Kâbe yakınlarında bir Suud genci bani derin derin düşüncelere sevketti. İcabe Mescidi’nin peygamberimiz Hz. Muhammet ve annemiz Hazreti Hatice ile öyküsünü duyunca Hira yolundaki bu mescidi bulacağım dedim. Kâbe kuzey doğusundaki garaj çıkışındaki caddeyi gösterdiler. Caddeye girdim. Kâbe güneyindeki lüks oteller bir anda yok olmuş yüksek katlı ama sıradan oteller dizisinin bulunduğu bir sokağa girdim. Cin Mescidi tarafına doğru yürüyordum.
Giydiği fistan ve başına çevirdiği kırmızı ipten Suud genci olduğunu anladığım bir delikanlıya yaklaştım. Yaşı 15 lerde olmalıydı. Sevimli ve düzgün bir yüzü vardı. Fistanı temiz ve yakışıklıydı. “Eyne Mescid İcabe” diye yarım yamalak Arapça ile sordum.
“Ente Turki” dedi ve evet cevabını alınca Arapça devam etti. Konuştuğunun tamamını anlayamamıştım. Ama aşağı yukarı devleti Osmani, kital ceddi, ceddüke katil gibi ifadelerinden anladımki senin ataların benimatalarımı katletti. O nedenle sana cevap vermeyeceğim. Son ifadesi “la” idi böyle dedi ve uzaklaştı.
63 yaşında bir Türk ile 15 yaşlarında bir Suudi müslümanın Kâbe’ye bilmediniz 400 metre kuzey doğudaki sokaktaki muhaveresiydi.
Biraz ileri gittim. Ara sokaktan yukarı çıktım. Bir mescit vardı. Fotoğrafını çektim. Adını bulamadım. Caddeye geri döndüm. Cin Mescidi’ne doğru yürüdüm. Delikanlı orada bir otelin önünde dikilmiş duruyordu. Yüzünden de gergin hali belli oluyordu. Bir sigara yaktı ve derin derin çekti.
Arapçayı doyasıya konuşamadığıma o anda hayıflandım. Yanımda sözlük vardı ama belki bir barış anlaşması imzalarız diye umutlandım yine de cesaret edemedim. Ondan da bir hareket gelmeyince İcabe Mescidi’ni aramaya devam ettim.
Kışlanın karşısındaki belediye binası olduğunu sandığım resmi binanın girişindeki görevlilere sorduğumda bana yerini tarif ettiler ve hevesle İcabe Mescidi’ne gittim. İcabe Mescidi Türklerin Osmanlı Kışlası dediği uzun ve tarihi binanın bittiği yerdeki ışıklardan sola dönünce arka caddedeki köşeye yakın bir yerdeydi.
Vadinin yamacında diye yazanlar yanılıyordu. Neredeyse vadinin tabanında idi. Üç tane kitabesi vardı. Kitabelerin fotoğrafını çekmek zordu. Yüksekte ve sandalye gibi bir şey gerekiyordu. Çekebildiğimiz kadar fotoğraf çektik. Hazreti Muhammed’in sevgili eşi ile buluştuğu yerdi. Nur Dağı yolunda bir bulışma noktasıydı.
Aklım fikrimo Suudi çocuktaydı. Atalarım bu topraklardaki insanlara o çocuğun atalarına yılda en 50 kilo altın göndermiş ve maaş bağlamıştı. 1517-1912 yıllalrı arasında her yıl en az bir kere bazı yıllar iki kere ödemişti. Çok nadirdi ödemediği yıllar.
takdir edemiyordu. Bilmiyordu veya biliyor ama kabul edemiyordu. Bir eksiklişk vardı. Bizde de onda da.
Bu eksikliği değerlendirenler Amerikalılar ve İngilizler oluyordu. Bizimde buraya kafa yormamız gerekiyordu.