Sorumuza bir anımızı anlatarak cevap arayalım. 2011-2014 yılları arasında bazı Pazar günleri Cakarta Lebak Bulus semtindeki Sumber Kasih kilisesindeki protestan Japonların ayinlerine katıldım. Müslümanım ama Japonca’dan kopmamak için Endonezce konuşulan bir ülkede başka yol bulamadım. Rahip efendi ile internet üzerinden buluşmuş bana ayinlere katılmam için izin vermişti.
Açık konuşayım ki bu sayede Endonez toplumuna Japonca üzerinde intibak etmem kolaylaştı. Daha geniş bir ufukla Endonezya’ya bakma şansım oldu. Japonca kaynak çok boldu. Japonların onlarca Endonezya üzerinde doktora yapmış kaliteli elemanları, Aiko Kurasawa, Shimada Yuzuru ve benzeri öğretim elemanları vardı. İşte bu sayede ayakta kaldım Endonezya’da. Türkiye’de yuvamın yıkılmasına ve servetimi kaybetmeye neden olan Japonca Endonezya’da berekete dönüşmüştü. Her neyse.
Rahip Matsumoto ve yerine geçecek genç rahip Nao Tai ile de görüşmelerim oldu. Ayinlerde dikkatimi çeken bir şey vardı. Bir Endonez-Japon melezi protestan tercüman ayine katılamayanlara ayin yerinden kulaklıklar takılı olarak bir kenardan sesli olarak Japonca vaazı zaman zaman Endonezceye çeviriyor ve kilise dışındaki müritlerine aktarıyordu. Kilisenin bir salonunu Japonca ayin için kiralamış olan 60 civarında olduğunu tahmin ettiğim protestan Japon kilise cemaati çocukları ve bebekleriyle beraber salona geliyorlaardı. Rahip Nao beyin hanımı Amerikalı idi. O en arkada yerde beton parkede halı ve kartonlar üzerinde yere kâh bağdaş kuruyor kâh oturuyor etrafındaki bebelerle ilgileniyordu. Şöyle düşünün her Pazar saat 13 de başlayıp saat 16 da biten vaaz esnasında insanlar bir salonda sandalyede oturuyor ayin yapıyorlardı. O esnada salonun arkasında çocuklar, bebeler rahibin hanımı kontrolünde oyunlar oynuyor, aynı anda da konuşmalar sesli olarak mikrofon üzerinden dışarıya tercüme ediliyordu. Çocuk bunlar bazen haykırır, bazen ağlar her ne yaparlarsa yapsınlar hiç kimse sesini çıkarmıyor vaazı bir saat kadar süren Rahip efendiyi can kulağıyla dinliyordu. Tam bir sabır ve hoşgörü ortamında herkes bir arada din öğreniliyordu.
Orada peygamberimiz Hazreti Muhammed’i hatırladım. Torunları sırtında iken namaz kılıyordu o mübarek insan. Sabır ve eğitim bir arada idi. Kilisenin alt katı bir basketbol alanı kadar genişti. Çocuklar orada oyun oynuyordu. Anneler ve babalarla birlikte.
Cami avlularından çocukları kovan hocalarımız var. Bunun yanısıra futbol takımı kuran genç imamlarımız da var. Ben ikincisini tercih ederim.
Eğitim her halde çocuklara müdahele etmemek veya onların hürriyetini kısıtlamamak diye bir ilkesi olan bir şey olmalı.
Bazen kendi kendime düşünüyorum biz hocalarımızı nasıl eğitiyoruz. İmam olmak için özel bir eğitimden geçiriyor muyuz? Bir mahallenin imamı bana o mahallenin cumhur reisi gibi geliyor. Mahallenin her şeyini bilir. Çünkü herkes ona güvenir. Öyleyse oda bu işin altından kalkacak bir eğitimden geçmiş olmalıdır. İlâhiyat fakültelerinde sadece imam yetiştiren bir bölüm açılsa her biri üniversite mezunu rahipler gibi özel eğitimden geçse iyi olur diye düşüyorum.
Rahiplerin bazıları cahil am genel olarak a iyi bir eğitim alıyorlar. Tercümanlık tecrübeme dayanarak bunları yazıyorum.
Bizimimamlarımızın rakibi rahipler ise onlarla başedecek derecede pedagji, psikoloji eğitimi almış bilgi ile donatılmış olmaları gerekir. İnsanların en zayıf oldukları yer aynı zamanda en kuvvetli oldukları yerdir. Orası da “din” dir. Din eğitimi alanları din öğretimi verecek kişiler olması için en azından çağını ve çevresini iyi takip eden kişiler olması gerekir.
Not: Bir önceki Endonezya’da İmamlar makalemizde 20.8.2018, tarihi 20.8.20113 olarak düzeltilmesi gerekmektedir. Okuyuculardan özür dilerim.