Mevlana’nın anıldığı şu günde Japonya üzerinden kendimize bakmak istedik.
Japon mantığı ve felsefesi her ortam ve koşula uyum sağlayan dini önyargısı olmayan, tabir caizse bukalemun gibi zihniyettir. Ama bunu kavramak için dikkatle düşünmek gerekir. Hayatının 25 senesini aktif bir şekilde Japonlarla düşmüş kalkmış bir 61 yaşındaki Türk olarak Japonları anlamadan öbür dünyaya gideceğimi de idrak ettim.
Uzak doğunun “en asil, en hain, en sorumluluk sahibi” bir milleti olan Japonlar hakkında Krizantem ve Kılıç adıyla (Kiku to Katana) Amerikalı insanbilimci Ruth Benedict İkinci Dünya Savaşı sonrasında yazdığı eseri bir yıl boyunca (1990 Mart-1991 Mart) Japonya’da, hemen her gün okudum. Yaşayarak idrak ettim.
Bu yazımda Japon ruhuna birazcık elimizi sokalım istedim.
Japon yazar ve gitarist Fukazawa Shichiro (深沢 七郎,1914-1987) Narayama Bushikoo
(楢山節考) adlı kısa roman. Roman ama bir halk söylencesine dayanıyor.
Batılı lisanlara The Ballad of Narayama; Narayama Ezgisi adıyla tercüme edildi. Narayama; Honshu adası kuzeybatı sahilinde Akita kentinin dağlık bir yöresidir.
Bushiko; mevsimlerin bitip diğerinin başladığı süreç ve iki şeyi birbirine bağlama anlamındadır. Sözlük anlamı “Narayama’da mevsimdönüşümünü düşünmek” olan romanı “Narayama Köyü Ezgisi” diye Türkçeye tercüme etmeyi uygun gördük. 1982 yapımlı filmi de olan bir romandır.
Eser 1956 da çıktığında önde gelen yazarlar ve eleştirmenleri şoka uğrattı, alkışlandı.Hak ettiği beğeniyi kazandı. Eseri 42 yaşında yazan Fukazawa bir halk söylencesine dayanan temayı işledi. Bir dağlık alanda yoksul köylülerin yaşam mücadelesi verdiği ortamda köy dayanışması ve ilkeleri ışığında Japon insanının yaşam düşüncesini de anlayabiliyoruz.
Gelenekler arasında köyün ortak hasat deposundan ürün çalanların çukur kazılıp taşlanarak öldürülmesi (recm) geleneğinden tutunuz “kadın” merkezli yaşam düşüncesinin standart Türk “namus” kavramına ters düşen zihniyetin yanısıra en çarpıcı ve etkileyici olanı ise
kendisine bakamayacak duruma gelen babalarını, annelerini sepete koyarak dağa götürüp fırtınalı vadiye bırakmalarıydı. Akbaba ve kartallara yiyecek oluyorlardı.
Kendisine yetecek kadar üretime katkıda bulunmayanın dağa ölüme giderek vadide kartallara ve akbabalara yemolarak bırakılması geleneği vardı köyde.
Bizim yaşam felsefemize ters düşen yönleri olmasına rağmen içinde “insan” bulunan “kendisine ait olana karşı son derece acımasız” bir dünya görüşüdür.
Japon insanı “haysiyetini taşımak” konusunda son derece derin ve “dünya- ahiret” kavramlarını bir araya getirdiğimizde sorumluluğu öte tarafa atmdan her şeyi ama herşeyi burada çözümleyen bir yaşam düşüncesi içinde hareket eder.
İki hafta kadar önce BBC Türkçe şöyle bir haber geçti: Kanser hastası Komatsu’nun eski yönetim kurulu başkanı Anzaki ‘hayata veda partisi’ gazete sütunlarına düştü. İş makineleri devi şirketin eski yönetim kurulu başkanı Anzaki’ye, ekim ayında safra kesesi kanseri teşhisi konulmuştu. Tedaviyi kabul etmedi. Satoru Anzaki, yakınlarına teşekkür etmek için büyük bir ‘veda partisi’ düzenledi. …Anzaki partiden sonra yaptığı açıklamada “Hayatım boyunca tanıştığım insanlara ‘Teşekkür ederim’ diyebildiğim için mutluyum.” dedi. Atmosferin ‘melankolik bir havaya bürünmemesi’ için, memleketi Tokuşima’dan bir dans grubuna gösteri de yaptırdı.
1956 tarihli roman ile Satoru Anzaki’nin 2017 Ekim tarihli hayata veda partisi birbirini tamamlıyor. Aralarında küçük bir fark var. Her ikisinde de ölümü yaklaşan kişi parti düzenliyor ama.
Bizim Narayama köyündeki parti “rahip efendilere” veriliyor. “dinsel bir veda töreni” tabir caizce Japon işi mevlit töreni düzenleniyordu köyde.
Sonra ardından töreni yaptıran yaşlı nine veya dedeyi sepete koyan oğlu; dağa fırtınalı vadiye götürüyordu.
Şimdi ise Japonya zenginleşti ve böyle bir tören yapılmadan otelde partiler düzenleniyor, yemekler veriliyor.
Japonlar ölümü ellerinin arasına alınca “ölüm insana gülümsüyor.” İçinde insan olan uygulamalar kendiliğinden geliyor.
Müslümanlar ise “ölüm öncesi canlısı” değil de “ölüm sonrası cesedi” zihniyeti egemen olduğundan “küfürleşme” ve “lanetleşme” üzerine kurulu bir yaşam üretiyorlar.
Ölümün gülen yüzü değil de ürküten yönü ağır basıyor. Mevlana gibi düşünürü hariç tutmak lazım: öleceği günü “düğün gecem “ şebi arus” diye ilân etmişti. Mevlana gibi Japonlar da ölümün gülen yüzünü arıyor.