Japonlar Türkler için kendisinden çok bahseden bir ulusal karakterleri var. (jibun ko koto o yooku yuu) diyorlar. Haklıdırlar ve doğru gözlemleri var.
Ama bunu bir gözlem sonucu olumlu mu yoksa olumsuz mu diyorlar yerine göre değişiyor sanırım. Japonlar kolay kolay watashi yani ben demezler. Yerine jibun derler. Sözlük anlamı “ben kendim” demek olan ifade bir yaşam felsefesi özetidir: Özünde anlamı da seninle paylaşmak istediğimben demektir. Ji, 自ら mizkukara ben kendim. Bun, wakaru 分かる paylaşmak hecelerinden türetilmiştir. Kendinden bahsetmek onlara göre bir zayıflık alametidir de ondan.
1990 yılında Ono Torao adlı Japonca hocamdan Sapporo kentinde öğrendiğim jibun ifadesinin arka yüzüdür.
Ben de bugün size kendi yaşamımdan bahsederek “paylaşmak istediğim ben” anlamında sizlere neden Endonezya hastası oldum anlamında bir yazı yazacağım:
İnsan başka milletlerde kendi gerçek yüzünü ve eksiklerini asaletini daha rahat görüyor.
Sapına kadar lâik Japonlardan 22 senede öğrenemediğim lâikliğin ülkemiz için nefes borusu kadar olan ehemmiyetini sapına kadar ilmihal müslümanı Endonezlerden 20 günde öğrendim.
1990 da Cakarta büyükelçisinin ifadesiyle burada mı hidayete erdin dediği elçilikteki 23 Nisan resepsiyonundaki sorunun cevabı olan “evet burada hidayete erdim” cümlesinin arka yüzünü böylece daha iyi görebiliriz.
Neyse 25 sene kadar süren Japonya hastalığının ardımdan Türk olan birinci eşimden boşandıktan sonra Endonez Minangkabau kavminden müslüman bir hanımla evlendim. Bu sefer de Endonezya hastalığına yakalandım. Keşke daha önce yakalansaydım diyorum. Bu hastalık daha ziyade istemek iradesiyle ilgili değil. Mecburiyetten kaynaklanıyor. 54 yaşından sonra melez çocuğa baba olunca mecburi istikamete girdik. Ama isterimki yaşadığımı ülkemin insanıyla paylaşayım bencilce bana ait kalmasın.
Bir kere uluslararası alanda bir insanın kendisini ve milletini daha iyi ve kolay yargılaması için kendine ait bir kültür numunesi görmesi gerekiyormuş.
Bu kadar basittir.
Neden böyle düşünüyorum?
758 tane dinin resmen faaliyet gösterdiği 1990 larda tespit edilen Japonya’da din kavramına ve İslâm kavramına bakışım biraz değişmişti. Lâikliğin kavramını aşağı yukarı anlamıştım. Ama ülkemdeki lâiklik uygulamasına karşıydım.
2011 yılında Endonezya’ya gittiğimde bu ülkede İslâm dini dışında 5 dini hükümeetin tanıdığını ve Japon Şinto dininin yasak olduğunu öğrendim. Bu ülkede kanımca 2 din vardı, Trabzonlu temel mantığı ile; “Birisi İslâm diğeri de musiki” idi.
Birisi klasik dindi diğeri de adeta din işlevi gören bir olguydu.
Bazen Japonlar bana soruyorlardı. Türkiye’de kaç din var? Ben de şöyle cevap veriyordum. Yüzde 99 Türk ve müslüman yüzde yüz Türk ve futbol dinine inanır diyordum.
Japon mantığına uyan bir cevaptı. Japonlar elleri arasına almadığı hiçbir şeye mantıklı bakamıyordu. Ama Türklerin mantığına göre de. Bizim için din
Beni Endonezya hastası yapan Endonezlerin din tutkusudur.
Endonezlerin İslâm kültürüdür.
Endonezlerin musiki ufkudur.
Endonezlerin zengin bitkisel örtüsüne dayanan dinle karışık tedavi yöntemleridir.