Kafa mı değişecek? Kâbe mi değişecek? Bu soruları sorduğumda 2018 Ramazan Umresi nedeniyle bulunduğum Kâbe’de tavaf ediyordum.
Mübarek mekânın etrafında dönerken eğer başımı kaldırıp da tepemde bir uzun direk gibi dikilmiş ve içinde 7 ultra otelin bulunduğu ucubeye gözüm çarpmazsa muhteşem bir “döngü” ve dikdörtgen” hesaplaşmasına kendimi kaptırdım.
Döngü; yani Haceri Esvet köşesinden başlayıp aynı köşeye gelene kadar gerçekleşen ve 7 adet olması gereken şavt dizisi; ruhumda “her yere ve zamana uyum sağla, yuvarlak tebeşir gibi yuvarlan, dön dur, her şeyi yazabilirsin, her zamana uyabilirsin” diyordu. Değişim ve dönüşümü, başkalaşım ve uyuşumu anlatıyordu. Çünkü zaman değişiyor, cemiyetler de gelişiyordu. Düşündükçe ruhumfa fırtınalar kopacağını hissediyordum.
Tavaf aklıma hitap eden bir hareket ve devinimdi.
Diğer taraftan dört köşeli dikdörtgenimsi Kâbe ise bir uyarı veriyordu:”Sakın ha, değişiyorum diye aslını inkâr etme. Aslından kopma. Bu dünyada hiç değişmeyen şeyler de var. Onları düşün. Çünkü ben Kâbe’yim ve yuvarlanmıyorum. Hep aynı arzda hep aynı yerde sabitim. Eğer beni seviyor ve sayıyorsan sen de hiç değişmeyeni bul ha!” diyordu bana. Kalbime hitap eden bir Hazreti İbrahim yadigarı mescitti.
Kâbe ile tavaf (döngü) felsefesini böyle algıladım ve idrak ettim. Birisi; daire şekli çiziyordu diğeri de dikdörtgen ve köşeli bir şekil çiziyordu.
O zaman mübarek mekana dokunmak için kendini yırtanlara üşüşüp etrafına kabalaşanlara ne demeliydi?
Bir taraftan da aşağıdaki duygulara kapıldım. Kabeyi alt kattan ve yakından tavaf etmeyi müslümana bir saygının gereği addediyorum. Kaldıki yakından yaşamak ve görmek onbinlerce kilometreden gelip de ona uzanamamak insana saygısızlık ortamını üretenlerin sorumluluğudur.
Ama biz şunu öğrendik tavafta:her taşı Haceri Esved bil, her zamanı tavaf ve şavt vakti hisset, her yer de her gördüğün Hazreti Muhammet olsun,Tanrı da sana şah damarında yakın zaten. Ha Kâbe’de ha ücra bir dünya köşesinde farketmiyor manevi olarak. Kısaca her gece Kadir, her gördüğün İsa diye buyuran atalar sözümüz gibi düşündük. Sorunu böyle çözdük.
Ama idareci makamına oturup da sorumluluk alalım diye bir dünyevi fikir yürütünce işler değişiyor:
İnşaat furyası müslüman bedenleri Kâbe’ye 100 -500 metre kadar yaklaştıracak bedenleri ise geldikleri binlerce kilometreden daha da uzaklara atacaktı. Şimdiden öyle oldu bile.
Kâbe’ye bilmediniz 150 metre uzkataki Ecyad faciasındna sonra üzerine dikilmiş 7 otelli burçların zemin katları hem alış veriş hem de ibadet mekanı işlevini bir arada görüyor. Müslümanın bedeni Kâbe’ye bu kadar yakınken ruhu kutuplar kadar uzaklara itiliyor, Mücevherciler, dondurmacılar, giysi ve hediye satıcıları ile dolu alış veriş zemininde muhteşem bir “ticaret-ibadet” çelişkisi bir arada yaşanmaktadır.
“İslâm dinini tacirler kurdu tacirler işletiyor” diyen Tosihiko Izutsu’yu hatırladım, mübarek mekânda tavaf yaparken.
İhlâs kavramının ekvator kuşağı müslümanı ile dönence kuşağı müslümanı arasında çok farklı semantik alanlara kaydığını da hatırladım tavafta. Hakeza değil yağmur, bir damla suyun bile altına dönüştüğü bu topraklarda Güneydoğu Asya müslümanının yağmura musibet demesini de hatırladım. Ardından İslâm dinine girmek isteyenlere “akıl” ölçütü yok ise girmelerine izin verilmediğini hatırladım. Caminin içinde anlaşamayanların caminin dışında nasıl anlaşacaklarını düşünüp durdum mübarek mekânda. Hazreti Muhammet’ten şefaat diledim.