Bir seviye kazanamamak ve bir düzen kuramamak millî karakterimiz olamaz.
Diyanette güncelleme ifadesi ile anlatılan bir ıslah ve yenileşme ihtiyacının resmi itiraf belgesidir diye düşünüyoruz.
İslâm bizim vatanımız, bayrağımız ve tüm değerler dizisini sıraladığımız ana sözleşmemizdir. Böyle görüyorsak bir seviye kazanmak ihtiyacı da ortadadır.
Yoksa “asansörde halvet” gibi felâketleri aradasırada duymaya devam edeceğiz.
Milli bir kimliğin din, lisan, iklimden kazandığı güven, kendine güven, birbirine güven duygusu ne derecede yüksek oranda olduğu, o milletin eziyet ve sıkıntılara gerek dahili gerekse harici olağanüstü durumlara dayanıklılığını belirleyecektir.
Dinden kazanılan birbirine güven duygusu o oranda da istismar edilen ve güvensizliği besleyen hassas ve kırılgan bir temel üzerine oturduğundan kiristalleşmiş bir toplum yapısı içinde seviyeyi düşürüyor. Din söz konusu olunca mezhep ve cemaat kırılması da birlikte geldiğinden daha baştan şu veya bu din değil de genel din zihniyeti son derecede ehemmiyet kazandığından kendi dinlerinden aldıkları yaşam felsefesi yetersiz kalmakta ve güvensizliği beslemektedir. İslâm ülkelerinin ana görüntüsü budur. Kâfir dedikleri milletlerin idarelerine güvenirler de neden kendi dinlerinden olan idarelere güvenmezler? Kendi dinlerinden olan idarelerde “güven” verecek bir uygulama yoktur da ondan Bir ğlke düşünün ki bir işyerinin sokak başında ve sonunda bile güvenlik kameraları ve korumalar var. Burası Pakistan’dır. Böyle bir ülkede hangi müslüman hangi müslümana ne kadar güvenebilir?
Din ne kadar önemliyse o kadar önemlidir denebilir ama din yetmemekte iklimden kazanılan karakter ve coğrafya gereken istikameti göstermektedir.
Birbirine güvenmeyen toplumlar hangi din inancından olursa olsun “millet” olmak ölçeğinde değerler dizisi ve sağlıklı bir toplum üretemiyorlar.
Yeryüzünün en dindar toplumları ven çok ibadet ritüeli gerçekleştiren toplumlar yeryüzünün birbirine en çok güvenmeyen ve en yoksul toplumlarıdır. Budist Tayland, Mıyanmar, İslâm Özbekistan, Tacikistan, Hiristiyan Filipin bu gözle bakıldığında rahatlıkla çözümlenir.
Din mi yetmemekte, ulusal karakter mi? Biz soruyu böyle soramıyoruz. Çünkü kazandığımız her evrensel olmaya aday değerler dizisi (paradigma) İslâm dini kaynaklıdır. Tamamı tabudur. Yargılamazlar. Temsilcileri de hakeza.
Tabiiki biz dinin esas ilkelerinin yaargılanması hiç önermiyoruz. Ama nasıl yapıldıkları çok önemlidir.
Bağımsızolmayan bir İslâmtopraklarında hacibadeti yapılamaz.
İşte bunu söylemek istiyoruz. Ama Endonez müslüman milletilerinin tek ve biricik önderi ulama ve eşraf 350 sene böyle düşünmedi. Kendilerin sömürenlerin kontrolünde hacca gitmeyi İslâm zihniyetine uygun gördü. Kaldıki Güneydoğu Asya adalarını sömüren İngiliz ve Felemenkler yaşları 12 yekadar inen kız çocuklarına bile dadanmış bir namus pazarı üretmişlerdi.
İhtiyacımız olan bir seviyesi İslâm zihniyetidir, vesselam. Bu İslâm dünyasının ciddi bir sorunudur.
Kısacası bizim akıl ile bağdaşmış veya bağdaştırılmış bir İslâm dini inancımız yoktur. Adına vahiy dediğimiz ve tabu ile ilmihalden ne anlıyorsak o kadar anladığımız bir din ufku ile gidebildiğimiz kadar gideceğiz. Özetle “Allah’ın peygambere vahyi” zırhını eline geçiren otomatik olarak dokunulamaz ve layüsel olduğu bir dünyadır, İslâm dünyası. Osmanlı da böyleydi. Askeri ve dini zihniyetle gidebildiği kadar gitti. “Top tekniği bitti Osmanlı da bitti” der tarihçiler.
Çok mu zordu yeryüzünün en asil hanedanı Osmanlı hanedan üyeleri için başta padişah olmak üzere “boğularak öldürülmesi helâl” fetvası yerine “mademki Allah’ın yeryüzündeki gölgesi diye Topkapı sarayı ana giriş kapısı önüne yazdık, öyleyse hiçbir koşulda hiçbir şekilde öldürülemez; her koşulda yaşatılması farzı ayındır” fetvasını vermek.
Çok mu zordu?
Böylesi bir fetva ile “kardeş katli” zulmü yok edilecek bir şefkat halesi yaratılacaktı. Osmanlı hanedanı bugünlere intikal edecekti.
Hala din adamlarının (ulama) “kız bebekleri sünnet vaciptir vacip” “öz evladına bilmem ne hisseden babanın şeri hükmü” gibi saçma sapan akıl ve zekâ işlemesini durduran 10. asır zihniyeti taşıyan beyinleri dokunulamazdır, İslâm ülkelerinde.
“Seviyeleme” olsaydı ne olacaktı? Padişah yaşamının garanti altına alınmasıyla işe başlasaydık; “siyaset gömleği giydirip “siyaset yeri”nde astığımız Yedikule Zindanları idam sehpası olmayacaktı. Din ve siyaset zihniyeti rakibiyle rekabet değil “tepeleme” üretti.