Kalabalık; Kâbe’nin duvarlarına elini sürmek isterken görevliler de adeta insan seli karşısında acziyetle onları itmeye çalışıyor, insanlar ister istemez birbirine eziyet ediyorlardı.
Hanımlar, beyler bir arada tavaf etmesi bir medeniyet ölçüsüydü ama adabı muaşerete aykırı bir hanım-bey birlikteliği içinde düşündüm durdum. Gözlemledimki hanımlar beylerden daha ihlâslı ve daha samimi. Öyle bir mekânki orada cinsiyet ayrımı kalkıyor ruhlar adeta bütünleşiyordu. Farklı bir düşünceye kendini kaptıranları duyduğumda ise mutlaka bir pisikiyatri tedavisi görmeleri gerektiğine kani oldum. Mekân öylesine asildiki asıl amacından sapmak olağanüstü bir şey olmalıydı.
İnsanı cezbediyor, vecd ve istiğrak içinde alıp götürüyordu. Dünyanın her yerinden gelen müslüman hanımlar o mekânda adeta melekleşiyor ve bedenlerinden sıyrılıyorlardı.
Her yaptığım tavafta bir fikre yoğunlaşıp, bir duaya odaklaşıp o niyetle döndüm durdum. İslâm dünyasında hiç mi hiç olmayan annelerimiz, sevgililerimiz, eşlerimiz, kızlarımız , gelinlerimiz olan hatunların, o mekanda “dişi” olmadıklarını gördüm. Ama o mekân dışında her yerde, her zaman “dişi” olarak algılanan bir dünyadan geliyorlardı.
Ne yaman bir çelişkiydi. Kâbe’de keşfettiğimiz hanımları Kâbe dışında kaybediyorduk.
Kâbe bize yol gösteriyordu. Bir mübarek mekânın asli hali (restitute) ne ise ilk anda hissettiğin ile son anda hissettiğin aynısı olmalıdır. Mübarek mekândan bunu öğrendim. Kâbe sevgisi olduğu müddetçe bu sorunu içimizi arındırarak çözmemiz gerekiyor. ;
İnsanlık da fakirliğe doğru değil zenginliğe doğru ilerlediğine göre deve, buharlı gemiler, tren, otobüs ve rdından gelen uçaklar Kâbenin şeklini değiştirecek bir ufuk verdi müslümanlara.
Mübarek mekânın şeklini değil de kafalarını değiştirecek ufuk verseydi daha hayırlı olurdu diyoruz. Neden? Çünkü müslümanlar fakirleşmeyecek. Zenginleşecek. Kâbe ziyaretçileri de giderek artacak.Çünkü arkeolojik çağlardan beri bu dünyada değişmeyen bir kural var: İnsanlık hep zenginlik ve refaha doğru hareket halinde olmuştur. Müslümanlar da bu kuralın dışında kalamaz. Bakınız büyük göç hareketlerine; herkes zengin toplumlara doğru göç etmiştir. Tarihte de böyle olmuştur. Şimdi de böyle olmaktadır. Gelecekte de böyle olacaktır.
O zaman soruyu şöyle sormamız gerekmez miydi? Kafada neyi değiştirmemiz gerekiyordu? Hac müddetini uzatmak, bir çözüm olabilir Mekke’nin 15 tarihi mahallesinden 13 tanesini yıkan zihniyeti yaşatmazdık. Mübarek Kâbe odasının dairesini farzedelim100 daire halkası yapıp 100 halkayı mühendislere hesaplatarak kaç dakikada kaç kişi döner hesabını yaparak 24 saatte kaç insanın şavt ve tavaf yapabileceği hesabını asgari –azami rakamlandırıp tavaf müddetini değiştirme ve uzatma yolunu tercih etmeleri mantıksız mı olurdu?
Kafayı değiştirselerdi Kâbe ve çevresi ile oynamaları gerekmeyecekti.
Böyle olsaydı daha az zarar ve daha az yıkımla orijinaliteyi (restitute) muhafaza etmek mümkün olacaktı.
Gelelimbu işin fıkıh yönüne. Siz bakmayın ulamaya. Padişahın nasıl katledileceğine harıl harıl kafa yormuş ama nasıl yaşatılacağına kafa yormamış bir ulama nesli var karşımızda. Onlar bu işe bir çıkış yolu bulurdu emin olunuz.
Kaldı ki Hazreti Muhammed’in sünnetinde benzeri, kıyaslanabilecek uygulamalar, vardır. Örneğin Mekke’de büyük abdesten sonra taharet için taş, yaprak kullanırken Medine Kuba’ya geldiğinde suyu görünce hemen suya çevirmesi gibi. Hamile iken mübaşereti (cinsel ilişki) yasaklamış ama Romalı ve İranlıların ise bu işi yaptıklarını ve bir zararı olmadığını öğrenince serbest bırakmıştı. Örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Yine istihsan kuralı fıkıh ilmi açısında bir çıkış yolu olabilirdi: İstisna yoluyla istihsan. Hükmün tahsisi yani hukukun özgünleştirilmesi de denen bu ilke; karşılaşılan hukukî bir soruna veya vakaya çözüm getirilirken o olayın benzerlerine uygulana gelen genel kuralın veya o olayı kapsayan genel bir delilin gereğinin dışına çıkılması durumudur. Bir zaruret sonucudur. Böylece çözülmesi gereken vakanın doğasına münasip düşen ve istisnaî nitelikte zaruret sebebiyle istihsan söz konusudur. Maslahat yani umumun menfaati gereği; zaruri durumla sıkı ilişkilidir.
Böyle giderse Kâbe’ye bir üçüncü kat daha ilâve edilecek, gelecekte Kâbeyi bırakın tavaf etmeyi uzaktan görmek bile hac ve umre yerine geçecek.
Kâbe’ninkarşısında 7 otel barındıran kulelerin bilmem kaçıncı katıyla aynı hizadaki otel odalarında konaklayanlar ellerinde kameralarla çekimyaptığını seyrederek tavaf edeceğiz, ibadet edeceğiz. Kuleler sanki tepemize dikilmiş gibi duracak; tavaf katları yukarı çıktıkça o kulelere yaklaşacağımızı hissediyorum.
Neyi değiştireceğimize karar veremiyoruz. Çünkü ulama dokunulamaz ve layüseldür de ondan.İslâm dünyasından hilafet makamının olmaması kadar;zihniyetin yetersizliği de ortadadır. Olsaydı da İran taassubu ve müslümanların birbiriyle didişmesi buna engel olacaktır. Ancak bir hükümet iradesi; bugünkü Suudi iradesi bu ufku görememiştir. Ana istikameti çizecek iradesi vardır. Şeriat maliyesini hileyi şeriye ile Batı Bankacılığına uyduranlar da bunlardır.
Şeriat maliyesini uydurup İslâmı kalbinden yaralayan ve de müslümanların insanca ibadet yapmalarına engel olanlar 12 asır öncesinin ilmihal kurallarına sıkı sıkıya yapışıyorlar.
Osmanlının da göremediği bir olgudur bu. Bugün bile düşünülemiyor. İleride oldu bittiye getirileceğine kesin gözüyle bakıyoruz.
Evet Kâbeyi ziyaret zamanını mı uzatacağız yoksa Kâbe’ye bir üçüncü, dördüncü kat ucubesini mi inşa edeceğiz? Gelecekteki sorun şimdiden tecelli etmektedir. İşin garibi fikrimizin uluslararası sermaye tarafından da benimseneceğini, otelcilerin bayram edeceğini düşündüğüm zaman moralim daha da bozuluyor. Ya da tam aslını muhafaza edelim; Kâbe hac mevsimini de muhafaza edelim ama Kâbe ve çeveresindeki azami halka sayısı kadar müslüman sayısından fazlası Mekke’de konaklamayacak şekilde sistemi kuralım. Bu aşamada bu da mümkün değildir.
Evet Kâbe’yi tavaf ederken aklım ile kalbim çatışıyordu. Aklım soru soruyor, kalbim ise kan ağlıyordu kimi zaman. Bol bol dua ettim anama ve Osmanlı atalarıma. Kafa değişecek ama Kâbe değişmeyecekti. Garip gelen İslâm, garip gidecekti.