Kendisiyle ilgili gerçeklerle yüzleşmeye hazır olanlar; dünya ile ilgili gerçekleri öğrenmeye de hazır olduğuna göre önce lisan ve lisan hafızamızı hakikat ve mutlak hakikat iddiamıza yaklaştırmak zorundayız.
Hem sözümona evrensel İslâm (ümmet) arada sırada dile getirildiği hem de birbirlerini boğazladıkları bir İslâm dünyası ortamında; yeni bir din zihniyetinin akıl yolunda inşa edilmesi gereği ortadadır. Zihniyet ve lisan mantalitesi; “lisan hafızası istiab haddi” ile ufuklandırıldığından lisanlara bakmanın zarureti ortadadır. Asli lisanı Arapça olan mübarek kitaba nasıl bakılması gerektiği esasında lisanların nasıl bir ufka sahip olduğuyla alakalıdır. “Ataerkil” Arapça’da “cinsiyet ayrımı” sözcüklerin her yerini kuşatmışken “anaerkil” Güneydoğu Asya’da “sitatülendirilmiş” (1) sözcüklerin birbiriyle uyumu elbette çok zordur. Budizm dinsel terminolojisi ile (2) dopdolu Japonca’nın Kuran Arapçası ile uyumu gerçekten çok zordur. Amacımız kafaları karıştırmak değil berraklaştırmak ve yumuşak ve kırılmayan bir akılcı tavır geliştirerek mülayim din adamı beklentimizi dile getirmektir. “Bir elinde kılıç, bir elinde Kuran” olan İslam ulaması ile “ağzında sevgi, yüreğinde kin olan” Hiristiyan ulaması esasında bir olumsuz çizgide mutabakatı sağlıyor bile. Yaşama ve insana bakış öylesine farklıdırki İslâm münevverlerinin din, akıl, namus (ırz, nesil) , can (yaşam), mal (mülkiyet) dedikleri (zaruratı hamse, zarurat-ı diniyye) dinin vazgeçilmez temel değerleri hususunda bile bir asgari müşterek ortamı sağlanamamış ortamda ve de ardından gelen ve fıkıh ile taçlandırılan“efali mükellefin” kavramlarının uğradığı aşınma ve kavgalar her dini ortamda hemen zuhur etmekte ve küfürleşmeye gidilmektedir. Birinci aşama ne kadar evrensel ise ikinci aşama da o kadar yerel ve ilkel İslâm zihniyetini yansıtan zekâ gelişmesini ve işlemesini durduran tavra öncülük etmektedir.
Kendi kendime soruyorum bir Japon Toshihiko Izutsu’nun talimettiği Arapça ile, bir Mısırlı Muhammet Abduh’un talim ettiği Arapça acaba anladıkları aynı şeylere mi işaret etmiştir? Elbette Arapça talim edilecek. Ama hangi zihniyetle ve hangi lisan hafızası ve hacmi ile bakıldığı müşahede edilmelidir. Önce insanı anlamamız ve “katı legalist“ İslâm zihniyetini terketmemiz gerektiği hemen her şeyde meşruiyet arama ve her şeyi matematiksel ölçüm kavramlarının sınırları içine çekip oturtma hastalığı Ortadoğu ve Güneydoğu Asya müslümanının ekvator kuşağı bakışını zedelemekte, dönenceden gelen ve gayri müslim İslâm araştırmacısının da bilerek veya bilmeyerek İslâmi kavramları tam yerine oturtmakta zorlandığı görülmektedir.
Hazreti Muhammet 571-632 arasında gelip geçtiği bu dünyaya farzedelim ki 16-21. asrın herhangi bir periyodunda gelseydi acaba elimizde böyle bir Kuranı Kerim mi olurdu diyemiyen İslâm dünyası “her şeyde aradığı meşruiyeti” ulamanın ufuk çerçevesi içine sıkıştırınca “zor din” ve “sorunlu İslâm coğrafyası” önümüze gelip oturuyor. “Bundan sonra ne peygamber gelecek ne de bir başka Kuanı Kerim” ilkemizi hareket noktası yaparak aşağıladığımız ama gayri müslim İslâm araştırmacıları kullanınca yücelttiğimiz “akıl nimetine” olan ihtiyacımızı apaşikâr görmek için kaç asır daha bekleyeceğiz?
Kuranı Kerimi Arapça’dan bir başka lisana tercüme etmek; yeryüzünde aslı muhafaza edilen tek kutsal kitap olarak bir ayrıcalık ve üstünlük olmalıdır. Bu üstünlük avantajı maalesef yarı yolda kaybolmakta dezavantaja dönüşmektedir. Bu fikrimizi savunmak için Arapça, Türkçe, Japonca ve Endonezce ile haşır neşir olduğumuzdan ayeti kerimelerin sözcüklerine dört lisan üzerinden bakarak insan beynini kurcalayacağız. Amacımız ve nihai hedefimiz esasında müslümanların ve müslümanlığın dünyada neden hak ettiği yerde olmadığına da bir neşter vuracak fikirlere öncülük etmesi beklentimizdir. Özetle biz Kuranı Kerim’e evrensel ölçekte nasıl bakacağımızı insana nasıl bakacağımız sorunuyla eşleştirmek noktasındayız. Biz Kuranı Kerim’in başka lisanlara tercüme edilirken o toplumların bir daha İslâma sıcak bakmaması ve soğuması için “bilerek veya bilmeyerek” sıradan insanlara ulaşmanın engellendiği kanaatindeyiz. Bugünkü Japonca tercümesini okuyan bir Japon İslâm dinine ilgi duymaz, aksine soğur da.
Her yerde her şeyde mutlak meşruiyet arayan ama temel ve tartışmasız değerlerde bile
iflas eden bir İslâm dünyası en büyük zulmü yeryüzünün aslını muhafaza eden tek ve biricik dinine yapıyor
Kısacası ömrümüzün 30 senesini Japonca ve Endonezceye ayırdığımız deneyimden kazandığımız görüşlerdir.
(1) Syf.73: Cliffort Geertz, Gerçeğin Ardından
(2) Bukkyou Senmon Yoogo, 仏教専門用語