Şimdiye kadar tarım ve hayvancılıkla ilgili çok şey yazıldı çok şey söylendi. Herkes kendine göre mahallî olarak alınması gereken tedbirlerle ile ilgili bir şeyler söylüyor. Hükümet ise her şeyin yolunda olduğu ve çağ atladığımızı söylemekte. Peki, biz kime inanacağız. Madem her şey yolunda ise ithalat zincirine sırası ile et, canlı hayvan, saman, yetmedi soğan, patates derken daha birçok gıda maddeleri de eklenecek gibi gözüküyor.
İşin özü üretmeden tüketiyoruz. Üretecek vatandaşlarımız topraklarında değil şehirlerde geziyor. Bu dost dediğimiz mikrop ülkeler terör belasını başımıza bela ettiğinden beridir üretecek vatandaşlar can güvenliklerinden dolayı topraklarından adeta kaçtılar. Kaçtılar da kaçmasına bu seferde şehirlerde sorun artmaya başladı. Misal 100 bin kişiye göre yapılmış alt yapılar, yollar yetmez oldu. Hastaneler çekmez oldu. Sular, elektrik alt yapısı, sağlık ocakları ve bir sürü hizmetler yetişmez oldu. Bu kerede şehirlerde suç oranları artmaya başladı. Ne karakollar ne hapishaneler hizmete cevap verebiliyor. Faili meçhul olaylar bile artmaya başladı.
Peki köyünü terk eden vatandaşımızın topraklarına ne oldu? Ne olacak çoğu çoraklaştı. Tarım ve hayvancılıkla uğraşan halkımız şehirlerde vasıfsız işlerde ekmeğini kazanmaya çalıştı. Çoğu tarlasını satıp iyi bir iş kurma umuduyla şehre gelip şehirde birikintisini de kaybetti. Aynı Şener Şen’in beyaz perde de canlandırdığı “Maho ağa” gibi.
Hükümet şimdilerde köyüne dönene 300 koyun vaadiyle yıldızlı projeler hazırlıyor. Hazırlıyor hazırlamasına da adeta o proje kredi verilmemesi için hazırlanmış gibi.
Hükümet bunun yanında teşvik vererek halkı tarım ve hayvancılığa döndürmeye çalışıyor ama teşvikler vatandaşı tembelleştiriyor. Beleş yedirmeye alıştırıyor. Hükümetimiz bu işi bilinçsizce yapıyor.
Hükümet, sırf kentlerden, kırsal kesimlerden oy alamayacağı yerlerden de oy almak amacıyla Büyükşehir yasaları çıkardı. Köyler mahalle oldu. Büyükşehirin sınırları neredeyse tüm ilçeleri de yuttu. Bu seferde ne oldu Köyler mahalle olunca tarım arazileri tamamen arsa oldu. Adam arsa değerli niye eksin ki? En değerli tarım arazileri kat karşılığı apartman olarak verilmeye başlandı. Tarlalar arsa oldu. Vergileri arsa oldu. Kısacası “kaş yapalım derken resmen göz çıkarıldı.”
Ülkemizde ki tarım arazilerinin yüzde yetmişi şüyuludur. Yani iki göbeğe varan hisseli durumda. Şaşırdınız değil mi? Neden diye sorarsanız ülkemizde maalesef kadını insandan saymazlar. Ona mal vermezler. Ülkemizdeki vatandaşların neredeyse geneli Kureyş kafalı erkek hegemonyasını tatbik eden bir sistem kendi aralarında otomatik kurmuşlar, bu yüzden kimse mal paylaşımı yapamıyor. Allah c.c bile Kuranı Kerimde iki hisse erkeğe, bir hisse kadına derken bu Kureyş bozuntuları kadını insandan sayıp malını bile vermiyor. Bu bir kul hakkıdır. Allah c.c. kul hakkı ile karşımıza gelmeyin derken vereselerle helalleşmeden Kâbe’ye evine yüzsüzce gidebiliyorlar. Bunun neresi Müslümanlık anlamadım?
Konumuza biz kaldığımız yerden devam edelim..
Büyükşehirin sınırları her tarafa taşınca tarlalar arsa olunca da vergi ödemesi çıktı başlarına. Tarlalar zaten kendilerine ait olmadığından mazottu, gübreydi, tohumluktu, işçilikti derken üretilen ürün giderle başa baş gelmeye başladı. Birde vergi çıkınca, tarla kendisine ait olmadığından teşvikleri de alamaz oldular. Ben birkaç yıl önce rahmetli anneme “merak etme sen onlar sana şu malını al ya da paylaşalım diye yalvaracaklar” dediğimde bana inanmamıştı. Ve en sonunda dediğim şeyde annem rahmetli olmadan önce kendi gözü önünde gerçekleşti. Ve iddia ediyorum teşvikleri almak amacıyla tarla hissedarları adına atılan imzaların yüzde altmışı sahte imzadır. Herkes Tarım Müdürlüklerine uğrarsa imzasını görebilir. Mesela annemgil hiçbir yere imza atmadı. Yine tapu kadastro geçen köy yerlerinde ki bilirkişilerin hepsi hissedarlardan olup, köyünde olmayıp evlenip ayrılan kadınların mallarını gasp etmek için fırsat kollayanlardandı. Bir nevi hırsızlığı kollayanlardı. Yani devlet resmen hırsızlık yapanlarla birlik olup, hakkının ne olduğunu bilmeden koca evine giden kadınlarımızın malını resmen peşkeş çekmesine seyirci oldu ve zemin hazırlamış oldu. Zaten ekonomik sıkıntının içinde olan halk tarım mahsullerinden yoksun olunca büyükşehirlerde ki kadersiz insanlarımız telef oldu..
Neyse biz konumuza dönelim. Çözüm gayet basit önce tüm tarım arazilerini kadastrodan geçirip, mal paylaşımını yaptırmalıdır. Doğu bölgelerimizde toprak ağalığı, marabalık, aşiret sistemi bir an önce yok edilmelidir. Bu arada kadastro işlemini yaparken tarım arazilerine 5 dönüm ve arsalara da 750 metrekarelik bir standart uygulanmalıdır. Bu miktarların altında paylaşım yapılmamalı, önce hissedarlar kendi arasında günün rayiç bedelinden alım satım yapılmalı, gücü kimsenin almaya yetmiyorsa devlet eliyle pazarlık usulü bu araziler satışa çıkarılmalıdır. Bu satışların her aşamasında devlet mutlaka olmalıdır. Avrupa’da ki sistem böyledir. Eğer bu yapılmazsa adam 100 metrekareyi bile aralarında pay ederken kavga niza çıkmakta, gelip tarım arazinin göbeğine ev yapmakta, ondan sonrada yol sorunundan birbirilerini katletmektedirler. Bu tarım arazilerine kim iskân vermişse aslında mahkemeye verilmelidir. Bu verilen iskân resmen devlete hıyanetlikten başka bir şey değildir.
Tarımda kullanılan tohumlukların hepsi genleri değiştirilmiştir. Tarım ilaçları ile yabancı otlar temizlenmesinde güçlük çekilince genlerine farklı kimyasal eklenmekte, bu kez de tohum bir senelik üretim ömrü olduğundan diğer sene üretimi sıfıra yakındır. Yani sizi kendilerine muhtaç ederler, her yıl paranızı mecburi alırlar. Ülkemize has o güzelim yedi veren tabir ettiğimiz tohumlukları maalesef çaldılar. Bizi kendilerine muhtaç ettiler.
Yine üreticilerimiz toprağın analizini yaptırmadan kendilerine göre ekim yaptılar. Bilinçsizce gübre serptiler. Resmen toprağı kimyasal alaşıma çevirdiler. Bu kimyasallar içme sularına kadar karıştı. Buna paralel olarak da kanser türleri türedi. Yediğimiz içtiğimiz zehir oldu.
Mazottur, işçiliktir, tohumluktur derken tarımdan elde edilen gelir gideri karşılayamaz oldu. Terörde üzerine tuz biber oldu. Üreticiler, yaylaları, meraları kullanamaz oldu. Hayvancılığı terk ettiler. Oralarda hem kendi ailesini beslerlerken, ürettikleri ile de çevresindeki halka satış yaparak beslerlerdi. Dövizimiz elimizde kalırdı. Şimdi ne oldu? Neredeyse peynirin bile çoğunu dışarıdan ithal ediyoruz. Eti, samanı, patatesi, soğanı ithal etmeye başladık. Bakalım daha neleri ithal edeceğiz !
Tarım bakanımızın kendisi doktor. Kalkıp “soğan, patates depolarda çok var dediler. İhraca izin verdik. Bir liralık patates nasıl 6 lira oldu anlamadım” diyebiliyor. Ve bunun önünü keseriz sorun yok deyip Suriye’den 4.000 ton patates ithal ediliyor. Demek ki ne varsa komşu da varmış. Ne gerek vardı bunca savaşa. Amerika’ya uyup komşu ile kötü olmaya gerek var mıydı? Neyse konumuz bu değil biz konumuza devam edelim.
Siz her sıkıştığınızda her şeyi ithal ederseniz bir daha ki sene üreticiler patates ve soğanı yada ithal ettikleriniz bir daha üretir mi?“Devlet ithal edip bizi batırıyor” diye bir daha da üretmezler. Yani kısacası politikalarda yanlışlık var.
Bu konuyu incelemeye devam edeceğiz. Yazım uzayıp gidecek sonra uzun oldu deyip okumazsanız emeklerim heba olacak….
Tekrar birlikte olmak dileğimle.. Saygılarımla