20 yıla yakın bir Japon arkadaşımla ilişkim olduktan sonra bana şöyle demişti: Senin ülkeni anladım, çözdüm. “Boğaziçi Üniversitesitesi’nde hocalar başka iş yapmıyorlar. Tercüme ediyorlar İngilizce’den hepsi bu.” Biz hocalarımızn yeteneksiz olduğuna hiçbir zaman inanmadık. Oksford, Harvard, Leyden, Tokyo, Münih üniversitelerinde hocalar ne kadar yetenekli ise bizim hocalarımız da o kadar yeteneklidir. Belki de onlardan da yeteneklidirler.
Sorun yetenek ve marifetin bulunup bulunmamasından daha ziyade yaşam tarzı, yaşam felsefesi, insana güvenip güvenmeme, örgütlenme biçimi gibi noktalarda klitleniyor. Yurt dışında tanıdığım hiçbir Türk bulunduğu eğitim kurumunda başarısız olmadı. Başarılı oldu hem de üstün derece ile. Satırların sahibi canlı örnektir.
1961-1981 arasında uygulanan 1961 Anayasası ile Türkiye’de tam akademik hürriyet uygulandı. Üniversitelerde siyasi ve ideolojik kamplaşma sonucunda eleman temini de profesör ve doçentlerin eline bırakılınca sonuç ortaya çıktı: “Bizden mi? Değil mi? “ İşte bu kıstas sağ-sol kavgasının sürüp gittiği ortamda yeşerdi. Şimdi de durum farklı değildir.
Bir sürü sınavın sonunda “mülakat” denen ucube var. “Güvensizlik” “Allah’a iman” etmekle eş anlamlı adeta.
Hal böyle olunca da bilim adamı değil, yandaş adam, partidaş, ülküdaş, davadaş adam üretiliyor.
Satırların sahibine Japon Milli Eğitim Bakanlığı 1997 yılında bir mektup gönderdi. Aşğıdaki işlemleri tamamla 350 bin yen yaklaşık 3500 dolar ile ülkede istediğin üniversitede doktora çalışmanı yap, diye. Günlerce düşündüm. Sekiz milyon Tanrıya inanan ülkemden 11 bin kilometre uzakta tanımadığım bir adam bana yazı gönderiyor. Benim ne yediğim, ne inandığım, ne de yaşadığım hiçbir şey bu insanla benzeşmez. Sadece yazdığım bir kitabı Japon Milli Kütüphanesine ve Milli Eğitim Bakanlığna göndermiştim. Hepsi budur. Kaldıki o kitabı Türkiye’de basacak bir kurum bile bulamamıştım. Kendi paramla basmıştım. Sorun nedir diye tekrar sormak gerekiyor?
Şöyle bir düşünelim: Akademik başarı ve telif düşünce, telif eser, özgün tasarımlar kısacası en çok muhtaç olduğumuz şey ”katma değer üretimi” için neye ihtiyacımız var?
1.Para 2. Eleman 3. Örgüt. Amacımız eğer ülkemiz ise, amacımız eğer Türkiye’ye katkı yapmak ise İngilizce üzerinden tercüme eserlerle kendimizi avutmayacak isek üçünü bir araya getirmek zorundayız. Kaldıki İngilizceyi artık millet nette koşarken öğreniyor. İki ay da gider İngiltere’de çalışır bakkalda, markette, metroda gezerken günlük yaşamı çözer gelir. Konuyu basitleştirmek için böyle yazıyoruz, ciddiye almamak için değil.
Bu da o kadar zor birşey değildir. Biz inatçı, çalışkan ve kaderci, sabırlı ve merhametli bir milletiz. Müslüman milletlerin çoğu düşünmeye ve insana karşı bir din zihniyeti geliştirmesine rağmen bizde akıl ve insaf tarafı gelişmiş bir ulusal karakter var. Bu bizi ayakta tutabilir.
Yukarıdaki üç ögeyi “adam kayırma” “siyaset önyargısı” nı kaldırıp gençlerimize adil bir ortamda imkanlar sunmadığımız müddetçe 100 sene sonra da televizyonlarımızda “Japon teknolojisi gelecek Türkiye uçacak” diye yazan ve anlatan aşağılık insanlara raslayacağız.
Yukarıdaki üç öge nasıl bir araya gelecek? Üniversite sınavlarımız şaibeden uzaktır. Bir ölçüt olabilir. Buradan alınacak kıstaslar geleceğin doktora ve bilim adamları için seçim alanı olabilir. Diyelimki üniversite sınavını ölçüt alarak aday bilim adamlarını seçtik. Ona göre mevzuatı hazırladık yasaları düzenledik. Herkes kabul ettiki adam kayırma yok.
Aday eleman 17-20 yaş gurubundan olduğuna göre ailesi yani anne ve babası ile birlikte parayı temin edecek kurum ile görüşme temin edilecektir. Parayı temin edecek kuruma gelince ne menfaati vardırki bu çocuğun 4-5 yıllık bir çalışmasına ayda 1000 dolar ve iki yılda bir kez uçak parası temin etme sorumluluğu üstlensin? Neden? Menfaati şu olacak; ürettiği ürün ile dünya pazarına çıkacak ve cirosunu iki üç misli gelecek yıllar için pilanlayacak. İşte o genç beyin de ona bu işi başarabileceği bilgileri 3-5 yıl içinde yazıp getirecek. Basit somut bir örnek verelim: İlaç üretilen ülkelerde ilaç nasıl üretiliyor? Böyle bir konuya yönlendireceğimiz genç çocuklarımızı daha eczacılık fakültesini kazandığı
andan itibaren bu konuya yönlendirdiğimizde ve sistemin üçüncü ayağı olan akademik kontrol ve örgütlenme kolundaki hocanın denetimini harekete geçireceğiz. Zaten o fakülteyi kazanan genç böylesi bir işi başarabilecek yetenek ve maharette olduğunu kanıtlamıştır.
EĞER ADAM OLACAKSAK ÖNCE MİLLET
ÖLÇEĞİNDE DEĞERLER DİZİSİ ÜRETMEK ZORUNDAYIZ
Burada sistemdeki üçüncü ayak kamu ve özel kurumlar olup en tepesinde de Dışişleri Bakanlığı ilgili birimi olmalıdır. Neden? Çünkü Dünyanın her yerinde ve esas mücadele alanındaki örgüttür de ondan. Japonca Türkiye üzerinde yazılan bir doktora tezinin aynısının tekrarlandığını görmedim. Japonların yazdığı akademik anlamda bir tane Japonca Türkçe sözlük vardır. Başka yoktur. Özel kişilerin çıkardıkları hariç. Onlar sisteme dahil olmayan bu ülkede de şirket vasıtasıyla bulunan ama boş vakitlerinde zamanı değerlendiren mühendis türü kişilerdir. Ama “İstanbulun Kenar Mahallerinde Hanım Kızlarda Bekaret Düşüncesi” konusundan tutunuz “Yörüklerin Yaşamı” konusuna varıncaya kadar yerinde bizzat yaşayarak doktorasını yapmış Japonları sanal ortamda gördüm. Kitaplarını satın aldım. Bazılarıyla bizzat tanıştım. Japonlar yetenekli diyenler kendilerine ve ülkelerine en büyük zulmü yapıyorlar. Japonlar sadece örgütleniyorlar. Hepsi bu kadar. 2009 yılı Şubat ayında Tokyo’nun yanlış hatırlamıyorsam 200 km. kuzeyinde Tsukuba kentinde üniversitede “İşitme Engelliler” üzerinde araştırma yapan şu anda ismini unuttuğum bir öğretim üyesi çalışmalarını anlatırkan beni sekreteryanın odasına götürmüş ve ülkede 400 bin civarındaki tüm işitme engellilerin kayıt kuyudatı ve iletişim bilgilerinin burada olduğunu buradan her türlü haberleşme ve etkinlikten haberdar olduklarını söylemişti. Konu ile ilgili herkes anında birbirinden haberdar olabiliyor. “Küçük ülke büyük aile” sözünün arka yüzündeki fotoğraftı bu.
Sistemin üçüncü aşında idari amir olarak Dışişleri görevlisi akademk amir olarak üniversite öğretim üyesi bulunacaktır. Kyo Toyoguchi adlı Japon profesör rektördü. Nagoya Desain Institut adlı kurumun rektörüydü. Hafta sonu golf sahasına gidip sipr yapıyordu. Golf Kulübünün yıllık üye gideri 1 milyon dolardı. Parayı kurum sponsoru ödüyordu. Hocayı 16 gün hanımıyla birlikte yarım Türkiye yaparak batı bölümünü gezdirmiştim. Tasarım mesleğinin geleceğin mesleği olduğunu söylüyordu. Hoca gibi değerli insanın ekonomik bir sorunu olmadığı gibi sistem de o da maaş +katma değer piriminden gelen gelir ile karar verici makamdaydı. Hepsi budur. Ülkemizde de binlerce Kyo Toyoguchi yeteneğinde gençler vardır. Emin olunuz vardır. Sorun ÖRGÜTLENMEK ve ülkece adil bir düzen kurmaktır. Pek bizde ne oluyor? Hükümet eğer tek başına iktidar ise partinin onayından geçen kişilere masa ve ünvan tesis ediliyor. Eğer koalisyon ise o zaman da iktidar partisi ortaklarına bölüştürülen üniversiteler parti yandaşlarına istihdam alanı oluyor. Olan budur. Mustafa Kemal Paşa’nın verdiği nüfus kağadı nerede kaldı?
Nerede vatandaş? Nerede yurttaş? Nerede eşitlik?
SORUN SİSTEM KURMAKTIR
Bizim düşüncemizde sakatlık var. Ne devlet (ülke) adamı halka güvenir. Ne de halk devlete. Bırakın devlet adamı-halk ilişkisini; bu işlere çok meraklı olan dini örgütlenmelere bakınız. Mübarekler o kadar iddialıki dünyamıza ve ahiretimize talipler ve de bize ölümsüzlük reçetesi sunuyorlar. Ama kendi aralarında birbirlerine hiç mi hiç güvenmiyorlar. Din işi yapanlar dünyanın her yerinde her dinde aynıdır. Hemen hemen hepsinin son çıkış kapısında tabeleda şunlar yazar: Hırsızlık, dolandırıcılık, dilencilik, kadın kız istismarı, cinsel istismar gibi “erdem”ler yazar.
Üçüncü ayak ülkenin resmi örgütünün kontrolünde ülkenin enerjisini denetleyen ve yönlendiren bir son merci olmalıdır. Bütün mesele ülkesel örgütlenmede yatıyor. Gerisi lafu güzaf. Lise ve üniversite sınavlarımız yüzümüzün akıdır, bunun üzerine giderek Türkiye markasını (Made of Turkey) dünya piyasasına sunabiliriz. Zor değildir. Adam kayırma ve önyargıyı terketmemiz şarttır. Almanya ve Japonya örneği bunu kanıtlamıştır.
Biz hala emekliyoruz. Moskoflara, Japonlara, Korelilere gelin nükleer enerji kuralım diyoruz. Önce adam kaldırmayı kaldıralım eşitlik ve rekabeti sisteme kuralım. Biz cefasını çekelim torunlarımız da sefasını sürsün. Kurduğu pazarlama sistemi ile bir gecede 510 metre kare arsa parasını bir sene içinde geri dönecek şekilde satın almış kalemin iddiasıdır.
Her şey birbirine benzer. Dünyanın en eski mesleği olan pazarlama veya bilim adamı yetiştirmek veya insan kazanmak, farketmez. Hiçbir şey beceremiyorsak diğer kalkınmış ülkeler; Almanya, Finlandiya, Japonya, İngiltere ne yapıyorsa onu yapalım. Hepsi bu kadar.