12 Mayıs Türkiye hemşireler günü kutlu olsun. Bu vesile ile yaşadığımız anıları okuyucularla paylaşarak hemşire hanımların gününü paylaşmak isteriz.
JAPONYA’DA AMELİYAT OLAN TALİBAN MÜCAHİTİ
Birinci anı: Yıl 1991. Japonya’nın en kuzeyindeki Hokkaido adasının en büyük kenti Sapporo’dayız. Cuma namazlarını yanlış hatırlamıyorsam Hokkaido Üniversitesi öğrencilerinin kaldığı bir yurtta bir odada kılıyorduk. Suudi, İranlı, Afrikalı müslüman öğrenciler ve Türk olarak ben vardım. Her hafta yarım yamalak Japonca ile bir “dindaş” hutbeyi okuyup namazı kıldırıyordu. Tabi hutbelere ülkelerini siyaseti de damgasını vuruyor ve mezhep tassaubu özellikle İran ve Suudi dindaşlarımız namaz kıldırdığında öne çıkıyordu. “Sünni, şii yok müslüman var” söylemi kursaklarda kalıyordu. Ön yargı heryerde ve her zaman mevcuttu. Bu sadece müslümanlar için değil hiristiyanlar için de böyle olduğuna bizzat şahit olduk. He neyse, böyle bir gün Cuma vaazında İranlı din kardeşimiz Afganistan’da Ruslara karşı savaşan “Taliban” mensubu bir mücahitin bir Hristiyan hastanesinde yanlış hatırlamıyorsam uyluğundan ameliyat olduğunu ve hastanede yattığını ve ziyaret etmemizi tavsiye etti. Adresini aldım. Ziyarete gittim. Japonya’da tüm ilkokul ve hastanelere uyduruktan poşetle değil terlikle giriliyordu. Şimdi 2016 larda nasıl bilmiyorum. O zaman öyleydi. Bir hiristiyan hastanesi idi. Hastanede mücahiti ziyaret ettim. Koğuşta kalıyordu. Kendisi gibi diğer Japonlarla aynı odayı paylaşıyordu.
Japon hastalar çok espritüel ve hoş insanlardı. Bir Japon hemşire hanım bizim mücahitin etrafında dört dönüyordu. Mücahitin ayak ucuna taşımalı bir 40 santimlik televizyon bile getirmişti. Ameliyat bitmiş uçakla Pakistan’a kadar geri götürülecekti. Tüm masraflar Japon Hükümeti tarafından karşılanıyordu. Başının üzerinde duvarda Japonca ve Farsça çizgisiz kağıtlara acil sözcükleri yazmış ve iletişim sorununu çözmek istiyordu. Gerekli sözcükleri duvardaki kağıtlardan ve sözlükten alarak iletişim kuruyordu. Yandaki masada bir sözlükten yararlanırken heyecanla bakıyordu. Bana şöyle dedi: “Ona söyle lütfen kaşıkla yemek yesin. Kaşıkla yemek yemiyor ve ısrarla sağlığını tehlikeye atıyor.” Yarım yamalak anlatmaya çalıştım mücahide. O “sünnet” deyip duruyordu. İki zihniyet çatışıyordu bir tarafta ilkel bir din zihniyeti merkezli yaşam diğer tarafta hijyene dayalı zihniyet. O hemşire hanımdan görev şuuru ve insani bakış nedir orada öğrendim.
İkinci anı: Denizliden Antalya’ya gidiyorduk. Yıl 1998? civarları idi. Mevsim yaz. Bir midibüs ve içinde 15 civraında Japon turist ve tercüman olarak ben varım. İkiz hemşire hanımlar var içlerinde. Yokuş yol çıkıyoruz. Yol derin şevli idi. Önümüzde kereste yüklü bir kamyonet vardı. Ama istiab haddinden fazla idi. Kamyonet giderek yokuşu çıkarken yavaşladı ve şev tarafına değil de sol tarafa yıkıldı. Hemen önümüzde olay olduğundan bizzat şahit olmuştuk. İçinde başından kan akan bir sürücü çıkmaya çalışıyordu. Arabayı durdurduk ve inip sürücüyü dışarı aldık. Japon ikiz kardeş hemşire hanımlardan birisi geldi ve bana “Ali bey ben her zaman yanımda ilk yardım kutusu taşırım. Ona müdahele edeceğim” dedi. Müdahele etti. Kafası delinmişti. Deliği temizledi. Pansuman yaptı. Bana dediki; “Delik fazla derin değil. O nedenle hayati tehlikesi yok. Bekleyip istrahat etsin.“ Sürücü beye “Allah nasibini taa Japonya’dan göndermiş. Geçmiş olsun dedik” ve yola devam ettik. Japon hemşire hanım ilk yardım kutusu kyuukyuu bako (救急箱) taşıyordu. Japonya nire, Türkiye Denizli nire. Ama basit bir zihniyet basit bir tercih harika bir müdaheleye neden oluyordu.
Üçüncü anı: 1994 yılında kendisiyle tanıştım. 15 günlük bir iş gezisinde tercümanlık yapacaktım. Gurubun lideriydi. Bana ruhunu temizlemek (kokoro o kitaeru心を鍛える) için hafta sonları yetimhanelerde (kojiin 孤児院) gönüllü (boranteyaボランテヤsizsin) hemşirelik yaptığını söyledi. Din olarak da dinsiz olduğunu ısrarla vurguladı. Dayanamadım dinsizsin ama bizdeki Rabia Hatun gibi mübarek bir iş yapıyorsun dedim. 15 sene sonra 2009 yılı Ocak ayında Tokyo’da gördüğümde hafta sonu gönüllü hemşirelik değil de şimdi asaleten hemşirelik yaptığını söyledi. Şimdi o işten para kazanıyordu. Şimdi yapıyor musun gönüllü hemşirelik deyince ben ömür boyu gönüllü olacağım ama parasız da olmuyor dedi. Hemşirelik mesleği harika bir insanı camiaya katmıştır herhalde.
Bugünkü yazımızda hemşirelik mesleği ile ilgili Japon hemşire hanımlarla yaşadığımız anıları yazdık. Türk hemşire hanımların hemşirecilik tarihimizi iyi okumalarını onlardan kazanacakları ruhla hizmet yapmaları beklentisi içindeyiz. Özellikle Çanakkale Savaşlarında hizmet eden gerek Türk gerekse Türk subayla evli ve müslüman mezarlığına gömülü Erika hanımı iyi tanımalarını istirham ederiz. Hepsini rahmetle yad ediyoruz. Konu le ilgili Kızılay’ın çıkardığı Kızılay kitabında bilgiler bulunabilir. Tüm hemşire hanımların günü kutlu olması ve sabır ve metanetin timsali olmaları dileğiyle hissiyatımızı kaleme döktük.
JAPONYA’DA AMELİYAT OLAN TALİBAN MÜCAHİTİ
Birinci anı: Yıl 1991. Japonya’nın en kuzeyindeki Hokkaido adasının en büyük kenti Sapporo’dayız. Cuma namazlarını yanlış hatırlamıyorsam Hokkaido Üniversitesi öğrencilerinin kaldığı bir yurtta bir odada kılıyorduk. Suudi, İranlı, Afrikalı müslüman öğrenciler ve Türk olarak ben vardım. Her hafta yarım yamalak Japonca ile bir “dindaş” hutbeyi okuyup namazı kıldırıyordu. Tabi hutbelere ülkelerini siyaseti de damgasını vuruyor ve mezhep tassaubu özellikle İran ve Suudi dindaşlarımız namaz kıldırdığında öne çıkıyordu. “Sünni, şii yok müslüman var” söylemi kursaklarda kalıyordu. Ön yargı heryerde ve her zaman mevcuttu. Bu sadece müslümanlar için değil hiristiyanlar için de böyle olduğuna bizzat şahit olduk. He neyse, böyle bir gün Cuma vaazında İranlı din kardeşimiz Afganistan’da Ruslara karşı savaşan “Taliban” mensubu bir mücahitin bir Hristiyan hastanesinde yanlış hatırlamıyorsam uyluğundan ameliyat olduğunu ve hastanede yattığını ve ziyaret etmemizi tavsiye etti. Adresini aldım. Ziyarete gittim. Japonya’da tüm ilkokul ve hastanelere uyduruktan poşetle değil terlikle giriliyordu. Şimdi 2016 larda nasıl bilmiyorum. O zaman öyleydi. Bir hiristiyan hastanesi idi. Hastanede mücahiti ziyaret ettim. Koğuşta kalıyordu. Kendisi gibi diğer Japonlarla aynı odayı paylaşıyordu.
Japon hastalar çok espritüel ve hoş insanlardı. Bir Japon hemşire hanım bizim mücahitin etrafında dört dönüyordu. Mücahitin ayak ucuna taşımalı bir 40 santimlik televizyon bile getirmişti. Ameliyat bitmiş uçakla Pakistan’a kadar geri götürülecekti. Tüm masraflar Japon Hükümeti tarafından karşılanıyordu. Başının üzerinde duvarda Japonca ve Farsça çizgisiz kağıtlara acil sözcükleri yazmış ve iletişim sorununu çözmek istiyordu. Gerekli sözcükleri duvardaki kağıtlardan ve sözlükten alarak iletişim kuruyordu. Yandaki masada bir sözlükten yararlanırken heyecanla bakıyordu. Bana şöyle dedi: “Ona söyle lütfen kaşıkla yemek yesin. Kaşıkla yemek yemiyor ve ısrarla sağlığını tehlikeye atıyor.” Yarım yamalak anlatmaya çalıştım mücahide. O “sünnet” deyip duruyordu. İki zihniyet çatışıyordu bir tarafta ilkel bir din zihniyeti merkezli yaşam diğer tarafta hijyene dayalı zihniyet. O hemşire hanımdan görev şuuru ve insani bakış nedir orada öğrendim.
İkinci anı: Denizliden Antalya’ya gidiyorduk. Yıl 1998? civarları idi. Mevsim yaz. Bir midibüs ve içinde 15 civraında Japon turist ve tercüman olarak ben varım. İkiz hemşire hanımlar var içlerinde. Yokuş yol çıkıyoruz. Yol derin şevli idi. Önümüzde kereste yüklü bir kamyonet vardı. Ama istiab haddinden fazla idi. Kamyonet giderek yokuşu çıkarken yavaşladı ve şev tarafına değil de sol tarafa yıkıldı. Hemen önümüzde olay olduğundan bizzat şahit olmuştuk. İçinde başından kan akan bir sürücü çıkmaya çalışıyordu. Arabayı durdurduk ve inip sürücüyü dışarı aldık. Japon ikiz kardeş hemşire hanımlardan birisi geldi ve bana “Ali bey ben her zaman yanımda ilk yardım kutusu taşırım. Ona müdahele edeceğim” dedi. Müdahele etti. Kafası delinmişti. Deliği temizledi. Pansuman yaptı. Bana dediki; “Delik fazla derin değil. O nedenle hayati tehlikesi yok. Bekleyip istrahat etsin.“ Sürücü beye “Allah nasibini taa Japonya’dan göndermiş. Geçmiş olsun dedik” ve yola devam ettik. Japon hemşire hanım ilk yardım kutusu kyuukyuu bako (救急箱) taşıyordu. Japonya nire, Türkiye Denizli nire. Ama basit bir zihniyet basit bir tercih harika bir müdaheleye neden oluyordu.
Üçüncü anı: 1994 yılında kendisiyle tanıştım. 15 günlük bir iş gezisinde tercümanlık yapacaktım. Gurubun lideriydi. Bana ruhunu temizlemek (kokoro o kitaeru心を鍛える) için hafta sonları yetimhanelerde (kojiin 孤児院) gönüllü (boranteyaボランテヤsizsin) hemşirelik yaptığını söyledi. Din olarak da dinsiz olduğunu ısrarla vurguladı. Dayanamadım dinsizsin ama bizdeki Rabia Hatun gibi mübarek bir iş yapıyorsun dedim. 15 sene sonra 2009 yılı Ocak ayında Tokyo’da gördüğümde hafta sonu gönüllü hemşirelik değil de şimdi asaleten hemşirelik yaptığını söyledi. Şimdi o işten para kazanıyordu. Şimdi yapıyor musun gönüllü hemşirelik deyince ben ömür boyu gönüllü olacağım ama parasız da olmuyor dedi. Hemşirelik mesleği harika bir insanı camiaya katmıştır herhalde.
Bugünkü yazımızda hemşirelik mesleği ile ilgili Japon hemşire hanımlarla yaşadığımız anıları yazdık. Türk hemşire hanımların hemşirecilik tarihimizi iyi okumalarını onlardan kazanacakları ruhla hizmet yapmaları beklentisi içindeyiz. Özellikle Çanakkale Savaşlarında hizmet eden gerek Türk gerekse Türk subayla evli ve müslüman mezarlığına gömülü Erika hanımı iyi tanımalarını istirham ederiz. Hepsini rahmetle yad ediyoruz. Konu le ilgili Kızılay’ın çıkardığı Kızılay kitabında bilgiler bulunabilir. Tüm hemşire hanımların günü kutlu olması ve sabır ve metanetin timsali olmaları dileğiyle hissiyatımızı kaleme döktük.