Türk Milleti olarak 16.000 yıllık tarihi olan MÜSTESNA bir insanlar topluluğuna sahibiz. Asırlar boyu büyük meşakkatlerden sonra topraklarımız ve devletimiz şekillendi. Bu devlet kolaylıkla kurulmadı. Bu nedenle;Cumhuriyetimize sahip çıkmalıyız ve doya doya yaşamalıyız.
Biz Türkler 1071’den önce Anadolu’ya geldik. Tarihe şan veren irili ufaklı bir çok devletleri, Selçuklu ve Osmanlı devletlerimizi kurduk. Biz bu toprakları birileri gibi işgal etmedik, sömürmedik, insanlarını esir almadık; kültür ve sanatımızla bezeyerek değerlendirdik ve kendimize bir yurt yaptık.
Ancak, Avrupa, Amerika bizi bu topraklarda hiç istemedi. Hala da duyguları değişmiş değil ve bizi bu topraklardan atmak istiyorlar.
Birinci Cihan savaşına, zaten taksim edilmiş bir devlet olarak zorunlu girdik. Hemen hemen bütün cephelerde kazanmamıza rağmen, sözde ortağımız Almanya’nın yenilmesiyle bizi de mağlup saydılar, önce teslim aldılar, sonra bizi parçaladılar.
Çanakkale cehennemi, Türk’ün yeniden dirilişinin örsle-çekicidir. Yüz binlerce fidanın Peygamberin s.a.v. aguşuna kavuştuğu o girdaptan,Türk'ün Millet olma şuuru yeniden tarih sahnesine çıktı ve bir o ortamda bir lider belirdi ismi Mustafa Kemal ATATÜRK.
Görev O’na tevdi edildi, 19 Mayıs 1919’da, Milletimiz Mustafa Kemal’in şahsında bir kez daha şahlandı. Halkımızla topluca İstiklal savaşı destanını yazdık
Atatürk’ün dehası onun sadece fıtratından değildir. O, çok okumuş ve çok düşünmüş ve liderlik yapmıştır. Bu bilgi, gayreti ve liderliği sayesinde de elde avuçta hiçbir şey yokken milletçe kenetlenip bir destan yazıldı.
Atatürk sahip olduğu bilgi ve deneyimiyle statükoyu sevmiyor, dogmalara inanmıyor, aklı ve bilimi tavsiye ediyordu. Ve Atatürk, her şeyin adını"millî" koyuyordu. Milli kelimesi böylelikle ulusal literatürümüze kazındı.
O, kültürel kodlardan birinin de, doğru din, indirilmiş din olduğunu da çok iyi biliyordu. Bunun için Kuran’ın anlaşılmasını istedi ve Elmalı Hamdi’ye kendi parası ile Elmalılı tefsirini yazdırdı, hadis külliyatını hallettirdi. Bunlar o yıllarda yapılabilecek sıradan olaylar değildir.
Bilge Kağan atamızın "EY TÜRK! TİTRE VE KENDİNE DÖN";ifadesine tam uygun olarak, "NE MUTLU TÜRKÜM DİYENES "sözüyle, ihtiyacımız olan metafizik ürpertiyi O liderliği ile sağlamıştır.
Sevgili dostlar Cumhuriyet muhteşem bir olaydır. O dönemlerde Türkiye’de Cumhuriyet’i kuracak bir başka babayiğit yoktu. Çünkü devletimiz topraklarının çoğunu kaybetmişti. Okuyup yazan nüfus savaşta şehit olmuş, İnşaatta çalıştırılacak usta bile bulunamamıştır.
Türkiye, 1923’e kolay gelmedi.Bilge Kağan’dan, Büyük Komutan Alparslan ve Melikşah’dan, Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni’den;Mustafa Kemal ATATÜRK’e kadar yetiştirdiğimiz liderler sayesinde kenetlenerek, her türlü mücadeleyi, savaşları kazanarak bu günlere geldik. Bazen geriledik, bazen de kaybettiK. Türkiye yılgındı, insanlar yorgundu ama Atatürk Türklere bu harika ürpertiyi verdi ve tüm toplumu tetikledi.
Bu kadar yokluğun üst üste geldiği bir dönemde "Efendiler yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz"sözünü başka kimse de söyleyemezdi.
Cumhuriyet, insan fıtratına ve İslam’a en uygun idare biçimidir.
Çünkü Kur’an devlet nizamını vazetmez. Mesela şeriat devleti kurmaz, hilafet sistemi de getirmez. Kur’an ilkeleri verir.
Kur’an devlet kurmaz ama, devletten bekledikleri vardır: Devletten hakikat, Adalet, Ortak Akıl, Ehliyet ve liyakat, Merhamet bekler.
Cumhuriyet, güçten önce güç ahlâkına sahip olmamızı ister.;"Önce devlet" demez, "Önce insan" der. Çünkü insan yoksa hiçbir şey yoktur.
Cumhuriyet, güç ve servet temerküzünün (belli ellerde toplanması) önlenmesini ister.
Cumhuriyette, iktidar mensupları, insanlardan hiç kimseyi ötekileştiremez. Öteki şeytandır. Herkesi ötekileştiren sorumlu makamda bulunan biri, bir gün kendisini de ötekileştirir ve kendisinin şeytanı olur.
Yapmamız gereken ne mi? Çok basit. strong> Cumhuriyeti,-cumhuriyet- gibi yaşamaktır. Devlet, beşeri bir kurumdur. Devlet, insan zihninin ve tasavvurunun ürünüdür. Dünya’daki tüm kurumlar beşeri işlerdir. Devlet, dünyevi bir otoritedir. Devlet örgütlü bir toplumdur. Siyasal toplumu insan düşüncesi ve iradesi ortaya çıkartmıştır. Devletin ilahi bir boyutu yoktur. Hürriyet- Allah’ın c.c- insana verdiği ezeli ve ebedi bir haktır. Devletin verdiği bir hak değildir. Devlet ancak hürriyetlerin sınırlarını çizer. Hürriyet, maddi ve manevi bir ihtiyaçtır. Maddi hürriyetlerin alanını devlet çizer. Din ise manevi hürriyetlerin alanını çizer. Din de devlette insana hizmet etmektedir.
Din, insana ve topluma ahlaki bir yaşam ve davranış çerçevesi çizer. Bunu şu yolla yapar: Dinden kültüre eklenen değerler davranışları belirleyicidir. Çünkü ahlaki değerleri din tanımlamaktadır. Dinin dışında ahlaki değerleri tanımlayan hiç bir kaynak yoktur. Dini kullanarak devlet görevlerini sektirmek yanlıştır. Aslolan devletin vatandaşına sınırsız adaletli hizmetidir.
Devletin ve siyasetin tek bir var oluş nedeni vardır. O da-ADALETTİR.
Bu memleket, henüz sosyal anlaşmasını -sağlamış değildir. Hayret edilecek bir beceriksizlikle yapamadığımız budur. Bütün sıkıntılar, kavgalar da buradan çıkmaktadır. Kavga hep hayat tarzları üzerinden yaşanmaktadır. İnanç denenler de, ideoloji denen akımlar da en sonunda gelir yaşama şekline dayanır.-Konular değişir, semboller değişir, kavga değişmez. Mesela, içki içip içmemek,-başörtüsü kullanmak veya kullanmamak, namaz kılıp kılmamak bugünün imtihan sorularıdır. Bu üç unsur ve daha söylenecek onlarca dinî-ideolojik tavır alış bizi esir almış durumdadır. Buradan düşünce çıkmaz. Kavga çıkar, karışıklık çıkar ve nihayet darbe ve darbemsi hareketler çıkar. Ülkemizde ki tüm kalkışmalarının bize düşündürdüğü gerçek budur. Bu memleket, kendi gerçeğini kaybetti. Hayli zamandır illüzyonlarla avunuyor, avunmaktan mutlu oluyor ve neticede yalanlarla yaşıyoruz.Muhtemelen, başlangıcını yüzyıllar ötesine götürebileceğimiz bir durumun zirvesine en yakın noktadayız.
Bizim gibi, köklü milletler için bundan daha büyük felâket düşünülemez. Başkaları için batış sebebidir. Köklü olduğumuz için batmıyoruz. Hala sahici zamanlardan genetik kırıntılar devreye girdiği için batmıyoruz.
Yoksulluğun, yoksunluğun ve haksızlığın olmadığı bir ülkede yaşamak, ancak bu ülkenin insanlarının böyle bir hayatı topyekûn hak etmesiyle mümkündür. İnsanlık, saklanarak, korkarak, yağcılık ve sünepelik yaparak, hiçbir özgürlük ve erdemliliğe ulaşmış değildir. Silkinip kendimize gelmeliyiz. Adam gibi dinimizi yaşamak ve adam gibide Türklüğümüzü yaşayarak birlik ve beraberliğimize vatanımıza sahip çıkmalıyız. Bunu yaparken de bir birimizi kırmadan, dökmeden, bir birimizi yüzüne bakamayacak derecede hakaret etmeden hoş görü ile yapmalıyız.
TÜRKLÜĞÜMÜZDEN UTANMAYALIM. DEVLETİMİZE SAHİP ÇIKALIM …