Müsteşrikler (1) kendilerinde ne buldular ise, Kuran ve İslâm’da da onu arayıp buluyorlar.
Sapına kadar inceledikleri, en ince ayrıntılarına arayıp da buldukları bilimsel gerçekler, ülkelerinin Dışişleri Bakanlıklarının emrinde uygulanan politikaların doğrultusunda hareket eden bir süreç etkinliğinden başka bir şey değildir.
İmam-Hatip Okullarının durumu ile ilgili olarak Fransa Dışişleri Bakanlığı’na Louis Massignon’un rapor hazırladığını 1982 yılında felsefe tarihi hocamız Süleyman Hayri Bolay söylemişti.
Espiyonaj faaliyetleri ile bilimsel faaliyetleri birbirinden ayırma ahmaklığını eğer hala sürdürecek isek daha çok ekmek yiyeceğiz demektir.
İslamı araştıranlar; doğal olarak ülkelerinin politikaları doğrultusunda hareket etmektedir. Millet olmak da bunu gerektir, ama insan olmak bunu gerektirir mi? Orası ayrı meseledir. Biz hep hakkaniyet uğrunda kendimizi öne atmayı, balta olmayı hep bir erdem saydık. Hayalci olduk. Gerçekçi olmadık.
Jacop Buckhardt (1818-1897), Edward Thomas Lawrens (1888-1935) ve benzeri prototipler zenginliklerimizi ülkelerine taşıdılar. Gertrutt Bell (1868-1926) adlı casus hanfendi Irak uzmanı ama; Araplar tarafından ‘Irak’ın taçsız kraliçesi’ diye adlandırılacak kadar saflık derecesindeki aptallık; bizlere yol göstermemekte gülünç duruma düşürmektedir İngilizler Srilanka adasında piç bir nesil ürettiler. Güney Afrika, Singapur hepsinin öyküsü temelde aynı tercihlerin sonuçlandırdığı bir “kıssadan hisse” ile dopdoludur. Brunei’de neler oluyor? Berberi özel uçakla İngiltere’den gelen birisinin yönettiği ülke İngiliz emellerinin uşağı olmaktan başka ne işe yarıyor ki?
Japonlar da farklı değildir. Daha 1930’lu yıllarda Habeşistan’ın neredeyse yarısını satın alan iki Japon; Japonya’nın pamuk savaşında dünya üzerindeki sağlam yeri için böcek kadar kıymeti harbiyesi olmayan Habeş zencilerini vasıta kılmışlardı. Bunların insanlığa vereceği bir şey yoktur. Ama alacakları çoktur. Topyekün alıcıdırlar. Japonların, İngilizlerin, Hollandalıların ve diğerlerinin topyekün alıcı olduklarını yoksul halklar hissettiklerinde gerçek bir inkılap olacaktır. Halbuki onlara empoze edilen; “kavmi necip İngiliz’ söylemidir. Yine 2009 Şubat ayında Endonezya’dan topladıkları 200 kadar genci Japonya’da yüksek öğretime götüren Japonlar aynı işlevi yerine getirmektedirler. Ülkeleri için çalışmaktalar. Fransızların bir gram farkı yoktur.
Burada sorunun özü geri kalmış çoğunluğu İslâm ülkelerinin halklarının İslâm’a bakışlarındaki hatalı tutumdan dolayı sömürü ve koloniyal işlevlerinin mutasyona uğrayarak sürdürülmesinden başka bir şey değildir. Bir günde 300 rekat namaz da kılsak da İngilizin umurunda değildir. O belki bir 300 rekat daha fazla kılmamızı savunacaktır.
Aile hukukunun korunması, İslam’a sıcak baktıklarından değil; kendi çıkarları ile uyuştuğundan ve müslümanların da tembelliklerinin aile yaşamı içinde daha rahat kontrol edilebileceğinden dolayı desteklenmektedir. Arada sırada kıraliyet ailesinden bir casusun da müslüman olduğu dedikodusunun dünyayı sarması müslüman coğrafyasına gülücük atan bir espiyonaj faaliyetinden başka bir şey değildir. Biz onları değil önce kendimizi doğru algılamalıyız. Önce kendimizi tartmalıyız ki daha sağlıklı bir şekilde etrafımıza bakalım.
İran’a gelince; millet olmanın ve milli bir tavır geliştirmenin ayrıcalığı ile İslâm dünyasında temayüz etmesini takdir etmenin yanısıra, neden refaha ulaşamadığını birlikte düşünmemiz gerekmektedir. Halbuki milli tavırları olan ülkeler veya ulusal ve uluslar arası sorunlarda ana mutabakatı sağlamış görünen ülkeler daha da kolay ve zorlanmadan refaha ve müreffeh bir topluma ulaşmaları gerektiği halde aksi bir görüntünün bizleri İran milletinin “İslam’a dar bakış” adresine götürdüğünü görmekteyiz.
Dilencilerimizin refaha ulaştığı ama bizleri dilenci konumuna düşürdükleri bir Dünyada yaşıyoruz.
Türkiye dahil hiçbir İslam ülkesinde kentlerde modern bir kanalizasyon aktarma sistemi yoktur.
Telefon, telgraf, internet, elektrik, su, sıvı ve katı dışkı tahliye ve koruma sistemlerinin yer altına alındığı
bir sistem yoktur. Bağdad, medeniyete ışık olmuş bir kent ama bir tane çöp tenekesi yoktur.
Jakarta nasıldır? Hiçbir farkı yoktur. Şimdi soruyorum; İngilizlerin, Hollandalıların, Japonların böyle bir derdi var mıdır? Arkadaş gel bak senin ülkende alt yapı yok, bunu birlikte yapalım. Bizim onlardan böyle bir şey bekleme hakkımız var mı? Asla yok. Onların sadece bir derdi vardır: Ucuz, neredeyse bedavata çalıştıracakları sessiz yığınların şirketlerinde köle gibi çalışacak kadar iradeye sahip yığınları kullanmaktır. Soruyu onlar değil biz soracağız. Cevabı da biz vereceğiz.
Ülkeleri adına araştırma yapan bütün öğretim görevlilerinin hepsi ülkeleri adına tespit ettikleri kırılma noktaları için harıl harıl çalışmaktadırlar.
İhtiyacımız olan nedir? Spor için sponsorluk yasasını vaveyla ile çıkardık ama bir tane bilim adamımız ortaya çıkıp da ‘bilim ve araştırma sponsorluk yasası’ ‘aile, üniversite, iş dünyası’ üçgenine kan sunacaktır dememiş ve bunun mücadelesini vermemiştir.
Halkına 2010 yılında ücretsiz internet hizmeti sunmayı zorunlu bir devlet hizmeti olarak gören Finlandiya’nın ‘camus bacaklı sporculara mı yoksa sizi sıtma hastalığından kurtaracak doktorlara mı ihtiyacınız var’ sorusunu soran Snelman gibi liderlerin yol göstericiliğinde bu noktaya geldiğini öğrendiğimizde 17 yaşlarındaydım.
Şimdi şöyle bir soru soralım: 1860 lı yıllarda Ahmet Cevdet Paşa Avrupa’dan medeni hukuk tercümesi söz konusu edildiğinde “padişahım bu ağrıma gidiyor elin gavurunun yasaları ile idare edilmeyi kabullenemiyorum” deyince padişah öyleyse sen bir komisyon kur bir hukuk metni hazırla dedi. “Mecellei Ahkamı Adliye” böylece ortaya çıktı. Peki şu anda Türkiye’de Mecelle hakkında yapılmış ciddi bir doktora ve araştırma çalışma var mı? Yoktur. Neden yoktur diye hukuk doçenti Adnan Küçük beye sorduğumuzda “Osmanlıca bilen yoktur” dedi. Şimdi bizi araştıranlara değil de “biz niye kendimizi araştırmıyoruz?” diyenlere değer vermemizin zamanı gelmiştir.
Yoksa bizi sömüren dilencilerin ve asalakların kökünü kurutmamız mümkün değildir, vesselam. Hem de onlar kendilerini bize efendi diye yutturarak bir taşla iki kuş vuracaklardır.
(1) Müsteşrik Avrupa, Amerikalı olup da İslam ve Doğu Dünyasını araştıran bilim adamı, orientalsit
1.Aralık.2010, Çarşamba, 10.05,Ataşehir