmış insaflı bir insandı.Amsterdam merkez istasyoununa yürüme 5 dakika çeken yerde müzesi de var.
Yiğidi öldür hakkını ver demişller. Adamlar muhalif de olsa yazana çizene sahip çıkıyor. Ama biz sökedüş ifadesinde israrlıyız. Onu da kaydedelim.
İşte biz bunları 11 senedir sürekli Endonezya yazarken önümüze geldiği için düşünüp taşınıp tek sözcükte ifade edelim dedik. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde aradık. Bulamadık. Bulamayınca kendimiz türettik. Halkımız tatarsa ve TDK da benimserse bir sözcük hediye edeceğiz yeryüzünün en güzel ve en zengin lisanlarından birisi olan güzel Türkçemize; SÖKEDÜŞ.