İslâm ülkelerinde ilâhi menşeli “devlet” zihniyeti iflas etmiştir. Otoriteyi illaki Hazreti Muhammet soyuna veya o soydan gelme iddiasına bağlama zorunluluğunu hisseden bir zihniyet -ki asırlardır böyledir- olsa olsa bir sülâle hakimiyeti üretiyor. Halbuki Allah Kuran’da Haşr suresi 7. ayette “Allah sizden zengin olanlar arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın.” buyuruyor. Alah böyle buyuruyor ama müslümaanlar bir vatan, bir millet üretemiyor. Milli bir cemaati olan bir İslâm ülkesi yoktur, yeryüzünde. İfadeden kastımız şudur: Vatanı, milleti, bayrağı, istikrarlı siyasi düzeni olan bir İslâm ülkesi yoktur demek istiyoruz. Neden böyledir? Kendi kullandıkları ifade ile cevap verelim. Çünkü mantıklı bir devlet kavramı yoktur.
Önce bu görüşümüze dayanak olarak aldığımız Japoncadaki “devlet” kavramı “ülke, millet” kavramları üzerinde duralım. Japonca devlet kavramı kokka (国家) sözcüğü ile anlatılır. Sözcük iki heceden (kanji kardinali) oluşur. Birinci hece ülke anlamnda kuni (国)
ile ifade ediir. İkinci hece ise ev anlamında (家) ie ile ifade edili r. “Ülke+ev= devlet” demek olup bu ifadeyi kötü anlamda kullanırlar ve günlük yaşamda kullanmazlar. Emekli maaşını nereden alıyorsunuz? diye bir Türke sorsanız cevabı bellidir : Devlet Japon ise kokka demez. Yani devlet demez. Çünkü o bir sülaleden maaş almadığını bilir. “Kuni kara” der. “Ülkeden alıyorum” der. Bizim devlet dediğimiz yerde “ülke, vatan” diyor Japon. Zihniyet daha baştan sağlam tutulmuş. Öyle ya vatandaşa ödenen maaşlarda kumar, fuhuş, lotari sektörlerinden gelen gelirlerden tutunuz normal vergilere kadar her alandan çalışanların emeği var.
Neden üçlü oligarşiyi (takımerki) asker, devlet adamı ve ulamayı dokunulamaz yaptığımızı ama neden bu sınıfların mesleklerinde ise başarılı olamadığını düşündüğümüzde kurum üretemediğimizi anlayacağız, siyaset adamı ile devlet arasındaki farkı anladığımız gün. Komutan ile ordu arasındaki farkı anladığımız gün.
Ordu ne kadar müessese olursa neferinden komutanına hepsi aynı ruhu hisseder. Sipsiyah yüzü, bembeyaz dişleri ile Bilal Habeşiyi Arap prenslerin başına komutan atayan Hazreti Muhammet kurumu yani orduyu kurmuştu. İnkılabı yapmış, sülaleciliği yok etmişti, daha 7. asırda iken.
21. asırda manzara en büyük İslâm ülkesi Endonezya ile Türkiye’de şöyledir:
Devlet baba (Türkiye) ile ülkenin babası (Endonezya) zihniyeti iflas etmiştir vesselam.
Kutsal devlet Türkiye’de ve Endonezya’da ”ülke- millet” oluşturamıyor.
Türkiye’de her türlü maddi ve manevi varlığın kaynağı devlet: Bir maaş imparatorluğu iken
Endonezya’da her türlü manevi varlığın kaynağı: Unvan imparatorluğu saray çevresi arpalığı oluyor. Ben yurt dışına Japonya başbakanının uçağı ile giden Japon işadamı görmedim. Arpalık zihniyeti daha uçakta iken başlıyor. Japonya başbakanı yanında üç veya bilemediniz dört bürokrat ile günlük harcırahları değişmediyse bildiğim kadarıyla 100 dolar alarak çıkar.
Endonezya tarihinde bir imparatorluğa kadar çıkabilen 13-16. asır devleti Majapahit Felemenkler karşısında tutunamadı. Neden?
Majapahit’in “emsalsiz” kralı (tabak) dağıtım yapmaz da ondan. Halk (kaşık) sürekli tabağa nevale taşır. Prapanca Negarakertagama (14. asır) Menakıbnamesi’nde devletsel tören faaliyetlerinin büyüklüğü; hükümranlığının ölçütü ve gösterdiği kölelik tavrının vasıflarını gösterir:1. Çaresiz 2. Boynu bükük 3. Eğilmiş 4. Aciz
(Syf. 48-51; İki Kültürde İslâm, Fas ve Endonezya’da Dini Değişim, Cliffort Geertz, 2012)
Numunei imtisal merkez doktrini ile Güneş olan Saray halktan kopuyor.
“Teatrel devlet” üretiliyor. Bunlar birlikte elitist, ezoterik ve estetik bir dünya görüşünü ve ethosunu oluşturur. Üstelik bu doktrinler dört yüzyıllık İslâmlaşmanın zorunlu kıldığı adaptasyonlar ve yeniden formulasyonlara, üç yüzyıllık sömürge hakimiyetine ve yirmi yıllık bağımsızlığa rağmen hala günümüzün Endonezyalısının bilincinde güçlü bir tema olarak varlıklarını sürdürmektedir.
Halk varsa, vatandaş varsa, ülke vardır, devlet vardır, diyemedik. Adam kayırma, sülalecilik, yolsuzluk, baştan savma iş yapma zihniyeti sorumluluk üretemiyor. O da halka hizmet eden devlet üretemiyor. Veya ülke. Milyonlarca müslüman mülteci Avrupa kapılarında düşmanlarından medet bekliyor. Türkiye hariç aynı ümmetin evlatları hiçbir İslâm ülkesinden adam gibi destek alamıyor. Kemal Tahir “Devlet Ana” romanında devletin temelini “kalem” ile izah eder. Ülkenin kılıç değil kalem ile ayağa kalkacağını anlatır. Kahramanına Nizamülmülk’ün Siyasetname’sini okutur. Rahmetlinin şimdi Validebağ’da özel üniversite olan hapishanede yazdığı eserlerde hastalığı 1960 larda görmüş ve romana dökmüştü.