Endonezya 1602-1945 yılları arasında 350 yıl kadar sömürüldü. Portekiz, Hollanda, İngiltere ve Japonya, Endonezya tarihinde etkin oldular. Endonezya’da binlerce ada ve üçyüzelliyi aşkın yerel ırk istisnasız sömürüden nasibini aldılar. Endonez halkının tarihi sürecinde ülke inşa etmekte olduğunu düşünüyoruz. Bu yolda tarihi yürüyüşüne başlamıştır. Şu ana kadar da çok olumsuz örnekleriyle beraber deneyimini biriktirmeye başlamıştır. Biz Amerikalı Polonya asıllı profesörden (George Modelski) esinlenerek diyoruzki Endonezya uyuyan bir devdir. Ayağa kalkarsa hak ettiği yere kavuşur. 1945 yılında bağımsız bir ülkeye kavuşan Endonezler yoksulluk zincirini ülkece kurmak isterler elbette. Bunun için Endonezya Sumatra Adasında 1930 larda bile kanibal dedikleri yamyamlar Sumatra’da görüldüğüne göre yoksulluğun nerelerden nerelere kadar gerilediğini de kabul etmek gerekir.
2002 yılında 96 yaşında vefat eden rahmetli babam da Türkiye’de 1930 larda iki keçisi olana ağa dendiğini söylemişti. Demekki Türkiye de yoksulluk zincirini kırmak istediği yıllardı.
Tabiiki sömürülünce yoksulluk ile beraber kültür de kendi güzergâhında gelişiyor ve beyinlere sözcükler kazınıyor. Yaklaşık iki yıllık Endonezya tecrübemizde İslâm, ibadat, umat İslâm denince akan suların durduğu Endonezya’da neden istisnasız tüm yabancılara ‘mister’ dendiğini merak ettik.
Angkot dedikleri taksi –dolmuşlarda bir mahalleden diğerine giderken sürücünün aslinya darimana? Nerelisiniz? sorusuna doğrudan Orang Turki diyerek ikisi bir arada ülke ve millet ile cevapladığımızda daha da şaşırdık. Böyle dediğimiz halde ısrarla her cümlesinin başında mister........deyip söze başlayan Endonez sürücüyle konuşurken daha da şaşırdık. Türkiye’den hiç haberi yoktu. Arapça konuştuğumuzu düşünüyorlardı. Türkiye’nin nerede olduğundan da hiç haberleri yoktu. Bu sanırız ki standart bir Endonez’in Türkiye hakkındaki bilgisidir. Bunu deneyimlerimizle öğrendik ve yaşadık. Yani biz Endonezya’da yeniyiz, daha.
Endonezler yabancıları lisan olarak ikiye ayırıyor. Ya Arap diyorlar: Orang Arap. Ya da Mister diyorlar. “Beyaz bey” gibi bir şey olmalı. Neden Arapları ayırıp “Orang Arap” diyorlar doğrusu çok düşündüm. Türk ve Arap bir araya gelse Türk’e gâvur gibi din kardeşi olmasına rağmen “mister” lafını yapıştırıyor. Kaç defa köyde mevlitlere gittim. Hep “mister” diyorlardı. Camide de, yolda da her yerde din kardeşi olarak bana mister deyip duruyorlardı.
Mister sözcüğünü Türklere karşı kullanmalarını önlemeliyiz.
Hele hele şu mister sözcüğü var ya. Ne ümmet tanıyor ne İslam. Herkes mister. Endonezlerin miliyetçiliği aslında bu sözcükte gerçekleşmiş bile. Adamakıllı milliyetçi yapmış bunları sömürgeciler. Baldızımız bile bizden bahsederken diğer Endonez’e mister diyor. Niçin herkes mister olabilir? .
Oruca ne zaman başlayacakları konusunda bile uzlaşamayan Endonezler mister lafında istisnasız uzlaşmışlar tam bir müttefik eda ile önüne gelene mister diyorlar.
Aynı anlama gelen kendi lisanında “tuan” dese hiç itirazımız olmayacak ama mister bana aşağılama gibi geliyor. Gerçi alıştık ama bu sözcüğün bize anlatmak istediği bir şeyler olmalıdır muhakkak ki.
Dayanamadım. 1 sene üç ay kaldığım Bogor, Parung, Waru Jaya köyünde bir gün köylülere “bana mister demeyin, ben gâvur değilim” dedim. Düşündüler bana “om” lafını layık gördüler. “Amca” demekti.
Hemen hemen her konuda bölük pörçük bir tartışma ve amip gibi bölünüp bölünüp üreyen hücreler gibi darmadağınık bir görüntü çizen Endonezleri mister sözcüğü birleştirmiş. Asırlarca zulmeden ve cahil kalmalarına özenle dikkat eden sömürgecilerin Hristiyan olmalarının onları İslâm’a ittiğini düşündüğümüz Endonezler kendi ulusal karakterlerine daha yatkın bir dini, Hristiyanlığı değil de ekseriyetle İslâm’ı seçmiş olmaları bile yetmiyor; diğer müslüman milletlerin bireylerine de mister diyorlar.
Bir Endonezler var, bir de ötekiler yani mister. Birbirlerine mister demiyorlar. Demekki mister Endonez olmayan ‘ötekisi’ anlamında kullanılıyor.
İki senedir durup durup düşünüyoruz. Şuur altlarına hep alıp götüren bir varlık yerleşince o da aynı tür olmalı. O da mister olmalı diye işin içinden çıktık. Ama biz mister olamazdık ki. Biz müslümandık. Aynı kültürdendik.
Siz bakmayın bizim dini camianın Açe saplantısına. Öylesine ters ve anlamsız biraz da gülünç bir durumki bizdeki Açe hastalığı. Biz belgeli, belgesiz övünecek bir şey bulunca balıklama atlayan bir millet olduğumuz için Açelilerin Cava adasındaki görüntüsüne de pek dikkat etmeyiz. Yardım yutturmacası yapan din kemiricilerinin Türkiye’de para dilendiği Açeliler için şunu gözlemledik: Endonezya’nın Kürtleri gibi bir şey olmalı Açeliler. Onlar bağımsız bir Açe istedikleri için haklı olarak de pek sevilmiyorlar. Her neyse bu ayrı bir konu olmalı. Onlar bile mister lafını şappadak yapıştırıyorlar. Ya bak biz mister değiliz. Biz aynı kültürün, aynı ürünün meyvesiyiz diyemiyorsunuz bile. Mister de mister.
Sonunda karar verdik kendi kendimize: Mister lafını kırıp da bize başka bir statü ile çağrı ifadesi kullandıkları gün biz Endonezya’ya girdiğimiz gün olacaktır.
Bu kolay değil tabiiki. Onlar gibi sömürüp kemirmeyecek, onlar gibi zulmetmeyecektik. Biz de yabancıyız. İslâm olsak da. Biz de ötekisiyiz. Aynı kültürün bir parçası olsak da. Biz de mister’iz.
Tavrımız sömürülerden farklı ve insani olursa anında ifadenin değişeceğinden eminiz. Peki tavrımız ne olmalı? Eğer bir Türkiye sevdamız varsa burada gösterelim. Japonların kendi insanına uyguladığı Kanzenkoyoo (完全雇用) lojmanlı her zaman iş ortamı sistemini kurumsal anlamda bu ülkeye gelecek olanlar düşünürse hem kendilerine, hem şirketlerine, hem de Endonezya’ya çok şey verirler kansındayız. Hem de bu ülkede olumlu ve kalıcı bir Türk imajı yaratırlar. Bu uzun vadeli bir ufuk ile baktığımızda para ile bile satın alınacak bir değer değildir. Gerçi biz bunu Türkiye’de bile uygulamıyoruz. Ama burada yatırım anlamında da fazla bir mali ek getirmeyecektir. Ancak mutlaka ek bir mali faturayı sabit yatırım olarak getireceği muhakkaktır. Ancak çalışacak olanların da Endonezya’da bir felaket olan trafik sorununu da temelinden söküp çözeceği için; şirketlerin uzun vadede bu ülkede rekabet gücünü de artıracaktır. Risale narcılarımızın habire peş peşe açtıkları gişelerin böyle bir sorunu yoktur. Onlar da uluslararası arazide kaybolmuş, erimiş gitmiş, yok olmuşlardır. Çünkü çok güçlüler ama cesetleri. Ruh kalmamıştır. Köleleşmişlerdir. Böylesine bir başarının ardından da böylesine eleştirileri yapmak istemezdik doğrusu. Ama yolun yarısına gelmeden buhar olup gittiler. Belki ileride kendilerine soru sorma yeteneği kazanırlarsa o zaman ilk hareket ettikleri noktaya geri dönerler. Hazreti Muhammed Hira dağında ilk anda ne hissettiyse Medine’de de son anda aynısını hissetmişti çünkü.
Biz mister lafını aşıp duvarları yıkarak Endonezya’ya adam gibi girme şansımızın bu noktada kilitlendiğini savunuyoruz: Şu mister lafına kafayı takalım da ona bir çözüm arayalım. Sadece şirketlerin kar hanesini düşünerek yeni gişeler açmayı düşünmeyelim. Zaten adamlar bizi farklı görmüyorlar. Demekki biz de farklı davranmıyoruz. Bir defa yapacağımız bir fedakarlık bize önümüzdeki asırları bile kazandırır. Çünkü bu ülkenin kendi kültüründe bile yok, karşısında kişilik görmek. Hakkaniyete çok düşkünüz mademki. Türkiye deyince de mangalda kül bırakmıyoruz. Öyleyse gelin bu işlere yeniden bir çeki düzen verelim. Şansımız kaçmadı. Hiçbir zaman da kaçmayacaktır.
İnsan da her yerde aynı insandır. Aynı mantalite ile bakar. Bunlar da hiç bir zaman değişmeyen evrensel olgulardır, değil mi? Biz farklı bir tavrı göstermeliyiz eğer bu işe Türk damgası vuracaksak.
En başta yapacağımız fedakârlık dönüşü muhteşem olan bir kazanç olacaktır, emin olunuz. Düşünelim
ve soralım bu ülkede üç sene kalmış bir Türk mühendis ‘Japonlar bu ükeyi istila etmiş’ dedi. ‘Markaları var’ diyebildik. Bizim Toyota, Mitsui gibi onlarca markamız yok. Markamız tavrımız olsun kısa vadede. Türk tavrı damgasını vurursak o daha değerlidir. İnanınız bunu yaparsak arkasından somut ürünlerimizin de bir marka olduğunu göreceksiniz. Önce Türk tavrı markasını üretelim arkasından da ürünlerimizn markası gelecektir. Lütfen ufki bakalım sathi bakmayalım. Endonezler bizim bir parçamız. Onlar bizimle aynı havayı soluyorlar. Kardeşiz onlarla. Öyleyse kardeş olduğumuzu belgeleyelim.
Bu insanlar cahil bırakılmıştır, cehaleti yenememiştir Endonezya. Doğruyu gören insan ondan kopmaz, kopamaz. Bu insanın doğasında olan bir şeydir. Bunun yolu da onlara insan değeri vermekten geçer. İnsan olarak değer verip ona göre yatırım yaparsak Güneydoğu Asya’da kalıcı bir dostluğa imza atarız. Bu da lafla değil, sadece lojman diyoruz. Hepsi bu kadar. Çünkü çoğu hayvan barakaları gibi yerlerde yaşıyor bu yoksul insanların. Çok mu zor bu?
Sözümüz bireysel olarak gelenlere değil. Kurumsal olarak gelenleredir. Çağrımız şirketleredir. Çağrımız parasal sıkıntısı olmayanlaradır. Çağrımız Türkiye’yi kendi çıkarıyla birlikte görenleredir. Başka mantıklı önerisi olan varsa sonuna kadar dinlemeye hazırız. Aradığımız mikyas şudur: mister duvarını yıkıp öbür tarafa geçmek. Buna da çok ihtiyacımız var. Türkiye Endonezya’ya standart Endonez’in kafasındaki mister lafını yıkıp başka bir ifadeyle çağrıldığı zaman girer. Biz İngiliz değiliz, Japon değiliz, Amerikalı değiliz. Herkes kendi çizdiği yolda ilerleyecektir. Biz Türk’üz. Türk Milletiyiz. Biz farklı olmalıyız. Üstelik şansımız da var. Onlar gibi müslümanız. Doğru adım atarsak yarım adım öndeyiz, daha yarışa başlamadan.
İngilizler dünyada üç kişinin konuştuğu Dusner Dili için Papua adasına 50 milyon dolar Oksford Üniversitesi ile işbirliği yaparak yapıyorlar diye burada televizyonlar haber geçti. Üç kişilik lisan için mi? İngiltere için mi? Düşünelim. Öylesine kültürel zenginlik ki. Elde eden kazanır. Türkiye’ye bir anlam katalım. Çağımızda da ayağa dikilelim. Biz de varız diyelim. Biz de geriden geliyoruz ama nefesimiz kuvvetlidir yürümeyi de seven bir milletiz. Yetişiriz vallahi. Tabiiki ufkumuz varsa.......
Ey din davası güdenler; istediğiniz kadar “Kuran Kursu” açınız sadece Kuran öğrettiğiniz ve hocefendi yaptığınız çocuklar size “baguru, buguru” (hocam) diyecek. Endonez halkı ise mister demeye devam edecek. Mister de mister. Ne yapmanız gerekiyor konusunu makalelerde yazdık; açıp okuyunuz. Önce beyinlere giriniz. Bunun yolu da mideden geçer. İmajı yıkmanız için yapacağınız bir doğru hareket; hem sizin hem de Türkiye’nin önünü açar. Aksi halde şeyhlerinizi avutacak bir düzenekten başka iş yapmayacaksınız. Adı da İslâm olacak maalesef.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı emrinde olmayan hiçbir girişimin ülkesi ve milleti olamaz vesselââm. Fetöş hainlerine bakınız ne demek istediğimi anlarsınız.
(16.12.2016, Samsun. 21.7.2013, Bogor, Parung, Waru Jaya, Cidokom, 11.16 Bu makale aşağıdaki kitabın 130. sayfasından derlenmiştir: Endonezya ve Türkiye Üzerine Makaleler, Ali Osman Muş, Eylül 2013, Bogor, Parung, Waru Jaya 20.5X14 cm. 199+2 syf. ISBN 978-975-95042-7-4)