Dünyaya açıldığımızı zannediyoruz. Rahmetli Özal’ın 1985 lerden sonra başlattığı ihracat günlerinde Rahmetli Sabancı’nın Özal’ın katledilmesinin ardından verdiği beyanatı unutamıyorum: “Biz dolar, mark nedir bilmezdik. Onun sayesinde öğrendik.” Şimdi ise kıyıda köşedeki şirketler bile ihracatı düşünüyor. Bu olumlu bir gelişmedir. Ancak bizim daha fazlasına ihtiyacımız vardır. Çünkü Dünyaya açıldığımızı zannediyoruz. Eksiklerimiz vardır. Görmemiz gereken, mutlaka da düzeltmemiz gereken eksiklerimiz vardır. “Ulusal bir tavrımız yoktur” Eksiklerimiz nelerdir?
1. Gideceğimiz ülkeleri benimsememiz gerekmektedir.
Burada benimsemekten kastımız şudur: O ülkenin kültürü, yaşam biçimi bizim için reddedilecek unsurları içerse de o ülkede nasıl didinip duracağımızı, kalıcı olacağımızı düşünüp sabretmemiz gerekmektedir. Sabrı sonu selâmettir, çünkü. Ermeniler neden “Endonezya’da 5 bin gibi hiç de küçümsenmeyecek bir rakama 19. yüzyıl sonunda ulaşmalarına rağmen neden sayıları onlarla ifade edilen yok olmakta olan azınlığa dönüştüler?” sorusunu sorduktan sonra vereceğimiz cevap bize bu ülkede Türk ve müslüman kimliğiyle neler yapmamız gerektiğini ayrıca nelerden sakınmamız gerektiğini gösteren ibret verici örnektir.
2. Afrika’nın tepeleri ile Endonezya’nın su ve fosseptik sorunu olan yerleşim yerlerinde ekvator sıcağı ile Paris’in Şanzelizesi arasındaki bereket farkını düşünen ve kabul eden yürekli ruhlara ihtiyaç vardır. Kısacası masabaşı iş değil de alanda mücadele edip oralarda bir yerde ölüp gömülmeyi kabul edecek Tarık Bin Ziyat misali alplerenlere ihtiyaç vardır. Çünkü mücadele son bağımsız Türk ülkesi içindir. Buna da değer.
3. Ülke tarafından yurt dışında çalışanlara yönelik teşvik ve destekler verilmelidir. Sağlık, banka hizmetleri gibi her zaman ekmek-su misali acil hizmetlerin görüldüğü bir alt yapı hazırlanmalıdır. Biz eğer yurt dışında nefes alıp yaşarsak ama ana vatana hizmet edersek bu Dünya’da var olacağız. Bunu artık görmeliyiz.
Banka ve sağlık urt dışı için iki vazgeçilmez koşuldur. Bu konuda hükümetin de öncülük etmesi gereken bir yapılanmaya ihtiyaç vardır. Örneğin Endonezya Cakarta’da bir Ziraat Bankası Şubesi ve Sağlık Kurumu ülkede kalan ve kalacak Türkler için bir garanti olacaktır. Satırların sahibi ve 3 yaşındaki oğlu “su” nedeniyle hastalanıp bu ülkeyi terketmek zorunda kalmıştır. (2014 Şubat)
4. Mutlaka yaptığımız işe diğer Avrupalı sömürgen ülkelerden farklı bir imza atmalıyız. Asgari ücret 50-100 dolar deyip maraba çalıştırmak yerine “insan” görüp önce “lojman” sorununu halletmemiz durumunda o ülkelerde Dünya durdukça var olacağız.
Örneğin Endonezya. Ulaşım ve lojman sorununa bir defaya mahsıs ana vatandan gelecek destek ile “sabit yatırım” aşamasındaki teşvikler Türkiye’nin Endonezya’da tutunmasına neden olur. Tarihi örnek önümüzde: Neden 20 gemi 600 elemanla Açe’ye giden atalarımız orada tutunamadılar? Karşılarında 5 bin gemi vardı. İngiliz, Felemenk vesaire bir sürü sökedüş vardır. Aynı hatayı bir defa daha yapmayalım.
Bu ülkede 500 sene sonra da bir Türk lobisi olacak şekilde doğru tercihi baştan yapmalıyız. Müslümanız ve Türküz. Bu iki sıfat bizi yarışa geriden başlamamıza rağmen öne geçiecek altın özelliklerdir. Önce “insan” sonra menfaat” dersek lidere yakışanı yapacağız. Bunun için de önce hükümet sonra bu işlere hevesli olanlar bir araya gelmeli milli ilkeleri tepit etmelidir. Türk standardı oluşturmalıdır. Yoksa imajımıza ciddi bir zarar veren ihanet hareketine de şans vermiş olacağız.
5. Asla ve asla insanları küçümsememeliyiz. Onları aşağılamamalı ve onlardan öğrenecek bir şeylerimiz olduğunu baştan kabul etmeliyiz. Bu nedenle de akademik çalışmalar çok öenmlidir.
Bir anekdot anlatayım. 2013 yılında Bogor Parung kasabasında yokuş yukarı çıkarak Gunung Kapur denen kaplıcaların olduğu yere doğru yürüyüş yaparken yokuş aşağı köy yolunda bir kadının yürüyerek geldiğini gördüm. Şaşırdım. Kadın 30 yaşlarında zayıf ve güzeldi. Yanında da oğlu olduğunu sandığım bir çocuk vardı.
Erkek çocuğu 6 yaşlarında falandı. Kadının elinde telefon, mini etekli, son derece modern makyajlıydı. Yol ıssızdı. Birden kafamda bir soru çaktı. Mısır ve pirinç tarlalarının arasında yukarı çıkarken gözlerim doldu. Aman Allah’ım şu kadın şu haliyle Trabzon veya Diyarbakır tepelerinde bir yerde olsa ne olurdu hali? Mert olalım, doğruyu itiraf edelim. Herhalde parçalarını birkaç gün sonra bir yerlerde bulurlardı.
Bu ülkede “kadın” vardı, demekki. Hürdü ve kişilik sahibi idi. Aranınca olumlu bir şeyler bulunuyor. Bunu demek istiyorum. Üstelik kadın demek insanın yarısı demektirki bu ülkemizde olmayan varlıktır. Bu hususta bizden daha asildiler.
Şunun için vurguluyorum: Biz bu ülkeleri özellikle İslâm ülkelerini tanımalıyız. Tanımak için de rajon üreten züppelere değil ki tarikatların çoğu bu yoldadır, gerçeği ve sadece gördüğü gerçeği yazan ve söyleyenlere ihtiyaç vardır. Bunun için de akademik çalışmalar için alt yapı hazırlanmalı ve teşvik edilmelidir. Bu o kadar da zor değildir. Bir ülkeyi tanımak demek onların yemeklerini yememek, onları küçümsemek demek değildir.
Neden Endonezya umut veriyor?
2010 yılından bu günlere kadar Endonezya üzerinde çalışıyoruz. Şu kanaate vardık:
Endonezya gelecekte ayağa kalkarsa tam kalkar ve Dünyanın en önde gelen ülkelerinden birisi olabilir. Bu imkân ve varlığa sahiptir. Neden?
Bir kere İslâm ülkelerinde olmayan veya İslâm ülkelerinde adı olıp da varlığı “dişi” olmaktan öteye geçmeyen “hanım” vardır. Bizim ülkemiz “lâik” tek İslâm ülkesi olmasına rağmen bu konuda çok geridedir. Anne adaylarına 4. ayda empat bulanan adı ile mevlit törenleri düzenlenmektedir. Ardından 7. ayda bir daha tujuh bulanan adıyla bir daha. Yetmedi ardından 40. Gün ve devamı. Hepsi kadını yücelten “bağdaştırmacı” İslâm uygulamalarıdır. Yine hanımlara yönelik pozitif ayrımcılık had safhadadır.
Buradaki çelişki adına “şeriat” dedikleri saçma sapana insanlık ve vicdan dışı uygulamalardır. Çelişkileri görmeli ve onları böylece kucaklamalıyız.
Akademisyenleri dinlemeli ve onları yetiştirmeli ama her zaman şunu da unutmamalıyız: “Alimin tasarladığı Dünya yok” der bir Japon atasözü.
6. Siyasi önyargılar ve adam kayırmayı terketmeliyiz. Tüm hükümetler bu hatayı işlemiştir.
Evet mücadele sürmektedir, sürecektir. Tren de hiçbir zaman geç kalkmaz. Sadece kalktığı zaman doğru istikamete gitmesi lâzımdır. Doğru istikamet, doğru tercih demektir.