Ortaya çıkan durumun püf noktası yukarıdaki sorunun arka yüzünde aranacaktır. Kısaca ve kendimize karşı mertçe düşünmemiz gereken şudur: Ulama cami kürsüsüne mi oturacak?
Umara mülkiye kürsüsüne mi oturacak? Ulama vaaz kürsüsüne oturup hem bu dünyamızı hem de öbür tarafı hiçbir sorumluluk üstlenmeden idare edecek mi? Yoksa umara kürsüsüne oturup sadece bu dünyamızı idare edecek mi? Soru budur. Cevabı da bellidir. Ama İslâmlaşma değil İslamı dönüştürme hareketidir diyenler de yanılıyor.
Soruyu şöyle soralım: Amerika imam ile saldırdı. İmam efendi Türkiye hükümetini almak karşılığında bağımsız Türk ülkesini yani kendi vatanını sattı. Bunu inandığı İslâm uğruna, okuduğu kitaplardan aldığı iman aşkına yaptı. Bu nasıl bir imamdır ki ülkeye ihanetini imanı ile eşdeş değerde gördü.
Şimdi hükümeti eleştirenlere bir çift lafım var: Nurettin Veren bey CNN de yaptığı mülâkatta şunları söyledi. “Toplanan çuvallar dolusu paralar Pensilvanyalı haine veriliyor. O da kendi işadamlarına hizmette kullanın diye veriyor. Sonra bu adamlar paraları kişisel amaçlarına ve şirketlerine harcıyorlar.
Abi ne yaptınız paraları? Abi şirketimin borcu vardı. Oraya harcadım.“ Böylesi bir utanmaz din sömürüsü yapan ülkesizlerin, imansızların, bayraksızların; sadece kendileri değil sülâlesinin her kuruşunu, varidatını, gayri menkulünü, neyi varsa tamamını haczederek mal müdürlüklerine devredip millete geri vermeyen ve bunun yasal alt yapısını hazırlamayan hükümeti eleştiririm ben. Yapan hükümeti değil. Bunları bir kaşık suda boğacağız diyen hükümete niçin yarım kaşıkta boğmuyorsun derim ben.
İnsan hakları nereye gidiyor diyenlere de bir çift sorum var?
Amerika’da İkinci Dünya Savaşı yıllarında 750 bin Japon tehlikeli madde olarak göz altına alınmıştı. Japonya’da 1920? yılında deprem olmuş 200 bin insan ölünce Japonlar 6 bin Koreliyi uğursuzluk getirdiniz diye katletmişti. Ruslar 50 milyona yakın Türk asıllı insanı İkinci Dünya Savaşı ardından savaşta niçin az destek verdiniz gerekçesiyle Sibirya yollarında katletmişlerdi. Alexander Soljenitsin Gulag Takımadaları adlı eserinde konuya değinir. O zaman insan hakları yok muydu?
HEM HAİN HEM DE DİN SÖMÜRGENİ TOPLU DİLENCİLİK UZMANIDIRLAR
Bu ihanet ile eş değerde bir din sömürüsüdür. Din sömürüsünün ne olduğunu Endonezya’da bizzat müşahede ettiğimizden sadece 96 yaşında vefat eden ve okuma yazmayı da askerde öğrenen rahmetli babamla bir muhavereyi hatırlatarak geçeceğim: “Uşağum bu hocaların başında değirmen taşı ters dönecek, ters. Niye baba? –Fetvaları hep kendileri için verirler. Bacanlı hoca gibi” derdi.
Zaten bunların dini, imanı olmadığını Cakarta’da 2011 Kasım- 2014 Şubat arasında üç kez görüştüğümde anlamış ve kendi kendime yemin etmiştim: Yazdığım eserlerde bu konulara da değineceğim, diye.
Atatürkçü veya lâik düşünce taraftarlarının da sorması gereken soru şudur: Sadece nurcu veya narcı guruplara değil sadece dini inancı olana da karşı bir eziyet ve zulüm yaptınız. Yedeksubaylık yaptığım askeri birlikte eşi başörtülü diye ordudan atılan yüzbaşıyı nasıl izah edeceksiniz? Kısacası şunu demek istiyorum: Herkes eteğindeki taşı atsın.
İtiraf, nefis muhasebesi denen eylemleri yapsın. Herkes birbirine şunu sorsun biz nerede hata yaptık?
SORUNUMUZ NEDİR?
Sorun şudur: Eline güç geçiren karşısındakini hiç tanımıyor ve tamamen yok etmeye çalışıyor. Şimdi de aynısı olacaktır; eğer olaylardan ders almadıysak. Yalnız bir farkla şimdi din kökenli güç iktidarı eline aldı. Bu durum daha vahim. Hangi dini ekol, mezhep veya hizip ele geçirdiyse o güç karşısında kendi inandığı İslâm dışında bir yol kabul etmiyor. Sadece bu iştah ve şehvetle ülkeye ihanet bile edebiliyor. Allah göstermesin Fetö tamamen orduyu ele geçirseydi iç savaş çıkardı. Neden sadece dini şehvetle hareket ettikleri için de ne hikmettense Pakistan örneğinde olduğu gibi katil ve maktullerin cennete gittiğine inanılarak.
Nasıl bir İslâm zihniyetidir bu?
Sadece bu olasılık bile bizim olumlu bir lâik ülke yapılanması, liberal İslâm zihniyetine olan ihtiyacımızı açıkça kanıtlar.
Bakınız geçmişte bu adamların her türlü görsel ve yazılı yayınına: Bir tane kendilerinden olmayan ilâhiyatçı çıkardılar mı ekranlarına? Rahmetli Yaşar Nuri Öztürk kaç defa çıktı Samanyolu televizyonuna?
DİNDARLAR VE LÂİKLER YAKINLAŞIRKEN SAMİMİYETLE NEREDE
HATA YAPTIKLARINI BİRBİRLERİNE İFADE ETMELİDİR
Ya mezhep, cemaat kökenli darbe zihniyeti sürecek. Ya da lâik zihniyet ve idare ile nasıl uzlaşacağını, taviz vereceğini öğrenecek. Eline güç geçirenin karşısında otorite ve kişilik tanımadan herşeyi silbaştan yeniden tasarladığı bir ülkede Hazreti Muhammed’in “muahat” zihniyeti ihya edilmelidir. Bu ülke insanı tarikatsız yaşayamıyor. Yüzde 65 civarında bir oran böyledir. Ama lâik zihniyet ise 1923-2010 arasında 90 yıl halkın dinine ve inancına karşı özellikle 1936-1955 döneminde eziyet etmiştir. Şimdi ise lâik zihniyete karşı adeta bir hınç var. Akıl tutulması yaşanıyor adeta lâiklik denince. Tüm dinleri reddeden bir lâiklik değil tüm dinleri tanıyan bir olumlu lâiklik ülkemizde adeta nefes borumuz olan lâik yapılanmayı rahatlatacak müslüman çoğunluk için de tavır değişikliğini verdiği bir garanti olacaktır. Nasıl uzlaşacaklar? Bizim gibi lâikliği savunan ilâhiyat eğitimi almış olanlalr İslâm ülkelerindeki sözümona şeriat uygulamalarını akademik anlamda inceleyerek bir çıkış yolu için yardımcı olmaları gerekmektedir. Bu ülkenin milli uzlaşısı millet olmak ise bu da lâik bir yapılanma ile kalıcı olacaktır.
DEMOKRASİ VE LÂİKLİK BİR ARADA OLMALIDIR.
Şimdi bazıları hala ısrarla; hala lâiklik ile demokrasinin bir arada Türkiye için önemini küçümsemelerini anlayamıyorum. Sadece demokrasi yeter diyorlar, yetmez efendim. Bakın İran’a demokrasi vardır ama lâiklik yoktur. Şii veya ayetullah şeriatı vardır. Yeryüzünün en çok gizli fuhuş, kumar ve rüşvet ülkelerinden birisidir. Çünkü İran şeriatı ülke otoritesini tanımaz ve iki başlı bir otorite içinde tüm değerleri telef eder.
Biz demokrasi ve lâiklik bir arada olması gereken ve olmazsa olmaz koşulumuz ön mutabakatımız olan ilkelerdir diyoruz. Tüm İslâm ülkelerinin de gıbta ile baktığı düzendir. İnanınız böyledir. Niçin? Endonezya din adamları sekular dedikleri lâik düzeni dinsizlik olarak algılarlar. Endonezya’da iken kiai, habip ve ustad denen din adamları ile konuşurken Türkiye’deki bu düzenden içten içe gıpta ile bahsettiklerine şahit oldum. Çünkü Türkiye’deki lâik düzende hocaefendilerin sigortası, emeklilik ikramiyesi, maaşı bütün insanı ve sosyal hakları vardır. Endonezya’da böyle birşey yoktur. Endonez hocaefendiler de yasal ve gayri yasal para toplama uzmanıdır. Endonez hocaefendilere lâik Türkiye’de böyle bir durum var dediğimizde hepsi de alehte konuşmayı durduruyordu.
Eğer ülkemizde lâiklik dışı bir uygulama olursa oy gücünün yüzde 70 e yakını sünni olan bir ülkeden sünni gruplardan birinin İslâm şeriatından ne anlıyorsa öyle bir zulüm düzeni ortaya çıkacaktır. Yönetime egemen olacak sünni gurup İslâm şeriatı adı altında ilkönce kendisi gibi düşünmeyen müslümanlara zulüm edecektir. Son darbe kalkışması bunu açıkça kanıtlar. Demekki bir İslâm ülkesi olarak demokrasi yetmiyor. Pakistan, Suudi, Endonezya, Malezya ne çekiyorsa lâik düzen olmadığından çekmektedir.
LÂİKLİK NEFES BORUMUZDUR.
Lâiklik Allah’ın şeriatıdır diyoruz. Şeriat uygulanan İslâm ülkelerindeki şeri uygulamaları gezip gördükleri halde anlatmayan ilâhiyatçılar bu açıdan ülkemize karşı sorumludurlar. Rezaletin bini bir paradır da ondan. Satırların sahibi Endonezya şeriat felâketini Türkçeye kazandırmaya kararlıdır. Yaklaşık 7 yıldır yazmaktadır, yazacaktır.